Pazartesi, Haziran 17

Eve Dönerken




Cumartesiyi pazara bağlayan gece, evde televizyon başında çok korktum. İstanbul'un her sokağında çatışma... Sakat veya cezalı futbolcu tribindeyim. Maçı kenarda izlemek, sahada oynamaktan çok daha zor. Gerildim, korktum, fena hallere geldim.

Defalarca tartıştık, yazdık, çizdik. Karşımızdaki gücün yaptıkları artık şaşırtmıyor. O nedenle biraz da kendimize bakalım diyeceğim ama 20 gün sonunda hala kimin "biz" olduğunu ve bizi temsil edecek mecranın ne olduğunu bilmiyorum.

Pazar gecesi eve döndüğümde facebook ve twitter'da bireysel olarak herkes "Hadi eve dönelim" tarzı iletiler yazmaya başladı. Çoğunluk cumartesi sabahı daha farklı düşünüyordu. İki gece sonunda yaşananlar fikirlerini değiştirmişti. Yerinde oldu. Yerinde oldu da, cumartesi günü 3-5 tane daha ölü çıksaydı (Ağır yaralılar var, Allah şifa versin), Ethem Sarısülük'ün annesini izlerken düştüğümüz dehşeti bir kez daha yaşamak zorunda kalsaydık daha mı iyi olacaktı? Olmayacaktı tabi. Ucuz atlattığımızı düşünüyorum. Polis gaz veya TOMA kullanmasaydı bile, parktaki çukurlardan herhangi biri terslik yaşatsaydı vebali sadece üniformalılara mı kalacaktı? Eve dönmek güzel bir adım. Eve dönmenin de dört duvar arasına tıkılı kalmak olmadığını biliyorum. Sokaklar yine bizim. Ama devletle çatışma bizim gücümüzü açıyor. 

Orantısız güce karşı, orantısız zeka kullanıyoruz dedik. Onlar orantısız gücü sonuna kadar kullanırken, biz orantısız zekayı sadece duvarlara yazı yazarak harcadık. Üstelik o kadar zekiyiz ki, insanları, kalabalıkları, devletin karşısına sürdük. "Sokaklardan, parktan çekilmeyelim" diyenlerin çoğunun ilk defa sokağa çıktığını, diğer görüşü savunanların senelerdir bu işlerin cefasını çekmiş, acı tecrübeler edinmiş sol gruplar ile kaybedecek bir şeyi olmayan yoksul çocuklar olduğunu görünce daha da içim acıdı. Yine birileri , nerede olursa olsun, yoksul çocukları ön saflara yolluyormuş gibi hissettim.

Neyse, eve döndük herhalde. 20 gün boyunca "Ağabey olacak şey değil, polis biber gazı sıktı" diyen arkadaşlar için bulunmaz bir fırsat. Yorulmuşlardı, biraz dinlensinler. Dinlenirken, kitap okusunlar, belgesel izlesinler.  1995 Gazi'yi, 2006 Diyarbakır'ı, 1980 dönemini bir daha gözden geçirin. Yaşayan akrabalarınıza sorun... Sonra TOMA su sıkınca  bile şaşırıyorsunuz. Silahsız insanları, 20 gün boyunca devletin sınırsız gücü karşısına taşımak doğru liderlik değildi. Bunu yaşayarak tecrübe etmediğimiz için (ki buna rağmen çok sayıda yaralı ve ölü var) şanslı olduğumuzu düşünüyorum.

Bu hafta sonu tarihe "İstanbul'da kanlı pazar" olarak geçseydi,  kimse kusura bakmasın, son 3 günde insanları Tomaların karşısına sürükleyenlerin de payı olacaktı. Bu arada zaten bu ülkede (hem de Taksim'de)  bir "kanlı pazar" yaşanmıştı. Senaryo neredeyse hemen hemen aynıydı. Eli sopalılar bile vardı. Üstelik yakından bakınca aktörlerin bile aynı olduğunu görebilirsiniz. Aynı filmi tekrar çekmenin gereği yok. Farklı bir kuşak olduğumuza inanıyorsak, o farkı yaratalım.


Hiç yorum yok: