Salı, Şubat 18

Aşkın Zaferi


Günümüz Türkiyesine eleştiriler sıralarken, geçmişi çok fazla övüyoruz. Hemen her alanda bu böyle ama sinemada sanki daha fazla. Birçok alanda yaşını alanlar geçmişe dair nostaljik özlemler duyar ama Yeşilçam sinemasını, ona yetişemeyen kuşağın zihninde bile bir 'saflık ve güzellik' abidesi olarak yer edinir.

Oysa kötü filmler, kalitesiz işler, kötü işlenen ve adeta propagandaya dönen tarihsel/siyasi filmler çok fazladır. Bir diğer adı Aşk ve Vatan olan Aşkın Zaferi de böyle bir filmdir.

Hülya Koçyiğit henüz 25 yaşındadır. Şimdiki gibi fikrileri pek yoktur. Fakat yine hakim görüşten yanadır. Aşkın Zaferi, Cumhuriyet'in 50. yılında, Milli Mücadele'nin nasıl zafere ulaştığını anlatmaya çalışan, o nedenle emek, özveri, fedakarlık gibi kavramlara çok fazla yer veren ama izlenme kaygısıyla araya dramatik bir aşk öyküsü sokan ve popülist kaygılar nedeniyle amacın dışına çıkarak mesajını sulandıran bir filmdir. Bu sulandırma çabasına rağmen hedefe ulaşmış ve izlenmiş olabilir. Yani büyük ihtimalle yutanı olmuştur. Bugünlerden bakınca ise hem sinema tekniği açısından hem de kurgusal bakımdan eleştirileri bitmemesi gereken bir filmdir. O dönemin şartlarını ve standartını düşününce tekniği çok fazla eleştirmek haksızlık olabilir ama diğer açılardan üzüntü verici.

Hikaye biraz Vurun Kahpeye gibi ilerliyor. Tabi ki onun kadar güçlü değil. Kötülerin fazla kötü olması, iyilerin kusursuz olması bir Yeşilçam geleneğidir. Fakat bu sefer oyunculuklar da yetersiz olunca; kör göze sokulan parmak çok fazla acı veriyor.

Uzun uzun sıralayacak çok fazla şey bulunabilir ama bunları sıralamaya 50 sene sonrasında gerek var mı emin değilim. Karşısındakinin casus olduğunu anlayan İngiliz'in silahını kullanmaması ve tokat atması ise benim için artık son noktaydı. Bazen böyle filmlere denk geldiğim ve onları izlediğim için çok üzülüyorum. Kendime de kızıyorum. Fakat her zaman dediğim gibi, kötü film izlemeden, iyi filmlerin değeri anlaşılmaz. Futbol maçları için de geçerli.

Sık sık İzmir Marşı'nın başını duyduğumuz için sanki bir yerden Erkan Yolaç çıkacakmış gibi hissetiren filmin tek artısı köylü ve şehirli kavgasını çok iyi işlemiş olmasıdır. Fakat o da filmde çok fazla yer kaplamamış. Ayrıca Hulusi Kentmen ve Aytaç Arman da ortalamanın üstüne çıkarak biraz olsun içimizi rahatlatıyor.

Bu arada bir kez daha rakı içince dağılan İngiliz tasviri görmek beni çok güldürdü. 2005 Şampiyonlar Ligi finalinden beri öyle olmadığını biliyoruz.


Hiç yorum yok: