Jorge Jesus'un Ümraniyespor maçı öncesi yaptığı açıklama gündem olmuştu. Çoğu kişi Portekizli teknik direktöre tepki de gösterdi. Aynı konuya değineceğiz ama benzer cümlelerden kaçınacağız.
Derdimiz bir şampiyonluk yarışı esnasında oluşan gündemden beslenmek değil. Jorge Jesus da değil. Jorge Jesus'un söylediklerini başka bir takımın teknik direktörü söyleseydi başka tepkilerin olacağını biliyoruz. Türk bir teknik direktör söyleseydi, o da bu kadar sert karşılaşmazdı, en azından "Sen git önce Portekiz'in sahalarına bak" denmezdi. Yani o bulanık su, biraz tehlikeli; girmeyeceğiz.
Biliyoruz ki; aslında kimse Ümraniyespor'un stadını pek sevmiyor. Oraya gitmek istemiyor. Zaten esas meselemiz de bu. Jorge Jesus herkesin düşündüğünü söyledi. Sonuna kadar haksızdı. Fakat sözleri bu kadar peki çekmeyebilirdi, zira en büyük hatayı zamanlamada yaptı. Ligde geriye düşen ve kötü oynamaya başlayan bir takımın teknik direktörü olarak bu tip açıklamalar yaptığınızda kolay kolay destek bulamazsınız. Hatta taraftarlarınız bile sizle aynı görüşte olsa dahi sizi pek desteklemek istemez.
Jesus'un konusunu geçirdiği saha hakkındaki birikimi de minimum düzeyde olunca tartışma kaçınılmaz oldu. Zaten maç günü stadın zeminin birçok Süper Lig takımından daha iyi olduğunu gördük. Oysa esas mesele Ümraniyespor'un stadının 'çirkin' olmasıydı.
Bizim için değil tabi. Ya da sadece Jorge Jesus için de değil. Hepimiz biliyoruz ki; yeni Türkiye'de toplumsal algılar, ortak değerler, beğeniler değişti. Dünya da bu süreçte bize yardımcı olmadı. Güzellik, kalite gibi kavramlara bakışımız değişti. Daha da doğrusu tek tipleşti.
Herkes takımının Barcelona gibi oynamasını istiyor. Hatta rakibinin de benzer şekilde (ama daha yetersiz) oynamasını istiyor. Herkes tüm maçların Premier Lig temposunda olmasını istiyor. Herkes kusursuz futbolcuların, kusursuz teknik direktörlerin takımlarında yer almasını istiyor. Stadyumlar da aynı taleplerin doğrultusunda ilerliyor.
Eskiden Türkiye'de, çoğunun ismi Atatürk olan ama cismi birbirinden farklı onlarca stadyum vardı. Her stadyumun ayrı bir havası, ayrı bir ruhu bulunurdu. Tribünleri farklıydı, girişleri çıkışları farklıydı. Bu durum, bir yandan çeşitlilik katarken, bir yandan da 'deplasman' sertliğini veriyordu. Senede bir kez gittiğiniz, benzeri olmayan stadyumlar... Oralarda oynamak kolay değildi.
Sonrasında, o stadyumların hemen hepsi değişti. En azından şehir stadyumları bir furya halinde dönüştü. Değişirken, değişik tarafları da kalmadı. Hemen hepsi birbirine benzedi. Televizyonda izlerken farkı anlamayacağınız stadyumlar... Sivas'taki ile İstanbul'daki stadın arasında fark kalmadı. Tekdüzelik futbol ortamına hakim oldu. Tribünü, çatısı, kamera açısı... Her şey aynı artık. Sadece zeminler farklı. Biri güzel, biri kötü, diğeri idare eder. Standart olması gereken yerde standart sağlanamadı, en gerekmeyen noktalarda tek tiplik yaratıldı.
Böyle bir zamanda Ümraniyespor'un stadı çöldeki vaha gibi. Hatta, kelimenin tam anlamıyla çöldeki bir stadyum gibi. Etrafı ıssız, açık, keçilerin otladığı bir yere kourulmuş. Bunun nesi kötü peki? Zemini güzelse, soyunma odaları insani şartlardaysa, tribüne girişler çıkışlar sağlıklıysa stadyumun yerinin veya kapasitesinin ne önemi var?
Modern stadyumlar inşa edilmeye başladığında onlar da bir renkti. Ne de olsa farklıydı. Görkemliydi. Göz alıcıydı. Heyecan vericiydi. Fakat bu sıfatların elde etme nedeni de tek (veya az) olmalarıydı. Şimdi ise her yerdeler. Onlarca var. Farkları kalmadı, güzellikleri söndü.
Oysa rekabetin güzel ve zor taraflarından biri şartların farklılaşmasında yatar.
Biraz daha açalım. Çoğu stadyum artık çatılarla kapanıyor. Tabi ki zemini korumak önemli bir mesele; oyuncu sağlığı önemli. İşin o kısmını ihmal edemeyiz. Fakat futbol da bir açık hava sporu. Yağmuru, rüzgarı engellemenin ne gereği var? Bir stadyum çok rüzgar alıyormuş! Eeee. Olabilir. Futbol açık havada oynanır ve bazen şehirde fırtına çıkabilir. Doğada bunlar var. Futbolun doğasında da doğa var. Çimin üzerinden oynanan bir oyunun rüzgardan yağmurdan sakınmaması lazım. Bu basketbol değil ki?
Bir zamanlar tribünler "Yağmurlu bir günde görmüştüm seni" diye bağırırdı takımlarına. Şimdi yağmurlu bir gün olup olmadığını fark etmediğimiz, beraber ıslanmadığımız zamanlar yaşıyoruz.
Sırf bu 'küçük stadyum' beğenmezliği yüzünden Türkiye Kupası'nın statüsü değişti. Artık Bartın'a giden Galatasaray'ı, Niğde'de oynayan Beşiktaş'ı göremiyoruz. Niğde ve Bartın'ın takımları İstanbul'a gelip figüran olup dönüyorlar.
Ümraniyespor da Süper Lig'in figüranı olacaktı. Sezon başında Olimpiyat Stadı'nda oynuyordu maçlarını. Karagümrük gibi... İstanbul'un takımı sayısı attıkça birbirinin aynı maç hikayeleri de artıyordu. Yani hepsi birbirinin aynı maçlar. Stad aynı atmosfer aynı, sadece isimler değişik. Oysa Ümraniye'ye gitmek, sezon içinde 3-4 kere Olimpiyat Stadı ziyareti yapmaktan daha ilgi çekici, heyecanlı ve biraz da gizemli olurdu.
Bu tartışmanın burada kapanmayacağına eminim. Yarın Eyüpspor, Pendikspor gibi takımlar da lige yükselecek. Bodrumspor yükselince maçlarını 109 km uzaklıktaki Muğla'da mı oynayacak acaba? Keçiörengücü'nün stadı yerine Eryaman'a mı gidilecek? Cevapları bilmiyorum ama şundan eminiz; o zaman da bu tartışmalar harlanacak.
Yani konunun Jorge Jesus ile alakası yok. O sadece bir özne. Belki seneye burada olmayacak bile. Fakat biz bu tartışmaya devam edeceğiz. İşte ben de o zamanlar için, fikrimi şimdiden belirteyim.
Küçük semt stadyumlarına dokunmayın... Bırakınız oynasınlar, bırakınız konuk etsinler...
Yeter ki zeminleri düzgün olsun, soyunma odasında sıcak suyu aksın...
1 yorum:
eskişehir ve konya hariç yeni statların hepsi rezil. yeri de kendileri de. rant amaçlı yapılar işte.
Yorum Gönder