Eski bize sıkıcı gelir. Biz kimiz? 1980 sonrası doğanlar. Çocukluğumuzdan beri öyle şartlandık; zira çevremizde her şey çok hızlı yenileniyordu. Yeni makbuldü. Yeni, çok kısa sürede eskiyordu. Bir süre önce çok gözde olan nesne, çok kısa bir zaman içinde değersizleşiyordu. Yerine ikame edilecek onlarca alternatif önümüze sunuluyordu.
Şimdilerde bu durum daha da sert. Çocukluğumuzun 'yenilenme' süreci bile şimdi 'yavaş' kalıyor. O nedenle eski bize uzaktır. Eskide kalan, kalmıştır. Hayat ise devam eder. O nedenle eskiye yer yoktur. Öte yanda kendi geçmişimiz, bizim eskimiz güzeldir. Nostaljiyi severiz. En azından konuşmasını, yaşamasını değil... Ama bizim olmayan eskiyi; yani görmediğimiz, yaşamadığımız dönemin insanlarını, bizden önce yapılmış binaları, biz doğmadan bestelenmiş şarkıları, yaşlıların kullandığı kelimeleri hep bir "sıkıcı" etiketiyle belirir zihnimizde.
Tabi zamanla, büyüdükçe, geliştikçe, ufku genişlettikçe bunu kırmak mümkün. Yeni olanın devamlı dayatıldığı dünyada bazen arayışlar eskiye kayar. Belki o zaman 'sıkıcılık' ortadan kalkar ama 2000'lerin kalabalık, hızlı ve biraz laçka dünyasından bakınca eskinin ciddiliği kendini korur.
1901 doğumlu bir öğretmen/akademisyen Ahmet Hamdi Tanpınar'ın 1950'lerde yazdığı Saatleti Ayarlama Enstitüsü, ilk bakışta 'ciddi' bir romanmış gibi duruyor. O dönemin yazarlarının bir ciddi duruşa sahip olma zorunluluğu varmış gibi düşünüyoruz hep. Bunları niye yazıyorum? Çünkü Saatleti Ayarlama Enstitüsü beni şaşırtan şekilde çok güçlü bir mizaha sahip. Çok iyi bir roman okuyacağımın bilincindeydim, ama böylesine bir mizahı tahmin bile etmiyordum. Tabi ki bir güldürü kitabından bahsetmiyoruz. Fakat biz eskiler gülmez, güldürmez sanırdık! Ezberlerimiz değişmemiş. Fakat diğer yandan Tanpınar'ın tarzının da yeni yeni gelişmekte olan Türk edebiyatında bir yenilik olduğunu savunanlar çok fazla.
Diğer yandan karşımızda çok iyi bir roman var. Kurgusyla, mizahıyla, anlatımıyla, sembolleriyle, karakterleriyle Türkiye sosyolojisine çok net ışık tutan bir kitap. Eski ile yeni; geleneksel ile modern, Doğu ile Batı arasındaki çatışmanın en güzel işlendiği romanlardan biri muhakkak. Bu nedenle çok kıymetli.
Biz toplum olarak eski ile yeni arasında çok gidip geldik. Bizim kuşak da, daha öncekiler de bunu derinden yaşadı, yaşıyor. Devamlı da irdelendi. Belki de en büyük sorunumuz eski ile yeni arasında bir tercih yapma zorunluluğu oldu. Toplumsal çatışmaların merkezinde bile bu zıtlığı bulmak mümkün
Bu geleneksel - modern çatışması bugünlerde tüm hızıyla devam ediyor. İşte bu çatışmada taraf olmayan gerçekten de bertaraf oluyor. Muhakkak bir tarafın doğruluğunu mutlak kabul etmeniz gerekiyor. Aksi halde bir yaşam alanı oluşturmak pek mümkün değil. Bu durum belki 1800'lerde çok keskin değildi ama özellikle 1923 sonrası iyice belirginleşmiş. Abdülhamit döneminde doğan ve büyüyen, Mustafa Kemal devrimlerine inanan ve güvenen Tanpınar, bu çatışmada tam ortada durabilmeyi başarabilmiş. Bunu birçok yazısında, şiirinde ve hatta hayat hikayesinde görebiliyoruz. Saatleri Ayarlama Enstitüsü de bunlardan biri. Mesela Peyami Safa'nın Fatih-Harbiye romanı gibi; bir tarafa düşmanca diğer tarafa sevecence yaklaşmış değil. Bu açıdan Tanpınar hakkında meraklarım var. Mesela 2000'lerde yaşasa nasıl bir düşünce biçimi geliştirirdi?
Gerçi Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nün baş kahramanı Hayri İrdal, bu dönüşümün sancılarını en derinden hissedenlerden biri. Yeni oluşan Türkiye toplumunun, arada kalmış, kafası karışmış ama yoluna devam edebilmiş bireyinin çok net bir tasviri. Fakat sonuçta yine de erken Cumhuriyet'in karakterlerinden biri. O nedenle bu dönemin bireyine bakabilmiş bir Tanpınar'ın derin analizlerini okumak isterdim.
Yine de bu merakıma rağmen, kitap adına yakışır bir konuma sahip. Tanpınar saatleri öyle bir ayarlamış ki; roman zamansız bir özellik kazanmış. 1960'ta da, 1990'da, 2020'de de okunabiliyor. Zira çatışma, hiç bir çözme çaba sarf edilmeden toplumsal yaşamın ortasında büyümeye devam ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder