Perşembe, Şubat 27

Tarih


Blogun ilk açıldığı yıllar, bana sanki çok eski çağlarmış gibi geliyor. Sadece 11-12 sene öncesi ama artık bambaşka bir hayatım, bambaşka önceliklerim var. O günlerde Galatasaray için çok derin duygular besliyordum ve o duyguların ömrüm boyunca kaybolmayacağını hissediyordum. Şimdilerde o noktanın çok altındayım. Herhangi bir Galatasaray maçı beni heyecanlandırmıyor. Yenilgiler üzmüyor, galibiyetler sevindirmiyor. Bunun çeşitli nedenleri var ama onlar bu yazının konusu değil.

Her ne kadar Pazar günkü derbiyi evde usul usul izlesem de, çıkan sonucun ardından ne hayatım ne de duygularım değişse de, benim için sıradan bir maç gibi olsa da yine de bloga bir not düşmek gerektiğini düşündüm. Sonuçta o eski yılların bir hatırası vardır. Kadıköy'deki bir derbiye gidemediğim için işimden istifa ettiğim günler o kadar da uzak olmamalı. Gidemediğim her Kadıköy deplasmanında "Umarım benim gidemediğim maça denk gelmez" dememe neden olan bencil duyguların bir kalıntısı kalmış olmalı. Gerçi şimdilerde zaman zaman televizyondan dahi izlemediğim derbiler oluyor. Totem değil; yapacak daha iyi işlerim olduğuna inandığımdan... Yine de bu derbinin diğerlerinden farklı olduğu aşikar.

Zaten Pazar günü evimde maçı izledim. Güzel bir pazar gününün son saatlerinde sıcak evde oturup maç izlemek güzel oluyor. Fenerbahçe - Galatasaray derbisi de denk gelince başka alternatifleri kurcalamaya çok gerek kalmıyor. Üstelik son dönemdeki derbileri düşününce, kötü bir maça denk gelme korkum da çok yüksekti.

Maç öncesi beraberliği çok daha olası görüyordum. Hatta aklımdan geçen skor 1-1'di. Son yılların zevksiz derbilerine benzemeyeceğini ama yine de iki takımın çok fazla asılmayacağını düşünüyordum. Galatasaray, Kadıköy'den bir puanla dönerse üzülmez. Ersun Yanal da beraberlik çıkarırsa kovulmaz. O zaman kimse birbirini üzmez! Düşüncem bu yöndeydi.

Öngörüleri ilk yıkan Galatasaray oldu. Maça çok iyi başladı. Fakat son 20 senedeki maçların en az yarısına iyi başlamıştır. O ilk gol gelmediği takdirde de Galatasaray'ın işi zorlaşırdı. Hatta bazen ilk golü atması bile yetmezdi. Nitekim, (başta Onyekuru) o pozisyonlardan gol çıkaramadığı gibi, bir de durduk yere kalesinde gol gördü. Penaltıyı ben olsam vermezdim ama verilmesi de bir hata değil. Marcao'nun o anda öyle girmesi bile hakemin düdüğünü ağzına götürmeye yetmiştir. Biraz penaltıya davetiye gibi oldu.

Fenerbahçe eskiden 1-0 öne geçtiğinde üçe dörde giderdi. Fakat artık öyle bir oyuncu grubu yok. Sadece yetenek olarak değil. Derbileri yaşayan, derbilere bir başka hazırlanan o oyuncu grubu artık bulunmuyor. Tuncay, Lugano, Luciano, Appiah, Gökhan Gönül, Caner, Tümer, hatta gol atamasa bile Volkan Demirel gibi oyuncular sahada yok. 1-0'ı, 4-0'a taşıyacak bir açlık ve saldırganlık uzun süredir Kadıköy'den uzakta. Bundan 10 sene önce, yani yenilmezlik serisinin aslında galibiyet serisi olduğu dönemde, ilk golden kısa bir süre sonra farkı açardı Fenerbahçe. Bu hafta ise geriye yaslanmayı tercih etti. Üstelik onu da beceremedi. Galatasaray çok kısa sürede golü buldu. Ryan Donk, idmanda vuramayacağı rahatlıkta bir kafayla beraberliği getirdi. 

İkinci yarı görece daha durgundu. Galatasaray biraz daha kontrollü ve bekleyen gibi dursa da aslında topu aldığında çok daha etkiliydi. Fenerbahçe ise adeta plansızdı. Ersun Yanal, sanki elindeki kadrodan 11 oyuncuyu sahaya çıkarmış ve "Bu maçı zaten tribün kazandırır" demiş gibiydi. Bu görüntü ikinci yarıda çok daha belirginleşti. Fakat Fenerbahçe kadrosu gibi, tribünü de eski tribün değil. Derbilerin o eski atmosferi 5-6 senedir yok. Belki de seriyi kaybetme korkusu stadın üzerine kara bulut gibi çöküyordur. Gidenlere sormak lazım. Yine de ne olursa olsun, Fenerbahçe'nin rakip kalede en azından 1-2 pozisyon yaratmasını beklerdik.

Ne kadar çok gol kaçırsa da bana göre maçın yıldızı olan Onyekuru, Jailson'un arkasına sarktığı bilmem kaçıncı pozisyonda penaltıyı aldırdı. Bence bu penaltı da ağırdı ama ilkini verenin bunu da vermesi gerekirdi. O nedenle Meler'in tutarlı olduğunu düşünüyorum. Asıl tutarsız olan Fenerbahçe kadro planlaması. İki senede 10'a yakın stoper transfer eden, limitten şikayet eden, hafta içinde Rami'yi gönderen Fenerbahçe derbiye stoper olmayan Jailson ile çıktı. Ve o Jailson, sezon içinde yaptırdığı penaltılarına bir yenisini daha ekledi.

Serilerin bozulduğu veya farklı skorların alındığı maçlar tarihe geçer ve o karşılaşmaların kadroları seneler sonra bile masaya dökülür. Fenerbahçeliler 21 senelik serinin bozulduğu maçın stoperinin Jailson olduğunu hatırladıkça, mağlubiyetin acısı daha da keskinleşecektir. 

2-1'den sonra işler artık tam da Galatasaray'ın, hatta en çok Onyekuru'nun istediği şekle büründü. Üçüncü golün geleceği barizdi. Fenerbahçe'nin de gol atamayacağı aşikardı. Fakat Mehmet Ekici her an şapkadan tavşan çıkarabilirdi. Girer girmez, o soğuk haliyle çıkardığı şut inanılmazdı. Herhalde Muslera'dan başkası da kurtaramazdı. Devamında bir tane daha denedi ama yine olmadı. O ikisi olmadıktan sonra daha fazlasını denemeye de gerek kalmadı. Belki Deniz sahada kalsaydı o da tehdit yaratabilirdi ama sahada kaldığı süre bir referans olacaksa o kısım da biraz karamsar kalır.

Kupalar ve şampiyonluklar kazanan kadrolar özeldir ve kaliteli olduklarını her zaman gösterirler. O kupaları kazanmalarına neden olan maçlar esnasında devamlı kalitelerini ispat ederler, devamlı bir sınava girerler. O sınavları geçtikleri için adları tarihe yazılır. Mesela Galatasaray'ın 2000 kadrosu, tarihin en iyi kadrosudur. İyi bir oyuncu grubu bir araya gelir, rakiplerini seneler boyunca yener, şampiyon olur, kupalar kazanır ve isimlerini tarihe yavaş yavaş yazdırır. Fakat tek bir maçlık zaferler için en iyilere sahip olmanız şart değildir. O gün iyi olan kazanır ve tek maçla tarihe geçer. Bazen standart düzeyin altında bir oyuncu bile o kadroda kendine yer bulabilir. Zaten Galatasaray, 21 senede daha iyi derbiler oynadı. Daha kaliteli oyuncularla Kadıköy'e geldi. Onlara nasip olmadı, daha standart bir kadroya nasip oldu. Böyle zaferler için seneler değil, sadece bir 90 dakika yeterlidir.

Belki kulüp tarihinde çok kısa ve ufak yerleri olacak Saracchi, Marcao, Seri, Falcao gibi oyuncular bu tarihi maçın parçası oldular. Şans işte! Hatta Marcao hemen dövmesini bile yaptırdı. Fakat bu galibiyetin Fernando Muslera'ya denk gelmesi şık oldu. En çok ona yakıştı. Galatasaray'da kazanmadığı başarı, kırmadığı rekor neredeyse kalmadı. Bu da halkanın yeni parçasıydı.

Yazılacak çok şey var aslında. Bu maç o açıdan bereketliydi. Mesela Aziz Yıldırım'ın zamanında büyü yaptırdığı söylentileri yeniden akla gelmedi değil. Sanki Yıldırım, giderayak büyüyü de bozdurdu. O gittikten sonra seri de sona erdi. Büyüye inanmıyordum ama bu bile benim kafamı karıştırdı. Güney Amerika gibi yerlerde böyle bir hikaye yaratılsa, seneler içinde iyice abartılarak bir efsaneye dönüşürdü. Belki bizde de olur. Fakat büyünün veya mistik olayların dışında bir gerçek var. Kadıköy'de derbi yenilgisi görmeyen Volkan Demirel'in futbolu bırakmasının ardından oynanan ilk derbide Fenerbahçe yenildi. Bu tesadüf olamaz.

Bir de Fatih Terim gerçeği var tabi. Taktiğine, günceline girmeden; hocanın çok iyi bir Kadıköy istatistiği olduğunu fark ettim. Yani 21 senedir kazanamayan bir takımın en uzun çalışan teknik direktörünün sayıca çok fazla yenilgisi olmasını beklersiniz. Fakat son 12 Kadıköy deplasmanında sadece 3 kere yenilmiş. Bunlardan birinin 6-0 olması talihsizlik. Onun diyeti bir şekilde ödenmiş oldu belki de.

Benim açımdan ise değişen bir şey yok. Lig yarışı devam ediyor. Süper Lig'i seviyorum. beIN Sports'a yüklü bir miktar para ödüyorum. O yüzden oynanan tüm maçlarını tadını çıkarmaya çalışıyorum. Bu da o maçlardan biriydi. Fakat diğerlerinden biraz daha güzeldi...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

"Galatasaray için çok derin duygular besliyordum ve o duyguların ömrüm boyunca kaybolmayacağını hissediyordum. Şimdilerde o noktanın çok altındayım. Herhangi bir Galatasaray maçı beni heyecanlandırmıyor. Yenilgiler üzmüyor, galibiyetler sevindirmiyor."

takım aşkı aile kadar önemlidir. eşten sevgiliden hele çok daha önemlidir.
zaten hiç sevmemişsin sen. yallah git fenerli ol. oraya yakışırsın.