Dönüp dolaşıp 90'lara getiriyoruz konuları. Klipleriydi, şarkılarıydı, golleriydi, atmosferiydi. Bize, "Elalemin derdi ben olmuşum, demek zamanında iyi koymuşum" diyerek laf sokan 90'lara bu kadar takık olmamızın sebebi bu meşaleli, sis bulutlu atmosfer değil elbette. Abuk subuk eğitim sistemi, olmamışlıklarımız, içte kalan ukteler, kötü hatıralar falan filan.
Eğitim politikalarının o kadar derinlemesine değişmesine gerek yok aslında. Din-müzik-beden-resim derslerini "Ölü Ozanlar Derneği" tadına getirin, yeter de artar bile.
O sisli günlerden aklımda kalan idealist bir Din öğretmenimizin sözleri. Hiç aklımdan gitmez. "Kur'an dan bir alıntıyı gördüğünüz zaman hemen yorumlamaya kalkmayın, önceki ve sonraki ayeti okuyarak daha iyi anlayabilirsiniz" gibilerinden bir şeydi. Girdiğimiz ders aslında 'büyük resmi görme dersi'ymiş de, haberimiz yokmuş oysa.
Socrates Mart - Atahan Altınordu - Hagi güzellemesini okumaya başlamadan önce bir önce ve bir sonraki sayfalara bakarak okumaya başladım.
Lefter ile birlikte okumak lazımdı, yan yana oynatmak lazımdı ikisini, kendi evimizde kapalı defanslara karşı savaşırken zihnimizi açmaları için.
Aslında her şeyin değişmeye başladığı o yıllar. Futbol daha renkli hale gelmiş ,
Fanatik gazetesi çıkmış,
reklamları aklımızı başımızdan almış, kolların altında
Cumhuriyet gazetesi taşıyan nesiller , dosyalarının yanına Fanatik gazetesi-poğaça alıp okula götürür olmuştu. Dibine kadar apolitiktik , efsanelerimizi tanımayacak kadar bilinçsizdik ama hiçbir zaman '
babalık' demezdik hiç bir büyüğümüze. Reklamcılar hiç anlamadılar, anlayamayacaklar.
Semtin en güzel zamanlarının yaşandığı bu günlerde dergimi alıp yola koyuldum. Vakit İspanya Ligi maç başlama saati Adamlar keyif adamıymış. Akşam yemeğini geç yerler, sonra maça giderlermiş. O yüzden maçlar geç oynanıyor. Villarreal maçı olunca hırsızlık artıyormuş herkes stadyumda olduğu için. İstanbul'un Villarreal'inde iyot takviyesi yaparken, bomboş halı sahalardan o yıllar çağırdı sanki.
Solumda halı saha, sağımda Büyükada. Aklımda Hıncal Uluç'un "Çok yerinde bir transfer, ecnebiler buna homesick diyor. Ailesini özlerse Romanya uçakla 1 saat. Mesela Arçil - Şota, öğle yemeğini Batum'da yiyip gelebilirler. Başarıları bu yüzden. Brezilyalıyı alıyorsun ailesini özlüyor, çocuğunu getiremiyor, hangi okula yazdıracak..." muhabbetleri. Çoğu zaman "Nazan Öncel-Gidelim Buralardan" iç sesimizin playlistinde 1 numara olsa da, zor iş gurbetlik.
Hagi'nin antrenmanlardan sonra frikik çalışması gibi, geçmişe çalışıyoruz her gün. Fi tarihinde söylenmiş sözleri kafaya takıyoruz. 'Yapmasa mıydık etmese miydik' hesaplaşmaları engelliyor güzel oyunları. Hani Çarşamba günü Avrupa'da oynayacak takımların Cumartesi günü maçları kötü sonuçla bitince "Akıllar Çarşamba'da" manşetleri atılır ya, o misal.
Hagi yazısında beni düşündüren kısım "Eski Dostlar" kısmı oldu. Eski Dostları'nın soruları olmuştu. "Arjantin Dağları'nın Hagi'si" ne :
Necati Ateş:
"5-1'lik kupa finalinde beni neden 60.dakikada oyundan aldı?10'a gidiyordu maç..."
Şanver Göymen:
"Bana bir gol attı, yirmi yıldır dinliyorum. Maçtan sonra eve gidip vicdan azabı çektiği oluyor muydu?"
Hakan Ünsal:
"Maçlara çıkarken çorap giymiyor olması bir uğur muydu? Yoksa daha mı rahat ediyordu?"
Herkes kendi yarasının tedavisi için, bilinçaltılarını temizlemek için soru sormuştu.
Bir sonraki yazı Socrates Mart-Kutay Ersöz-Lefter güzellemesini okurken de arada kalmışlığa , yalnızlığa, gitmelerin hiç bir şeyi değiştirmediği gerçeğine şahit olundu.
Çoğu zaman sallamışımdır yurt dışında yapamayan futbolculara / yarım kalmış hikayelere. "Bir insan Las Palmas'ta nasıl mutsuz olur" gibilerinden. Maçtan sonra İspanya'yı gez, güzel yerler var kafeler falan. düz mantığıyla bakıyordum..
Geçmişimiz bir türlü yakamızı bırakmıyor, "Ver Lefter'e Yaz Deftere" hesabı, bize de buraya yazmak kalıyor.
Yazar: Refet