Dan Brown'un hiçbir kitabını okumadım. Bazı kitapları sinemaya uyarlandı; onları da izlemedim. Ta ki Inferno'ya kadar.
Sanırım başlangıç için kötü bir tercihti. Gerçi Brown hayranı olanların yorumlarına bakınca, 'yeni başlayanlar' sınıfının dışında kalanlar için de pek iç açıcı değilmiş. Kıyaslama yapacak konumda değilim ama film izlemeye aşina olan herhangi biri için izlediğimizin yetersiz kalacağını düşünüyorum.
James Bond tarzı sorun çözen kahraman filmleri her zaman ilgi çeker. Olağanüstü güçleri olmayan bu 'süper' kahramanların filmin sonunda başarı kazanacağını ilk sahneden hissedersiniz. Fakat sizin için esas önemli olan o noktaya nasıl ulaşacağıdır. Karşısına çıkacağı belalardan nasıl kurtulacağı, aklını nerede kullanacağı gibi noktalar izleyicinin filmde kalmasını sağlar. James Bond filmleri bu işin atasıydı ve tam olarak böyleydi. Fakat Bond tarzı 'adamların' sinemada devrinin geçtiğini düşünüyorum. Yani artık kusursuzluk veya sorunların üstesinden rahatlıkla gelme karizması çok da kıymetli değil. Onlar yapıldı. Ve o dönem öyle kahramanları arıyordu. Şimdi yaralarını göstermekten çekinmeyen ve sinemada da öyle kahramanlar görmek isteyen insanların çağındayız. İzleyici biraz daha 'sorunlu' karakterler görmek istiyor. Günün sonunda yine kazansın ama egolarının esiri olsun, hırsının kurbanı olsun, bazen dayak yesin, bazen kazık yesin ama herkese cezasını versin. Biraz Tyler Durden, biraz Ezel Bayraktar...
Belki Dan Brown da yaşlı ve zaman zaman hafıza kaybı yaşayan Robert Langdon'ı böyle düşünerek yarattı. Fakat sinemaya uyarlandığında karşımıza her sorunun altından kalkan ama sadece kadınlardan 'kazık' yiyen bir karakter çıktı. Üstelik bu sefer yaşlı. Ve Bond kadar fit de sayılmaz! Yani en kötü kombin...
Tom Hanks'in neredeyse Forrest'tan daha fazla koşup atladığı filme dahil olmak çok zor oldu. İlk yarısı oldukça bıçak sırtında gitti. Her an filmden kopup telefona gelen mesajlara bakma isteği oluşabilirdi. Neyse ki ikinci yarıda film biraz daha toparladı. Yine de yetmedi. Aslında zengin bir edebiyat göndermesi ve altyapısı barındırmasına rağmen sıkıcı bir kovalamaca filmine dönüşmüş. Sıkıştıkları yerden efektlere bulanmış rüya sahneleriyle ilgi çekme çalışılmış ama o da bir fark yaratamamış.
Belki birkaç sanat eseri, görsel güzellik katan mekanlar ve şehirler. Biri de İstanbul. Fakat o da eksik ve yarım...
Genelde, bizim toplumun refleksinin aksine, İstanbul'da geçen filmlerle gurur duymam. Fakat bu sefer heyecanlandığımı kabul etmeliyim. Sonuçta İstanbul filmde önemli bir sembol olarak kullanılmış. Dünyanın, tarihin ve insanlığın kilit noktası olarak sunulmuş. En azından filmde İstanbul'u görmek değil belki ama tarihi bir şehirde yaşadığımı tekrar hatırlamak bir keyif verdi. Fakat filmin İstanbul'u etkin kullandığını da söyleyemem. Daha çok Yerebatan Sarnıcı'nın içinde geçen sahneler vardı. Üstelik oradaki sahnelerde de kahramanlarımızın denize dalar gibi sulara dalması bizim gibi 'yerlileri' güldürdü. Dışarıdan İstanbul'u görmek ise pek mümkün olmadı. Zaten tüm İstanbul serüveni topu topu 15 dakika sürdü...
Böyle bütçelerin boşa gitmesi beni üzüyor. Üstelik bu film en ucuza (75 milyon dolar) çekilen Brown uyarlaması. Bu parayı Onur Ünlü'ye verseler Şubat'ı şahesere dönüştürürdü! İstanbul'sa İstanbul, sırsa sır, heyecansa heyecan, kavgaysa kavga, gizemse gizem...
Öte yandan filmin ana fikri ile ilgili de bir sorunum var. Kötü ve zengin adam Zobrist, aslında herkesin aklına yatacak düşünceler geliştiriyor. Fakat film onu terörize ederek bir kötü adam olarak sunuyor. Bir noktadan sonra kötü olarak gösterilen sadece o değil, fikirleri de oluyor. Bu arada kitapta böyle olmadığını öğrendim. Zobrist karakteri daha başka duygular uyandırıyormuş. Yine de ben filmi izlediğime göre onu değerlendirmek durumundayım.
Filmi izlediğimde henüz Covid-19 salgını başlamamıştı. Aslında salgınla ortaya çıkan teoriler Zobrist ile uyuşuyor. O da dünya nüfusunun çok fazla arttığını düşünen ve o yüzden ölümcül bir virüs üreten bir bilim adamı. Sanırım birçok insan için gerçek hayattaki karşılığı Bill Gates! Dikkat çekici fikirler üreten Zobrist'i filmde seven bir kişi bile yok. Sadece onu taparcasına seven sevgilisi diğerlerinden ayrılıyor. Zaten kadının Zobrist ile aynı fikirde olması öyle bir anlatılmış ki "Kız da çok sağlıklı değil canım" tepkisi kaçınılmaz kalmış. Yani belki de dünya için önemli ve dikkate alınması gereken fikirler ve veriler, filmde terörle bağdaşmış ve adeta halının altına süpürülmüş.
Filmin sonunu söylemek gibi olmasın ama Zobrist ideallerine ulaşamıyor. Çünkü Harvard Üniversitesi profesörü, Dünya Sağlık Örgütü'nun de yardımlarıyla (köstekleri de var tabi) onu engelliyor ve insanlığı kurtarıyor. Adeta aşıyı buluyor! Batı dünyası derin bir nefes alabilir. Virüs yine kontrol altına alındı. "Ama sakın fazla üremeyin. Sizi her zaman biz kurtaramayız!"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder