Cumartesi, Mayıs 14

Galatasaray 94-90 Beşiktaş


Sezonun ilk maçı gibi birşey. Ve ilk maçlar her zaman önemlidir. İddiayı ortaya koymak açısından, hedefleri rakipleri göstermek açısından. 1-0 önde başladığımız seride (dünyanın en saçma uygulamalarından biri) ilk maçı kaybedersek işi zora sokuyoruz. Avantaj bir ufak hatayla dejavantaja dönüşebilirdi.

Perşembe maçı. Tribünler yine "eh işte'den hallice" kıvamında. Galatasaray taraftarı Beşiktaş maçlarının derbi olduğunu düşünmüyor. Son yıllarda özellikle basketbolda kurulan büyük üstünlük maçı "çantada keklik" gördüğünden mi, yoksa Beşiktaş'a küfür etmenin Fenerbahçe'ye küfür etmek kadar cazip olmadığından mı bilmiyorum.

Zor bir maç olacağını tahmin ediyorduk. Beşiktaş sezonun ilk yarısında daha kötü basketbol oynamasına rağmen Iverson etkisiyle daha çok konuşuluyordu. Özellikle Ergin Ataman geldikten sonra oynanan istikrarlı basketbol ise pek fazla konuşulmadı. Kadro kalitesinin üzerinde basketbol oynayan bir takım.

Buna rağmen ilk yarı Galatasaray'ın kontrolünde geçti. Beşiktaş'ın hücumlarında hatalı yürümelere fazla takılması Galatasaray'ın da işine geldi. Yine de son anlar gergindi. Oktay Mahmudi'nin sürekli hakemlerle dialog halinde olması beni rahatsız ediyor Tribünde ben bile geriliyorum. "Şimdi teknik yiyecek" korkusuyla izliyoruz maçları. Fakat çevremdeki herkes Mahmudi'nin bu tarzından memnun. Takıma sahip çıkma konusunda güvenilen biri olduğunu düşünüyorlar. Kazanan da her zaman haklıdır, daha fazlasını söylemek yersiz olur.

Hakemler ise devre arasında bu itirazlara son verdi ve eyyam kavramının tam anlamıyla iki takım coachuna teknik faul çaldılar.

İkinci yarı, özellikle de 3.periyot Kemp'in zamanıydı. 43-39 başlayan 2.devrenin hemen başında skor bulmakta çok zorlandık. Kemp'in ise her mesafeden attığı atışları giriyordu. Tehlikenin başlangıcıydı bu dakikalar. Maça Shumpert ile tutunuyorduk. Son 3 dakikaya ise 6 sayı geride girdik.

Artık korku zamanıydı. 1-1'lik skorla Akatlar'daki maça gitmek, rahatsız edici olacaktı. Fakat tribünün de devre girmesiyle fark eridi. İşi bitirme fırsatları da hep bizim elimize geçti. Johnson'un kaçan boş turnikesi ahlar vahları arttırdı. Neyse ki bir sonraki hücumda inanılmaz bir şekilde 3 sayılık atış soktu. Fakat asıl inanılmaz olan ve toplu halde bir salonun "oha" dediği an, Kemp'in 3 sayılık atışıydı. Normal süre 80-80 bitmişti.

Seyirci avantajı bizde, kadro zenginliği rakibe göre bizde ama buna rağmen faul sıkıntısı bizde. Maçın en iyileri Chatman, Kemp ve Shumpert. Shumpert faul sorunuyla başlarken diğerlerinin sıkıntısı yoktu. Öte yandan Andriç çok kötü oynarken onun yerini ikame edecek Ermal de faul sorunu yaşıyordu.

Uzatmaların açılışını Shumpert yaptı. Son sözü de o söyledi. Kötü bir sonuç çıkabilecek maçı Shumpert ile kazandık. 9 numara, zaman zaman Hakan Şükür'ü andırıyor. Kafası öne eğildi mi o gün ondan hayır gelmiyor. Ama orucunu bozduğu zaman rakibi öldüren sayılar ondan geliyor. Perşembe günü onun yanına yaklaşan bir isim olmadı. Johnson olmuyor, olduramıyor. Andriç tanınmayacak kadar kötüydü, Oktay Hoca ona gereğinden fazla tahammül etti. Erkek basketbol takımının "taraftarın sevgilisi" rolündeki Rancik hiç yoktu. Ermal yine de güçlü bir karakter oyuncusu olduğunu gösterdi, 16 sayı ile kötü gününde skora ve takıma katkı sağladı.

Kemp'in 27 sayısı müthişti, yetmedi. Galatasaray'a 80 sayı atan takımlara artık şaşırmıyoruz. 3-4 ay önceki gibi değiliz. Dışarıdan oynayabilen, iyi şutörü olan her takım sıkıntı yaratabiliyor.

Tribünlerin az ama güzel olduğu günlerden biriydi. Bir de şu götten kan alma fantazisi sona erse Beşiktaş maçları daha güzel olacak. Pota arkalarını boş bırakmak da biraz megatif etki yaratıyor sanki, özellikle rakibin serbest atışları esnasında jeopolitik öneme sahip bir yer.

Son 3 sezonda bize karşı 3 maç kazanamayan Beşiktaş'ın, üst üste 3 maç kazanmasına ihtimal vermiyorum. Seriyi Akatlar'da bitirip sert geçen Olin-Banvit serisini beklemek lazım. Oradan yıpranan bir takımın gelmesi işimize yarayacak. Ama önce pazar Akatlar.

Hiç yorum yok: