Çarşamba, Ağustos 26

Uyumsuz İkili


Erol Bulut'un bir gün Fenerbahçe'ye geleceği kesindi. Hem kendisi çalışkan ve gelişime açık bir teknik direktör hem de Fenerbahçe (ve diğer büyükler) artık eskisi kadar kaliteli yabancı teknik direktör getirecek durumda değil. Haliyle eldeki, yani ülke içindeki seçeneklere dönmek zorundalar. Hatta camiaya bilen isimler bir adım önde olacak. Gerçi Erol Bulut, kulüple özdeşleşecek kadar uzun bir futbolculuk kariyeri geçirmedi ama yine de hafızalar (derbi golleri ve asistleri) sayesinde öne çıkıyordu. Fakat yine de sürecin biraz hızlı ilerlediğini kabul etmek gerek.

Fenerbahçe bu işleri seviyor. Kendisine karşı iyi oynayan futbolcuları aldığı gibi ,büyük maçlarda zorluk çıkaran takımların teknik direktörlerine de göz koyar. Taraftarlar hemen ondan bahseder, basın onu över. "X hoca da ne takım kurdu be, bizimki o kadar parayla sıfır" denir. Ligin diğer maçları izlenmediği için o hoca dünyanın en iyisi gibi anlatılır ama aslında bir yandan da bu, kendi çocuğuna komşusunu örnek gösteren anne-baba tepkisidir. Eskiden bu söylemler sadece bu ebeveyn coşkusunda kalırdı, zira sezon sonunda her zaman o hoca değil, isimli bir teknik direktör getirilirdi. Artık Türkiye futbolunda deniz bittiği için, Erol Bulut gibi 'genç' teknik direktörlerin İstanbul yolu çok daha açık.

Gerçi Erol Bulut 45 yaşında. Fakat birinci isim olarak kariyeri 2017'de başladı. Üç sezonda Fenerbahçe'ye yükseldi. Zaman zaman yaptığı açıklamalarıyla gözünün yukarıda olduğunu da belli etti. Kartlarını doğru oynadı. Hırslıydı ve istediği görevi aldı. Peki acaba Fenerbahçe taraftarının beklentisi ile uyuşacak mı? Sezon öncesi tahminlerini pek sevmem ama vaktimiz ve satırımız bol; bir tane yapalım gitsin...

Erol Bulut ne yaptı?

Üç sezon iki takım... Bulut önce Yeni Malatyaspor'da başladı. Bence Alanyaspor'dan daha başarılı olduğu dönem burası. Lige yanı çıkan Yeni Malatyaspor, sezona Ertuğrul Sağlam ve sayısız transferle girmiş ama sezon kötü başlamıştı. İlk beş maçta bir galibiyet alınca ve hatta oyun olarak da pek ışık vermeyince Sağlam'ın bileti erken kesildi. Boşta teknik direktör bulmanın henüz zor olduğu bir döneme denk gelmesi Bulut'un şansı oldu. Belki sezonun daha ortası olsaydı bu şansı bulamayabilirdi. Fakat şansını iyi kullandığını kabul etmek gerekir. Boutaib, Adem Büyük ve biraz da Aytaç Kara dışında elinde 'vasat' sayılabilecek oyuncu dahi yoktu. Üstelik moral ve özgüven olarak dibe vurmuş bir takım vardı. Savunmada güçlü durmak her şeyi değiştirebilirdi. Adım adım gitmenin en iyi yolu...

İlk sekiz maçta sadece dört gol atabildi Yeni Malatyaspor. Fakat buradan dokuz puan çıkardı. 10. maçında üçüncü galibiyetini alması da pek tatmin edici olmayabilirdi. Hatta belki o maçı kaybedip iki galibiyette kalsa Bulut'un da Malatya günleri erkenden bitebilirdi. Fakat o 10. maçı kazandı. Giden de başkası oldu. Neydi o 10. maç? Galatasaray! 2-1 kazandı Malatyaspor. Gidense Igor Tudor oldu.  Galatasaray'ın hocasını gönderen eski Fenerbahçeli... Gelecek yazılıyordu.

Ertesi hafta Kayserispor'u da yenince, Yeni Malatyaspor devre arasına rahatlamış ve havayı yakalamış bir şekilde girdi. İkinci yarıda da işler fena gitmedi. 17 maçın altısını gol yemeden bitirdi. Yedi maçta ise gol atamadı. Fakat bu anlaşılır bir durum. Gol yememek öncelikli plandı ve bunu başarmak kıymetli bir işti. Daha da önemlisi bunu devre arasında çok fazla transfer yapmayarak başardı. Yani elindeki kadrosundan verim almayı başarmıştı. İyi bir hocalık meziyeti.

Bulut için, "Abdullah Avcı'nın yardımcılığını yaparak sahaya girdi" desek yanlış olmaz. Muhakkak Avrupa'da da çalışmaları vardı ama en azından Süper Lig kazanı için öyle. O başlangıç günlerini anımsayalım o zaman.

Avcı, Başakşehir'in Süper Lig'e yeniden çıkışının ardından bir kez daha takımın başına geçmişti. İlk sezonlarda geride kalıp, alanı kapatıp, pozisyon vermeyip, fırsat bulduğunda gol atmaya çalışıyordu. Bu sayede ilk dörde girmeyi de başardı. Sağlam durmayı başardıktan sonra, önce geçiş oyunlarını daha sistemli bir hale getirmeye başladı. Öyle "Mehmet Batdal'a uzun şişir, o indirsin" oyunu artık kalmamıştı. "Visca'yı, Cengiz'i kaçır, bekleri bindir, orta saha içeriye girsin" gibi daha planlı ve detaylı (biz kısa kestik) bir oyun vardı. Şişireceksen de Batdal'a değil, Adebayor'a şişir, en azından kalite artsın! Bir müddet sonra bunu da aşmak gerekmişti, zira Başakşehir ligin tehlikeli takımlarından biri olunca, geçiş oyunu oynamak zorlaşacaktı. Bu sefer set oyunu oyununa geçildi ve bunun da altından kalktı. Fakat bunların hepsi bir senede olmadı. Zaman lazımdı.

Erol Bulut da hep bu metod üzerinden ilerlemeye çalıştı. Zamanı Malatya'da bulabilirdi. İkinci sezon öncesi çalışmalarını ona göre yaptı ve takımın kalitesini arttırdı. Ön tarafa Aleksiç ve Guilherme geldi. Arkada Farnolle ve Mina gibi lig için ve oynanacak oyun için yeterli isimler vardı. Bir önceki sezonu 10. bitiren takım, o sezonu beşinci sırada bitirdi ve UEFA Avrupa Ligi biletini aldı. Bir önceki sezon bir devrede 7 maçı gol atamadan bitirmişti, bu sefer sezonu 7 maçta gol atamadan tamamladı. Bu maçların altısı deplasmandaydı. Yani en azından kendi sahasında üretim başlamıştı. Malatya, küçük bir Başakşehir olabilirdi. İvme o yöndeydi ama sezon sonunda Erol Bulut kulüpten ayrıldı.

Yeni adres Alanyaspor'du. Alanyaspor, Yeni Malatyaspor gibi bir kulüp değil. Öncelikle Süper Lig'de biraz daha eski sayılır. Ve kısa süresinin tamamında yetenekli hücum oyuncularına sahip oldu. Saffet Susiç döneminde de Mesut Bakkal döneminde de, Sergen Yalçın döneminde de takımın iyi bir hücum standartı vardı. Emre Akbaba, Love gibi oyuncuları İstanbul'a yollamasını bildi. Yani öyle "Önce savunmayı oturtalım ve yavaş yavaş ilerleyelim" demeye gerek kalmayabilirdi.

Cisse, Bakasetas, Junior Fernandes, Djalma Campos, Efecan Karaca. Hatta kadroya bile giremeyen kupa golcüsü Yacine Bammou, Mustafa Pektemek, devre arasında transfer edilen, alt ligin en iyi oyuncularından Emircan. Muhteşem bir hücum gücü. Bu hücum gücü ligin çoğu takımında yok. Hatta bir sezon önce santrforsuz oynayan Galatasaray'ı hatırlayınca, hatta PAOK karşısına forvetsiz çıkan Beşiktaş'ı düşününce lig standartlarının üstünde bir hücum kadrosu olduğunu görüyoruz.

Yine de bir ayrıntıyı atlamamak lazım. Alanyaspor her zaman iyi hücum oyuncuların sahipken, aynı zamanda çok kötü, adeta kurabiye gibi dağılan bir savunmaya da sahipti. Gol yeme konusunda fazla hevesliydiler. İşte o Alanyaspor, geçen sezon 37 gol yedi. Üstelik yediği gollerin 10'u penaltıdan! Ayrıca savunma oyuncularının yüksek kalitede olduğunu söylememiz de zor. Wellinton ve N'Sakala'nın PAOK karşısında nasıl zorlandıklarını gördük. 10 penaltı yaptıran takımın oyuncusunun, gittiği takımda da ilk maçında gereksiz penaltı yaptırması şaşılacak durum değil ama bu ayrı bir konu.

Alanyaspor sezonu yine beşinci sırada bitirdi. İlk iki tam sezonunda iki farklı takımı beşinci sıraya sokmak önemli bir başarıdır. Fakat Yeni Malatyaspor ile Alanyaspor'un aynı olmadığını tekrar belirtmek lazım. Burada da karşımıza hücum konusu çıkıyor. Ve hatta maç kazanma konusunda gerçekten sanıldığı kadar iyi mi?

61 gol atmış bir takımdan bahsediyoruz. Neredeyse şampiyon  Başakşehir (63 gol) kadar. Fakat eldeki kadronun daha fazlasını üretebileceğini, daha keyifli bir futbol oynayabileceğini düşünüyorduk. Mesela atılan gollerin önemli bir kısmı duran toplardan (9 gol) geldi. Tabi bunu küçümsemiyoruz. Zira duran top golleri sadece "orta-kafa-gol" şeklinde gelişmedi. Çoğu duran top organizasyonunda ikinci, üçüncü pasın yapıldığını gördük. Stoper Steven Caulker sezonu altı asistle tamamladı. Savunma oyuncuları bu organizasyonun bir parçasıydı. Erol Bulut da bir röportajında bu konunun üzerine çok fazla eğildiklerini açıklamıştı. Çalışan kazanır. Bundan yana bir sıkıntımız yok. Fakat hücum potansiyeli daha yüksel olabilirdi. Geçişlerde çok başarılı olan takım bunu sahaya her zaman koymadı. Set oyununda ise hiç görmedik. Oysa Fenerbahçe'de bunlar olmak zorunda.

Dört gollü, beş gollü galibiyetler çokça alındı. Sayısını verelim; dört maçta beş gol, üç maçta dört gol atıldı. Fakat bu maçların gidişatı çok ilginçti. Denizlispor deplasmanından Wellinton'un iki duran top golüyle maç bir anda koptu. Galatasaray'a dört atılan maç, iki yarının son dakikalarında gelen gollerle şekillendi. 85 dakikası golsüz geçilmişti. Sonuncu Ankaragücü'ye oynanan iki maç da istatistiğe yardımcı oldu.

O nedenle Erol Bulut'un Alanyaspor performansı çok verimli değildi ama yine de kafasındaki planı düşününce çok doğruydu. Tıpkı Avcı gibi veya tıpkı kendisinin Yeni Malatyaspor dönemi gibi. Önce sahada durmasını öğren, rakibi durdur, sonra vur. Alanyaspor, Bulut ile devam etseydi büyük ihtimalle önümüzdeki sezon çok daha verimli bir takım olacaktı.

Erol Bulut'un ve aslında bütün hocaların, İstanbul radarına girmesi, o takımlara karşı oynadığı maçlar sayesindedir. Ligin geri kalanında ne yaparsa yapsın, o maçlarda rakiplerine zorluk çıkarırsa önü açılır. Hatta bunu deplasmanda yaparsa, daha da saygı duyulur. 

Erol Bulut'un Tudor'u gönderdiğinden bahsetmiştik. Ayrıca Onur Kıvrak ve Burak Yılmaz'ı Trabzonspor'dan gönderdiğini de hatırlatmak lazım. 5-0'lık maç halen akıllarda. Peki diğer maçlar? Başakşehir'i de sayarsak Alanyaspor bu sene ligde oynadığı 10 'büyük' maçın üçünü kazanabildi. Lig dördüncüsü Sivasspor'u dahil edersek 12 maçın üçünü! Bu maçların altısında, yani yarısında gol atamadı.

Kazanamadığı bazı maçlar çok ilginçti. Mesela iç sahadaki Beşiktaş maçı. 1-0 öne geçti. Sonra geriye yaslandı. Gol yemeden maçı bitireceğini düşündü, savunmasına çok güvendi ve 2-1 kaybetti. Kadıköy'deki Fenerbahçe maçı da benzerdi. 1-0 öne geçti ve ilk yarıyı önde tamamladı. İkinci yarıda ise maç Alanyaspor yarı sahasında oynandı. Fenerbahçe erken bir golle 1-1'i yakalasa da oyun değişmedi. Maç 1-1 sona erse de, oyun Fenerbahçe'ye daha yakındı. İkinci yarıda Alanyaspor'un tek planı "At Cisse'ye" der gibiydi. Maç boyunca 5 şut çekebildiler. Fenerbahçe ise 17 şuttan 1 gol çıkarabildi. 

Kadıköy'de buna benzer bir maç daha vardı. Bir sezon önceki Fenerbahçe - Yeni Malatyaspor karşılaşması. O dönem küme düşme hattında yer alan Fenerbahçe, tarihinin en stresli maçlarından birine çıkmıştı. İlk yarı karşılıklı gollerle 2-2 geçildi ama Fenerbahçe, Mehmet Ekici'nin şutları (iki gol de ondan gelmişti) dışında pozisyon üretemedi. Malatyaspor da rakibin üzerine gitme konusunda hevesli değildi ama her gittiğinde de gol çıkardı. Fakat ikinci yarı bambaşka bir maç oynandı. Yeni Malatyaspor yarı sahasında geçen 45 dakikada konuk takımın tek planı "At Bifouma'ya" oldu. Aslında bu plan sayesinde bir gol daha geliyordu ama Bifouma atamadı. İkinci yarı boyunca ısrarla açık arayan Fenerbahçe, 86'da bir yan topla golü buldu. O gün Fenerbahçe 19 şut çekti. Rakamı anlamlandıralım. O kötü sezonda Fenerbahçe'nin en çok şut çektiği dört maçtan biri.

Yeni Malatyaspor o sezonda beş kafa takımla oynadığı 10 maçtan sadece üçünü kazanabildi. Kimileri için bir Anadolu takımında yüzde 30'u yakalamak fena bir istatistik olmayabilir. Fakat diğer yandan ligin beşincisinden bahsediyoruz.

Bu noktada üç sezonluk tecrübesiyle "Erol Bulut başarılı mıydı?" sorusuna verebileceğimiz cevap biraz eksik kalacak. Çok verimli işler yaptı ama her iki takımında ikinci tam sezonunu görmek isterdik. O yüzden Fenerbahçe için biraz erken geldiğini düşünüyorum. Peki Fenerbahçe'de ne yapabilir?

Fenerbahçe ne istiyor?

Erol Bulut - Fenerbahçe birlikteliğini bu soru üzerinden değerlendirmek daha faydalı olacak. Ne de olsa henüz resmi maça çıkmamış bir ikiliden bahsediyoruz. Hocayı az çok tanıdık ve anladık. Fakat bunun bir de kulüp tarafı var. Kulübün istekleriyle bunlar ötüşüyor mu?

Fenerbahçe 2014'ten beri şampiyon olamıyor. Yıllardır Şampiyonlar Ligi'ne gidemiyor. Son iki senede ilk  beşe giremedi. Taraftar sabırsız. 20 yıllık başkanı deviren, büyük umutlarla gelen Ali Koç daha da sabırsız. Öte yandan ligi kalitesi ne kadar düşse de, şampiyon olmak daha da zor. Başakşehir aradan sıyrılıp kupayı kaldırabildi. Sivasspor gibi mütevazi bir takım kafasını uzatabiliyor. Hatta bunu en iyi Erol Bulut biliyor; iki takımla 'giriş' sezonunda ilk beşi kapabildi. Fenerbahçe hemen şampiyon olmak istiyor. Gelen transferler, kurulan kadro da bunu gösteriyor. Tabir-i caizse "Ya herro ya merro" senesi. Böyle bir sezonda, ligi ve ülkeyi tanımak için zamana ihtiyacı olacak yabancı bir teknik adamla, hatta Nenad Bjelica gibi kamuoyu tarafından yıpratılmaya müsait bir isimle sezona girmek hata olabilirdi. Üke içindeki çoğu alternatifin bile yıpratıldığı bir gerçek. O nedenle Erol Bulut'tan daha iyi bir seçenek bulmak kolay olmazdı. O zaman akla şu geliyor; acaba sezonu mu değiştirmek gerekiyordu?

Yani bu seneyi herro-merro sezonu olarak düşünmek yerine, beklentileri düşürmek ve yönettiği iki takımın da ilk senesinden verim elde edip, ikinci senesinde daha yüksek bir performans göstermesi muhtemel Bulut'a zaman ve alan kazandırmak daha doğru olmaz mıydı?

Doğru olabilirdi ama mümkün olmazdı. İşte o nedenle bu birliktelik çok düşündürüyor. Savunmayı sağlam tutan, hızlı ama az hücum eden, zorlu maçlarda geride bekleyen, gollerin önemli bir kısmını duran toplardan bulan bir Fenerbahçe, tribünleri tatmin eder mi?

Zirveye ortak takım sayısının iyice arttığı dönemde, sezonun ilk bölümünü ilk dördün dışında geçirmeyi, takım oturana kadar beşincilikte, altıncılıkta gezinmeyi ve hatta bunlar olurken keyifli futbolu bir kenara bırakmayı Fenerbahçe tribünleri kabul eder mi?

Cevaplar pek olumlu durmuyor. Bu satırlar yazılırken Erol Bulut'un önemli bir şansı vardı. Maçlar seyircisiz oynanacağı için, Fenerbahçe oyuncuları ve teknik heyeti sahada çok daha rahat gelişme imkanı bulabilecekti. Fakat TFF'nin aldığı son karar tribünlere yüzde 30 oranında taraftarın gelmesine olanak sağladı. Bu da az da olsa zaman zaman Kadıköy'den uğultuların yükseleceğini gösteriyor. Zaten artık İstanbul takımları için doğru teknik direktör kalmadı. Yeni kuşak teknik direktörler için de doğru adres orası değil. O nedenle yazının başlığına geri dönebiliriz. Bu uzun yazının ana fikri orada... 

Yine de; her uyumsuzluk kötü sonuç doğurmaz.

Hiç yorum yok: