Pazartesi, Ağustos 30

Eskişehirspor 1-3 Galatasaray


İş hayatına başladığımdan beri ilk defa bir deplasman yapabildim. Çıkan sonuç bir yana, aldığım keyif bunun devamını istememe neden oluyor. Zorlayacağız.
Bostancı'dan, yani kendi semtimizden, bindiğimiz trende bile Eskişehirsporlular bizden fazlaydı. Şehre vardığımızda karşılaştığımız atmosfer "deplasman" kelimesinin tam karşılığıydı. Bilmediğimiz sokaklarda gezerken, her yerden karşımıza kırmızı-siyah formalı insanlar çıkıyordu. Tramvaylarda bile "ES-ES'e Başarılar" yazısı yazıyordu. Esnaf, dükkanının içinde formayla oturuyor. Şehir inanmış sözünün tam karşılığı. Can sayesinde Eskişehir turu atarak maç havasından sıyrılıp, Galatasaray'ın geçmişini ve geleceğini masaya yatırdık. Bu süreçte sanki Eskişehir'de değilde kendi stadımıza yakın bir yerlerdeymişiz gibi hissettik. Tabi ne olursa olsun, oturulan mekandan sokağa bakınca Eskişehir'de olduğunuzu anlıyorsunuz.

Bütün bu yazdıklarıma rağmen, "Eskişehirspor Deplasmanı" sadece bunlardan ibaret. Stada girişimiz de çıkışımız da çok kolaydı. Değil Kadıköy'e/İnönü'ye, Sami Yen'e bile bu kadar rahat girmemişizdir. Stadın içinde de Eskişehirspor tribünü suskundu. Muhakkak özel bir nedenleri vardır. Sanırım takım içi sorunlar onlarda da had safhada. Alemci futbolcular, tartışılan bir hoca, başarı bekleyen kitle... Böyle bir ortamda herşeyi unutup iyi bir tribün yapmak zor. Bu arada yeri gelmişken Allah her şehire Eskişehir polisi gibi bir polis teşkilatı versin.

Maç da, keyifsiz tribünlerden farklı değildi. 4 golün atılmış olması önemli değil, iki takım da isteksizdi. Ev sahibi ekipte en dikkat çekici uzun boyu ve 26 numaralı formasıyla Batuhan'dı, o da ayakta durmakta zorlanıyordu. Galatasaray'da ise özel olarak beğendiğim bir isim yoktu ama Hakan Balta'dan sonra Serkan Kurtuluş'u izleyince o kulvardaki farkı hissettik.

Her galibiyet gibi, bu da keyifliydi. Böyle zamanlarda gelen galibiyetin iyisi kötüsü olmaz. Haliyle sahadaki futbol pek de önemli değildi. Fakat İstanbul'dan kalkıp Eskişehir'e gelince yine Galatasaray'a özgü manzaralar gördük, yine gol sevinçlerini kıa kestik, yine atılmayan paslarda senaryo yazdık.

Elano'nun 45 dakika boyunca pas alamamasından, Arda'nın golden sonra tek başına geçen sene yuhalandığı tribünlere koşması, Arda (Aydın ile beraber) tribünlere koşarken diğer topçuların kulübeye koşması, maç sonu çekilen 3lüler vs.. Bunların hepsi ileride çok konuşulacaktır ama şimdi zamanı olmasın. Bir kenara yazarak es geçelim .

Galatasaray'ın başarı yolu diğer takımlardan farklı sanırım. Herkes çiçekli yollardan başarıya koşaren, Galatasaray başarya iğrenç yollardan geçerek ulaşıyor. Son 2 şampiyonluk bunun en büyük örneği. Milli maç arası güzel bir toparlanma süreci olacak.
Eskişehir'den dönerken yine treni kullandık ve yine azınlıktık. Fakat bu sefer trenimiz komple Eskişehirspor taraftarıydı. Eskişehirspor tribünü, Eskişehir'in yapısına uygun olarak farklı bir oluşum. Güzel bir renk.
Yine de şunu eklemek lazım, bizler de İstanbulluyuz. Burası biraz daha farklı. Ne olursa olsun; Müslümoviç o golü atmasaydı büyük ihtimal dün Eskişehir'de olmazdık. Garip bir rekabeti yaşıyoruz burada, bu da diğer şehirlerde olmayan bir tarzı benimsememize neden oluyordur.
Güzel oldu...

Hiç yorum yok: