Pazartesi, Ağustos 3

Blue


Blue Blues Band'in iki üyesi Yavuz Çetin ve Kerim Çaplı... Bir tarafta iki üretken ve yetenekli insan ve onların kısa süren hayatları, diğer yanda o hayatları ciddi bir emek vererek belgesele dönüştüren bir ekip. Yani tam bir uyum. Ortaya çıkan ürün şahane.

Genelde belgeseller izlendikten sonra, izleyicide garip bir durum oluşur. Hele böyle yakın geçmişten bahsediyorsa ve özneler popüler kültüre aitse bu durum kaçınılmazdır. Nedir o durum? İzleyen herkes, belgeselde konuşan diğer isimler gibi duygu ve düşüncelerini açıklamak isterler. Kendilerini belgeselin bir parçası gibi hisseder. O bahsedilen döneme tanık olduklarını ve o kişilere temas ettiklerini düşünürler. Kurgusal filmlerde böyle bir durum yoktur. İzlersiniz ve üzerine düşünürsünüz. Ya da sevmezsiniz ve geçersiniz. Belgeselde ise durum biraz değişiyor.

Haliyle internette Blue ile ilgili yorumlara bakarken çoğunlukla bu minvalde yazılar gördüm. Genelde insanlar belgeseli değil Yavuz Çetin ve Kerim Çaplı ile ilgili bildiklerini, anılarını, onların kendilerine hissettirdiklerini anlatmış.

Ben yaş olarak Blue Blues Band'e yetişemedim. Yani yetiştim, Yavuz Çetin de dinledim, biliyorum. Fakat mesela bir Nejat İşler ve Aylin Aslım gibi sık sık gidip dinlediğim bir grup olmadı. Gerçekten 90'larda yaşamayan, yaşasa bile Kemancı'ya, Hayal Kahvesi'ne uğramayan, oraların müdavimi olmayanların biraz eksik hissedeciğini düşünüyorum. Ben öyleyim. Fakat diğer yandan, o kuşağa ve o döneme ucundan temas etmiş olmanın dahi çok büyük deneyim kattığının da farkındayım. Yine de bizim söyleyecek sözümüz yok. 

Fakat belgeselin kendisi hakkında birkaç söz söylemek mümkün. Bugüne kadar Yavuz Çetin ile ilgili belgeseller vardı. Fakat Kerim Çaplı'yı dahil ederek bir ortak alan yaratmak, üzerine de bugünden bakınca çok farklı anlatılan bir döneme ışık tutmak çok değerli. Konuşulan kişilerin verdiği katkı inanılmaz. Ercan Saatçi'den Deniz Arcak'a kadar çok geniş bir grup var. Hatta ekip, Kerim Çaplı'nın az bilinen hayatının detaylarına inmek için ABD'ye kadar gitmiş. Bütün konuşanlar arasında benim en çok hoşuma giden Teoman oldu. En çok üzüldüğüm de Yavuz Çetin'in babasıydı. Her ne kadar belgeselde aralarının iyi olmadığı vurgulansa da; oğlunu hastaneden çıkarması ve akşamında oğlunun intihar etmesi çok trajik geldi. Dinlemesi, yazması bile çok zor... Devamında da baba ve oğlun yan yana aynı mezarda görmek de üstüne tuz biber ekti...

Tabi bu iki yetenekli insan sadece müzisyen değiller. Bir hayatları ve aileleri var. O nedenle ikisinin de çocuklarına gidilmesi ve kuşaklar arası bir köprü kurulması da ayrı bir açı katmış. Herkesin hayran olduğu, hikayeleri nedeniyle herkesin bir anlam yüklediği iki isme çocuklarının nasıl baktığı bence çok önemliydi. Bu noktada Çetin ile Çaplı'nın çocuklarının babalarına bakışlarında çok büyük farklar gözüküyor. Bu da belgeselin karakterleri tasvir ederken yan yollara sapmasını ve uzatmasını engelliyor. Bu sayede çok daha kısa yoldan kafamızda figürler belirleniyor.

Öte yandan anlatıcıların röportaj esnasındaki saf halleri de duyguyu artırıyor. Bunu sadece Blue için demiyorum. Başka zamanın bir konusu. Ama bir belgeselde konuşan insanın sesinin dışarından gelmesi ile onun yüzüne bakmamız arasında çok ciddi bir fark var. Mesela Erkan Oğur'un ağladığı ve gitarının arkasına saklandığı sahneyi görmemek belgeselin gücünü yarı yarıya düşürürdü. Gerçi bir belgeselde bu kadar duygu olması tarafsızlığa zarar verir mi? Bu da ayrı bir tartışma konusu. Fakat anlatılan onların hikayesi, anlatan onlar... Belgeselci de bunu aktarıyor işte..

Ayrıca dış ses olmaması da Blue'nun bir diğer başarısı. Başka birinin geçişler arasında bağlantı kurmasına gerek yok. Siz yeteri kadar insana ulaşıp emek verirseniz, dışarıdan müdahale etmenize gerek kalmaz.

Eksiği bulunmayan (belki MFÖ; ama onun da mantıklı gerekçesi vardır) çok başarılı bir iş. Yönetmen Mehmet Sertan Ünver'in bir sonraki çalışması Kolej Takımı; onu da izlemek için sabırsızlanıyorum. Yine 90'ların başındayız ama bu sefer daha aşina olduğumuz bir konu... Çok iyi bir iş çıktığına eminim, zira burada sağlam bir referans var.

Bu arada Vahe-Yavuz-Ercan grubunun I will cry şarkısını belgeselde çok az dinledik. Beni hemen etkiledi ve ardından ufak bir internet taramasıyla buldum. Dinlerken insanın gözünün önünden 90'lar akıyor. Belgeseldeki en güzel şarkı seçiyorum.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

kerim çaplı'nın şarkılarını dinlerken yüzlerinde oluşan hayranlık ve "ulan ne adamdın be.. sıçtın her şeyin içine" tarzındaki hafif hüzünlü ifadeler bence en etkileyici kısımdı.

diğer yandan çaplı'nın oğlu babasına nefret doluydu. çok belliydi bu. ama daha sonra albüm yaparak işi paraya çevirmeyi ihmal etmedi.