Pazartesi, Eylül 13

The English Game


Pandemi döneminde izlediğim dizilerden biri daha...

Masum'a göre biraz daha hoşuma gitmişti ama bunda, futbol sayesinde benim açımdan ilgi çekici bir unsurun yer alması önemliydi. Hatta maç izlemediğimiz, top oynamadığımız bir dönemde ilaç gibi geldiğini kabul etmek lazım.

Bunlar dışında; aslında yine hayal kırıklığına uğradım.

Önce biraz konusunda bahsedelim. Britanya'da futbolun ilk kez oynanmaya başlandığı yıllarda, oyun kolejlerin ve onların zengin öğrencilerinin himayesindedir. Hatta kuralları da onlar şekillendirir. Kurumlarda onların etkisi vardır. Diğer yandan işçi sınıfı da futbola dahil olmak ister. Fabrikalar da futbol kulüpleri kurar. Fakat profesyonellik yasak olduğu için işçi sınıfı sorunlarla karşılaşır. İşçi olarak çalışarak futbol oynamak ve zengin gençlerle rekabet etmek zordur. Sadece futbolcu olarak hayatlarını idame ettiremezler, zira para kazanmaları gerekir. Böyle bir dünyada Fergus Sutter ve Arthur Kinnaird önderliğinde iki cephenin kapışmasını izleriz.

Öncelikle futbol hikayeleri, senaryoya döküldüğünde çok garip bir paradoks çıkıyor ortaya. Bir hikaye yazsak, izleyen ve okuyan "Böyle hikaye olur mu, hiç gerçekçi değil" diyebilir. Oysa futbolda gerçekten öyle mucizevi ve sihirli hikayeler oluyor. Mesela 1999 veya 2005 Şampiyonlar Ligi finallerini, senaryoya aktarsak bilmeyen biri "Hadi oradan" der. Ama oluyor işte. Benzer bir hikayeyi kurgulasak, zaten inandırıcılığı iyice düşüyor, 'sallamışsın' oluyor.

O nedenle genelde futbol film ve dizilerinde gerçek hikayelere başvurulması, inandırıcılığı kuvvetlendirmek için önem kazanıyor. Fakat 'gerçek hikaye' dediğiniz dizide, tarihin akışını değiştiriseniz işin tadı kaçıyor.

The English Game'den önce İngiliz futbolunun ilkel dönemine ait çok kısıtlı bilgim vardı. Diziyi izlemeden önce biraz göz attım. Normalde de bunu yapmam. Yani izleyeceğim yapımlardan önce bilgi almamaya dikkat ederim. Fakat konu futbol olunca bu takıntımı kenara bıraktım. Bu sefer daha kötü oldu. "Spolier" yeme korkusu kendini hissettirmedi ama izlenen konunun süslendiğini ve abartıldığını görünce tadım kaçtı.

Yine de tabi ki dizi yüzde 100 hayal ürünü değil ve dönemin şartlarını ve ana atmosferini çok iyi yansıttığını düşünebiliriz. Bir dönem dizisi olarak benim bile beğenimi kazandı ki ben dönem filmlerini çok sevmem. Tabi bir kez daha vurgulamak lazım; futbolun varlığı bu noktada çok belirleyiciydi.

Tabi detaylara takılmamak lazım. Bir de ana fikir var. Dizi boyunca ve dizinin sonunda hissettiğiniz duygu; zenginlere karşı duran yoksullar oluyor. Mücadele, dayanışma, inat, hırs... Bu tip kavramlar zaten futbol sahasında da çok geçerli. Dizi bunu sahanın dışına da çıkarıyor. Çatışmayı sosyal hayata da taşıyor.

Peki gerçekten de işin sonunda yoksulların kazanması iyi miydi?

Diziyi izleyenlerin çoğunluğu Fergus'u ve onun düşüncelerini desteklemiştir. Fakat Fergus neyi savunuyordu? O, olaya daha çok kendi açısından ve hislerinden, sevgisinden yola çıkarak bakıyordu, kendi açısından değerlendiriyordu. Bunda da haklıydı. Amacı futbol oynamaktı ve futbol oynamak için şartları zorluyordu. Fakat diğer yandan futbol, onun sayesinde veya onun yüzünden profesyonellşecekti.

Profesyonelleşme iyi bir şey mi peki? Oyuncuların geçimini kazanması açısından; sorunun cevabı evet. Fakat diziyi izlerken Fergus'a hak verenlerin, dizi dışındaki futbol konuşmalarında "Ya bu futbolu esas para kirletti" demesi ne olacak? 

Arthur ve arkadaşları elitist bir bakışa sahip olabilir ama oyunu  maddi tatminden korumak kötü bir düşünce mi? Bugün, benzer düşünceleri dile getiren biri "devrimci" olacakken, Arthur ve arkadaşları neden kötü karakter oluyor ki?

Tabi ki bu noktada imdadımıza yetişen bazı kritik repliklerimiz var. Kendi kolejli arkadaşlarının düşüncelerinden sıyrılan ilk isim Arthur oluyor. Taraf değiştirdiği için ona sempati duymaya başlıyoruz. Fakat Arthur arkadaşlarına, düşüncesini şu cümlelerle açılıyor:

"Oyuna kuralları biz verdik ama oyun bize ait değil. Futbol imparatorluğa ve ötesine yayılacak. Bu kesin. Avrupa'ya, Afrika'ya, ABD'ye, Güney Amerika'ya... Bunu gerçekten durdurmak mı istiyorsunuz? Bu gerçekten mümkün mü sizce?"

Mümkün değildi. Önlenemezdi. Arthur bunu ilk fark eden kişi oldu. Kendisi tarihte de çok önemli bir yer edindi. 33 yıl FA başkanlığı yaptı. Sir unvanı edindi. Futbolun kitlelere yayılmasını sağladı. Ya da dizideki ifdayle, akan selin önünde durmadı. Diğer yandan gidişatı ve değişimi iyi değerlendirdi. Futbolda ilk küreselleşmenin adımlarını attı. Kötü mü oldu? Hayır! Fakat küreselleşmeyle beraber, pazarlama da yanında geldi. Daha çok insana ulaşan oyun, oyun olmaktan çıkıp bir sektöre dönüştü. Şu günlerde gelinen noktada bu selin başlangıç noktasını savunmak doğru mu? Emin olamıyorum.

Öte yandan Fergus'un dediği bir nokta var. O da Arthur'a neden para kazanmak zorunda olduğunu ve profesyonelleşmenin gerektiğini anlattığı sahnede gerçekleşiyor:

- Çalışıyor olabilirsin. Ama kendini paralamıyorsun. Maça daha başlamadan çoktan yorulmuş olmuyorsun. Anlamıyor musun? Antrenman yapamıyoruz. Dinlenemiyoruz. Para almazsak gelişemeyiz.

+ Peki biri en iyi oyuncuları satın alıp kupayı kazanırsa ne olacak. Bu nasıl adil olur?

- Sabahın beşinden geçe dokuza kadar, haftada altı gün çalışan bir adam eve ekmek getirmeye yetecek parayı ancak kazanıyor ve senin gibi dinlenmiş, iyi beslenen bol antrenmanlı biriyle yarışıyor. Bunun neresi adil?

İşin bu noktasında da Fergus haklıydı. İşin içinden çıkılmaz zor bir durumdu. Ne olduysa oldu ve iş buralara geldi.

Tabi bir yandan Fergus'un bu rekabet anlayışının altını çizmek lazım. Benzer bir konu bizim yerli oyuncu - yabancı oyuncu çatışmasında da yaşanıyor. Yerli oyuncu için, "yabancılarla rekabet etsin, edemeyen oynamasın" deniyor. Fakat Fergus'un dediği gibi, benzer şartlarda eğitilmeyen, idman yapamayan çocukların iyi şartlardan gelen meslektaşlarıyla rekabeti ne kadar adil olacak?

Bu ayrı bir konu. Biz diziye dönelim. Dizi, zor zamanlarımızda futbol temaslı konusuyla bize nefes aldırdı. Fakat diğer yandan altı bölümün çoğu kısmında aşk meşk gönül işleri revaçtaydı. Futbola ilgisi olmayanları da diziye çekmek adına birçok konu yaratılmış. Bence işi çorbaya dönüştürmekten başka bir işe yaramamış. Öte yandan çoğu Netflix dizisi gibi altyazılar sıkıntılıydı. Bu konu da artık kangren haline geldi. 

Açıkçası bir dizi olarak kopuk kopuk olması nedeniyle beğenmedik ama bir futbol içeriği olarak değerli olduğunu kabul etmek gerek. Hatta bir sene sonra başlayan Avrupa Süper Ligi projesinde İngilizlerin gösterdiği tepkinin itici gücü bile olabilir. İngilizlerin oyuna sahip çıkma dürtüsünü hafife alamayız.


Hiç yorum yok: