Pazartesi, Ocak 9

Çok Güzel Ama Tatsız


Maç sabahı. Güneşli bir pazar günü. Hiçbir heyecanım yok. Stresim yok. Biraz şaşkınım. Biraz da düşünceli. Maçı düşünmüyorum ama. Onlar eskidendi. Neden bu duruma geldiğimi düşünüyorum. Yaştan dolayı olabilir mi? Büyüdük galiba artık. Oysa hayatımın diğer noktalarında "büyümüş" gibi değilim. Bu olgunluk denen zımbırtı, bula bula burayı mı buldu? Yoksa mesleki deformasyon mu? O da bir etken olabilir ama pek meslek kısmı da kalmadı işin. Gün ilerledikçe kendimi, yani eski beni bulacağımı tahmin ediyorum ve güne başlıyorum.

Güneşli bir pazar günü. Ocak ayı ama sanki öyle bir hava var ki, sanki sezonun son haftaları. Sanki bahar. Cadde ve sahil dolu. Her yer sarı-lacivert. Eskiden kalabalıktan içinde azınlık ve hatta saklanmış bir azınlık olmaktan tat alırdım. Motive olurdum. Heyecanım artardı. Şimdi hiçbiri yok. Neden? Yakın zamanda Kadıköy'de maç kazanmış olmaktan dolayı mı? Bütün o büyü, serinin devam etmesinden dolayı mıydı? Öyleyse neden Ali Sami Yen'de, Aslantepe'de, Erzurum'da, Manisa'da oynanan maçlarda duyduğum heyecan, bu sefer yok.

Eski totemler yok. Her derbiye, maç izleyecek mekanlar arama telaşı yok. Totemsiz maçlar, totemsiz yıllar... Aklıma bile gelmiyor artık öyle işler. Mekanda izlemek zaten bunaltıyor beni. Saçma sapan yorumlar yaparak maç izleyenlere kapalıyız. Arkadaş ortamı da geriyor. Bence en güzeli böyle. Aslında en güzeli değil de, en güzelinden bir önceki. En güzeli, anın yerinde olmak, o kesin...

Maç başlıyor. Evde izliyorum. Yalnızım odamda. Eşim içeride Netflix izliyor. Normal bir hafta sonu bizim için. Beşiktaş - Gaziantep FK maçı da olsaydı aynı durumda olurduk. Goller geliyor. En ufak bir çığlığım yok. Hatta maç sonunda eşim skoru soruyor. Eskiden olsaydı, aynı evi paylaştığım insanlar, maçı izlemeden bile bir skor tahmini yürütebilirdi.

Maç bitiyor; 0-3! Tarihte daha kusursuz derbi galibiyeti hatırlamıyorum. 1993'te 4-1 yendiğimizde çocuktum ama olaya hakimdim. Fenerbahçe şampiyonluktan uzaklaşmıştı, eksikleri vardı ve biz favoriydik. Maçı televizyon bile naklen vermemişti. Öyle bir derbiydi. Çok sevinmiştim. Halen en sevindiğim derbidir herhalde.

Fakat bu maçı düşününce, her unsurunu değerlendirince, onun üzerine çıkacak düzeyde. 50 bin kişilik stadyumun tribünleri dolmuş, gol yememişsin, havaya giren yarıştaki rakibini dağıtmışsın, herkes prim-time'da seni izlemiş, ofsayt olan veya kaçırdığın goller var, rakibin ile transfer dalaşına girdiğin oyuncu kırmızı kart görmüş... 

Daha da eklenir...

1998'deki 4-1 TSYD maçıydı, 2005'teki 5-1'de rakip daha iyi oynamıştı, 2011'deki 3-1 kendi sahandaydı. Düşünüyorum bulamıyorum. Bundan daha iyi derbi var mıydı sorusuna yanıt aramıyorum. Yanıt belli. Son 30 yılda daha iyisi yok! Esas soru benimle alakalı; ben neden ve nasıl böyle oldum?

Uzun yıllar boyunca futbol, basketbol, stadyum, salon, İstanbul, Anadolu gezdiğimiz arkadaşlarım mesajlar yazıyor. Kimisi oğluyla fotoğrafını yolluyor. "Bizim çektiklerimizi evladım çekmiyor" diyor. Son altı senede tek Kadıköy yenilgisi... 7 yaşındaki Galatasaraylı bir çocuğun hayata girişine bak! 

15 sene önce aklımıza bile gelmezdi. Ya da gelirdi. Gelirdi ve şöyle derdik, "Böyle bir şey olduğunda neler hissederiz, neler yaparız, ne yaşarız çok merak ediyorum?"

15 sene önce, hayatımda en çok istediğim senaryo gerçekleşti ama 15 sene sonra onu artık o kadar istemediğimi biliyorum. O an yaşanıyor ve geçiyor.

2014'ten beri maçlara gitmiyorum. Tribün kovalamıyorum. Passolig bir etken tabi ama başka nedenler de vardır. Zaten Passolig olmasa ne olurdu ki? Deplasman tribünü zaten kapalı, olsa ateş pahası, gitsen genç çocuklarla aynı tadı alır mıydın, o da soru işareti...

Neyse ne... Melankolik biraz yazı değil bu zaten. Öyle karamsar hislerim yok, sadece şaşkınım. Hatta mutluyum da. Güzel oldu. İzlemesi de keyifliydi, sonrası da. İçinde bulunduğum şartlar, yeni yaşantım, hayattan beklentilerim beni başka biri yapmış olabilir ama günün sonunda halen maç izliyorum, halen takım tutuyorum ve halen takipteyim. Sonuç olarak da takımım kazandı. Haliyle bu da güzel bir geceydi. Rahatlattı. Sevindirdi.

Sanırım esas problem anın bir parçası, öznesi olmamakla alakalı. Oyundan, oyunun kendisinden, tribünden, uzaklaştırıldık. Arkadaşlarımız dağıldı, stadyum yıkıldı, futbola dair yazılan çizilen konuşulan konular değişti. Bizim 15 sene önce yaşadığımız dünya artık yok, onun yerine bizim izlediğimiz bir 'olgu' var. Artık özne değil, izleyiciyiz. Bu da, anın tadını çıkarmaktan alı koyuyor. Daha doğrusu bu "an", bizim "an"ımız değil.

15 sene önce beklediğimizdi ama artık bize ait değil.

Bende de değişimler var tabi. Belki de gündüz yaptığım turu akşam bir daha yapsaydım daha farklı olabilirdi ama eşimle evde oturup Seinfeld izlemek, o esnada Twitter'dan editlere bakmak daha cazip geldi.

Ertesi gün iş var. Hayat devam ediyor. Napoliler haklı değil sanırım. En azından benim için. Ertesi sabah borçlarım da yok üstelik. Fakat o gece dünyanın en mutlu insanı da değildim. Mutsuz da değildim. Her şey birbirine karıştı işte...

Çok güzeldi ama tatsızdı...

En iyisiydi ama eskisi kadar güzel değildi...

Hiç yorum yok: