Bu blogun en çok okunan yazılarının; iki farklı seçimin ardından yazılmış olması çok ilginç. Burada futbol, tribün falan yazacaktık. Baya şaşırmıştım o zaman. Hatta şimdi bile şaşırıyorum. Ama bu da ister istemez ufak bir misyon, daha doğrusu beklenti yükledi. Tamam, blog eskisi kadar takip edilmiyor, ben de çok bir şeyler atmıyorum ama hala birileri arayıp "Bu seçim hakkında ne yazacaksın" diyebiliyor. Hoşuma gitmiyor değil, ama bu seçimin ardından çok söyleyecek bir şeyim yok.
Bu seçim ve genel ülke siyaseti hakkında çok fazla yazasım yok. Aslında, hiçbir şey hakkında çok fazla yazasım yok. Eskiden, kendimi ifade etmek için yazıyordum. Sonradan bunun çok rahatsız edici bir şey olduğunu fark ettim. Kendini ifade etmeye çalışmak büyük bir risk. O denemenin sonunda kendini ifade edemezsen büyük bir dertle karşı karşıya kalıyorsun. O nedenle bazı konularda çok fazla kişiye ulaşmak iyi bir yöntem olmuyor. Bu konu da onlardan biri.
Yine de seçime gelelim. Ülkenin yüzde 49'uyla (hatta 60) aynı yerde değilim.Fakat şimdilik; bu ne beni, ne de karşı tarafı rahatsız ediyor. Rahatsız edici olan, geriye kalan kesimle daha çok ortak noktada buluşsam onlar kadar nefret dolu ve karamsar olmadığım için daha farklı bir dışlanmayla karşılaşmak Bu seçimde de aynısı oldu. Bu seçime dair çok olumsuz ve karamsar duygular beslemiyorum ve bu nedenle yanlış yolda olduğumu iddia edenler çoğunlukta.Onlara kalsa bu karamsarlıkla hemen bavulumu toplamam gitmem lazım. Bunu yapamadığım için şu an sadece umutlu olmam lazım; fakat o da çok görülüyor.
Türkiye'deki genç nüfus sabırsız, melankolik ve bencil. Bütün bunlar seçim sonrası oluşan atmosfere etki ediyor. Ama olayın özündeki asıl problem Türkiye toplumunun genel olarak seçimlere sonuç ekseninde bakması. Seçimi, bir şampiyonluk yarışının son haftasında oluşan puan durumu gibi tahlil ediyor. Oylama akşamını Eurovision gibi takip ediyor. Seçimde başarısız olunca ''Hoca bize taktı'' alışkanlığıyla başka sorumlular aranıyor. Bir sonraki sınavı düşünme gibi bir durum yok. Veya seçimleri şampiyonluk gibi değil de transfer dönemi gibi görmek gibi bir anlayış hiç yok. Oysa aslında tam bir draft dönemi. Birileri çok vekil alıyor, diğeri az alıyor. Ama ilerleyen süreçte belirleyici olan bu değil. Önemli ama tek başına yeterli değil.
Ezeli rakibin yüzde 49 almış. Sanki, 4. yıldızı takmış. Yok öyle bir şey. Seçimler, bir dönemin ilerleyişini şekillendirmek için yapılır. Yani bu bir son değil başlangıçtır. Ligin 34. haftasından çok, kumar masasında kağıtların dağıtılmasına daha çok benzer. Kağıtlar dağıtıldı, oyun başlayacak. Elimiz çok iyi değil belki ama kötü de değil.
7 Haziran'ı yok sayarsak, 30 yaşında ilk defa oy verdiğim bir parti meclise girdi. 7 Haziran'ı istatistiklere katarsak, ilk defa oy verdiğim bir parti bir sonraki seçimi gördü. Bunlar, yıllardır aynı partiye oy veren insanlar için şaşılşacak sevinçler. Devletin en derin köklerine inmiş, Cumhuriyetin geleneğinde yer edinmiş bir fikrin ve partinin seçmeni olunca anlamak zor oluyor. Parlamentoda bir vekilinin olması, hatta tam olarak 59 vekilin olması baya sevindirici bir durum. İnşallah mahçup etmezler. Bu sonuçlar 7 Haziran'da ortaya çıksaydı, memnuniyet seviyesi daha yukarılarda oluşurdu. 7 Haziran'dan sonra bakında oluşan karamsarlık ilk anda belki normal ama sürdürmek kesinlikle sağlıklı değil.
Lafı dolandırmayayım. Benim için en korkutucu olanı, 7 Haziran'da oluşan tablonun bir benzerinin oluşmasıyla ortaya çıkacak AKP-MHP koalisyonu olurdu. MHP'nin herhangi bir iktidar kanalında yer alması, AKP'nin tek başında iktidar kurmasından daha kötü olurdu.
Burada bütün karamsarlığı oluşturan AKP'nin 5 ayda oy sayısını yükseltmesi. O oyların büyük bir kısmının MHP'den gelmesi aslında hesabın çok değişmediğini gösteriyor. Güneydoğu'dan giden oylar hoş olmadı. Ama o sıcak 5 aydan sonra bu da doğal. ''Olaylar kime yarıyorsa o yapıyordur'' diyenler şok! Olayların kime yarayacağını bile kestiremeyen bir sığlık var ortada.
Türkiye, esnaf kültürünü damarlarında taşıyan bir ülke. Esnaf kavramı, sayıca çok olmasa da zihniyet olarak toplumun üzerinde yer alır. Çiftçi taşrada, diğer sektörler kentte yer alır. Ama esnaf, kentte de taşrada da vardır. Ülkede daha yaygındır. Ülkenin zaten esas problemi, kentli nüfus ile taşranın iletişim kuramamasıdır. Daha doğrusu taşranın muhafazakar (dini anlamda değil) kalıplarda sıkışması ve zaman ayak uydurmakta zorlanması... İki tarafın hayat tarzları ve iletişim şekilleri; fikirlerinden daha çok çarpışıyor. Esnaf zihniyeti ise çıkan her olayda yara aldığı için her daim 'istikrar'dan yana tavır alır. Yine öyle oldu. Evlerin tarandığı, sokağa çıkma yasaklarının olduğu bir dönemi, Batı, oldukça sessiz bir şekilde izledi. 90'larda büyüyen çocukların ezberden gelen alışkanlıkları... Hatta belki bir kısmı da Eylül ayında, sağ ideoloji ile beraber sokaklarda vatan kurtardı. Fakat oradaki yansıma farklı. Güneydoğu'nun bir kesiminin tepkisi farklı oldu (Yüzde 1-2).
Buralara girmeyelim. Özet olarak AKP-MHP olacağına, AKP olması daha iyi gibi. Başkanlık sorunu, kaygıları yükseltiyor olabilir. Haklılık payı var. Ama MHP, yüzde 18 oy alsaydı ve AKP'nin vekil sayısı düşük kalsaydı bu tehlike yine ortada olacaktı. İki parti arasındaki dirsek temasını son 5 ayda iyice gördük zaten. İki seçim arasındaki dönemden sonra belli bir kesim MHP'ye; Haziran'da hükümet kurulmasına destek olmadığı için tepki gösteriyor. Haklı olabilirler ve biraz da şanslılar; MHP 'ye tavır almak için bu kadar 'soft' bir şey yaşamış olmaları, onları ülkenin bir başka kesiminden daha ayrıcalıklı kılıyor.
AKP, 13 senedir ülke yönetiyor. Ne olursa olsun bir yönetme geleneği var. Olaya hakim olma durumu var. Erdoğan'ın dışladığı ama Davutoğlu'nun yeniden bünyesine kattığı isimler tekrar ana kadroda. Ülke selameti açısından faydası olabilecek hareketler. Fakat aynı zamanda AKP içinde de ikilik yaratabilecek bir durum. O tarafta ne olacağı belli değil; %49'un başarısının kime yazılacağı bile soru işareti. Üstelik dışarıda Abdullah Gül unsuru da bekliyor. Böyle bir dönemde yaşanacak krizler, koalisyon ile birleşseydi AKP, ''Bizi tek seçmediniz ondan böyle oldu'' diyerek işin içinden sıyrılabilirdi. Ekonomik krizlerin, Suriye'nin, çözüm sürecinin ve daha birçok meselenin baş tarafı zorlayacağını düşünürsek, böyle bir noktada tek bir partinin sorumluluk içinde olması, her açıdan daha sağlıklı. Üstelik öyle bir dönemde CHP ve/veya HDP'den biri hükümütte yer alırsa, olası bir ters gidişte halkın ''Ulan geldiniz iyice kötü ettiniz'' diyerek bir 15 sene daha oy vermeme refleksi ortaya çıkabilirdi.
O nedenle asıl iş şimdi başlıyor. Siyaset evden başlar. Çevreden başlar. Oradaki hareketler belirler geneli.
"Bu ülkeden gideceğim" diyenler giderlerse büyük saygı duyarım. Bu dünyada bir tane ömrünüz var ve nerede huzurlu yaşayacağınıza inanıyorsanız oraya gitmelisiniz. Ya sev ya terk et dayatması yapılamaz. Hatta seçim özelinden çıkınca, imkanı olan herkesin gitmesi taraftarıyım. Fakat bu ''gideceğim'' tayfasının hali vakti yerinde olmasına rağmen, her seçimden sonra bu kadar karamsarlık yaydıktan sonra burada kaldığını görünce bunun 'Boş bir muhabbet' olduğunu düşünüyorum. Hele bir de kaldıktan sonra 'Bana ne abi herkes kendi bacağından asılır' dediğini görünce insanın içinde bir güvensizlik oluşuyor. Gidiyorlar, geri dönüyorlar, hatta bazen gitmeseler de standartın üstünde biraz iyi şartlarda yaşamaya devam ediyorlar. Ondan sonra de kendilerini ortamdan, 'biz'den, herkesten ayrıştırıyorlar. Bu ayrıştırma her zaman zarar olarak geri dönecek. Paragrafın başında dediğimiz gibi, siyaset çevreden başlar. Çıkıp TOMA'nın karşısında kahraman olmanıza ve hayatınızı riske etmenize gerek yok. Mahallenizde fark yaratırsanız, ülkede de değişiklik olabilir. Fakat bunun için sokağa çıkmanız gerekiyor. Yemeği Yemek Sepeti'nden söyleyerek evde değil, mahalle kebapçısında yemeniz lazım. 2-3 km'lik yol için arabaya binerseniz olmaz; yürümeniz lazım. Köşebaşındaki duvarda çekirdek çıtlamanız gerek. ''Ulan bunların bu seçimle ne alakası var'' diyeceksiniz ama bunu da en yukarıda söyledim zaten. Kendimi ifade edememem en büyük sıkıntım. Bu ülkede karamsar olmak için birçok neden var ama 1 Kasım seçimleri onlardan biri değil.