Salı, Ağustos 31

Rijkaard ve Mustafa Sarp


Çok önemli bir yazı değil. Sadece kafamda beliren ufak 2-3 ufak düşünceyi yazacağım. Akılda kalmasın yazıya geçsin diye. Gerçi bunları daha önce de yazmışızdır satır aralarında ama bir de böyle bir başlık altında yazalım.

Önce Rijkaard. Onu seviyorum. Ona güveniyorum. Ona hala inanıyorum. Başarıyıya tapan biri olmadığım için Rijkaard'ın son 1.5 senede aldığı sonuçları beni çok ilgilendirmiyor. Rijkaard, Galatasaray'ın son 5-6 yılına hakim olan o kaos havasının panzehiri gibiydi. Bir yenilikti, yeni biri isimdi, beyaz sayfanın karşılığıdır. Doğruya doğru Rijkaard yerine o dönem adı geçen Schuster de gelse, Houllier de gelse aynı şeyleri onlara karşı hissedecektim.

Rijkaard'ın avantajı benim hislerimin hemen hemen aynısının tüm tribüne geldiği ilk günden itibaren yayılmasıdır. Rijkaard kadar sevilerek göreve başlayan yabancı hoca yakın tarihte yoktur. Gerets'den Skibbe'ye, Lucescu'dan 2.Kalli'ye, hiçbiri koşulsuz-şartsız bir desteği ilk gününden itibaren arkasında bulamamıştı. (Hagi tabi ki yabancı değildi).

Rijkaard'ın saha içinde hataları vardır, bunların hepsi tartışılır ama hiçbiri umrumda değil., bu yazının konusu da değil. Bu adama güvendik, elbette bir bildiği vardır. Önümüzdeki sene takımda kalması hala soru işareti olsa bile, 10 ay sonra bu takımda kalması sadece alacağı kupalara bağlı olsa da onu seviyoruz. Fakat çok önemli bir noktada eksiği var. Belki de eksik dememeli, tarzı budur ama biraz da bazı noktalarda buranın tarzına ayak uydurması gerekiyor.

Rijkaard'ın biraz daha tribünle iletişim kurması lazım. Eskişehir'de maçın bitiminden 1 saat sonra bir anda sahanın içinde Rijkaard belirdi. İlk başta kimse onun o olduğuna inanmadı. Biri "Rijkaard geliyor" diğerleri "hadi lan oradan" dedi. Koca Galatasaray'ın teknik direktörü, Aanadolu'nun bir şehrinde, ışıkları kapanmış bir stadyumda bomboş tribünlerin önünde tek başına geziyor. Yolunu kaybetmiş bir adam gibi yalnızdı. Rijkaard gibi bir adamın imajına uymuyordu. O olduğu anlaşıldığında tribünlerden onun adına tezahürat yapıldı, kendisi tribüne çağrıldı.

Bu ülke, ve bu tribünler gaza ihtiyaç duyar. Biraz enerji, biraz sinerji lazım. Haftalardır kazanamayan, 3 gün önce Avrupa'dan elenen bir takım, en sonunda korkulan bir deplasmandan ihtiyacı olan galibiyeti almış. Artık kenetlenme zamanı ve bunu hocayla da yaşamak istiyoruz. Hocanın orada tribüne 2-3 metre yaklaşması çok önemli. Fakat Rijkaard el hareketleriyle "gelemem, otobüs kaçıyor" hareketleri yaptı. Bunu iyi niyetle yaptığını hepimiz biliyoruz ama yetmiyor.

Evet doğrusu budur. Otobus bekletilmez. Herşey sistem içinde olmalı. Ama burayı da biliyoruz. O otobüs 3 dakika daha bekleyebilir. Rijkaard yerine mesela Gerets olsa üstünü-başını yırtarak gelirdi. Kenetlenme denilen o olay bu ufak şeylerde yaşanıyor. Rijkaard geçen sezon, birçok futbolcudan daha çok destek gördü, görmeye de devam edecektir. Meşhur Diyarbakırspor maçında tüm futbolcular tepki görürken Rijkaard diye inledi stadyum. Bu sene yine onun adına tezahüratlar yapılırken, stad hoparlöründen sesler geldi, yine de adı bağrıldı.

Rijkaard'ı çok seviyoruz, o da bizi sevsin istiyoruz. Sonuçta tribün cemaati her zaman sakin düşünemez, nasıl Galatasaray futbol takımını tribüne çağırdığımızda, 3-5 kişi gelince içimiz cız ediyorsa, bu da aynı şekilde ufak bir rahatsızlık nedeni oluyor.

Rijkaard'ı herkes severken biz biraz ufak dokunalım. Bir ufak düşüncem de; Elano'yu 90 dakika göremedik be hocam...?

Elano geçiş cümlesinin öznesi, buradan Mustafa Sarp'a geçelim. Herkes Mustafa Sarp'a sallarken biz de onu koruyalım. Mustafa Sarp, bu takımın günah keçisi oldu. Kendisi kesinlikle Galatasaray'ın topçusu değil, bunu kabul edebiliriz. Çok büyük eksikleri var. Fakat şu var, Mustafa kimseye silah dayamıyor. Hoca formayı veriyor o da oynuyor. Hatta her hafta oynuyor. Hoca ondan beklediğini alıyor demek ki. Fakat bizler, yani saha dışında olanlar, ondan çok büyük şeyler bekliyoruz.

Oysa Mustafa elinden geleni yapıyor ve yapacaktır. Elinden geleni yapabilenle, daha fazlasını yapmak istemeyen arasında fark vardır ve bu bağlamda Mustafa Sarp kızılacak bir oyuncu değildir. Çok sevdiğimiz Rijkaard, Mustafa'yı oynatıyorsa (ve bu Ali Turan gibi bir yokluktan dolayı değil, geçen sene de oynuyordu), Rijkaard'a güveniyorsak, Mustafa Sarp'a da güveneceğiz. Galatasaray futbolcusuna güvenmek, Galatasaray taraftarının 1.görevidir.

Arada kaynıyor bazı şeyler. Mustafa Sarp'ın yedirdiği gol forumlarda/sözlüklerde/bloglarda satırlarca yazılıp, insanların gözüne sokulurken, Mustafa Sarp'ın yaptıkları es geçiliyor. "Galatasaray futbolcusu tabi ki yapacak" iki yüzlü bir cümledir. Yaptıysa ne ala yapmadıysa canı sağolsun.

Mesela Mustafa Sarp'ın son maçta golden önce attığı o ince pas konuşulmuyor. Veya Sarp'ın bütün kazmalıklarına ve dağınıklığına rağmen oyun bilgisinin diğerlerinden daha fazla olması. konuşulan birşey değil. Fakat Mustafa'ya kızacağımız bir nokta da var. 1.5 senede kendini pek geliştirmedi. 30 yaşındaki bir adamdan bunu beklemek zor. Ama Elano hiç bir maçı 90 dakika oynamazken Mustafa'nın şunu demesi lazım: Hoca Elano'yu çıkarıyor, beni 11'de tutuyorsa, ben daha fazla şey yapabilirim, yapmam lazım."

Karışık bir yazı. Galatasaray ile ilgili çok yazmak istemiyorum ama hayatımızdan atmak zor, blogdan nasıl çıkaralım. Kupa kazandıranlardan çok, bize güzel anılar bırakan futbolcu ve teknik direktörleri daha çok sevelim diyerek son noktayı koyalım.

Hiç yorum yok: