Salı, Mayıs 22

La Haine




Film, silahlarımız yok taşlarımız var diyen bir adamla ve bu 50.kattan aşağı düşen bir adamın hikayesidir sözleriyle başlıyor.

Buraya kadar her şey yolunda. Önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır. 

Bob Marley giriiyor sonra. Bu sayede, henüz 2 dakika olmadan filmin sağlam birşeyler anlatacağını , öenmli bir meselesi olduğunu seziyorsun.

Daha sonrasında yavaş bir tempoda ilerliyor film. Sıkıldığımı söyleyebilirim. Ama bunun müthiş bir sona gebe olacağını da seziyordum. Zaten bir geceyi, bir günü, 2 geceyi anlatan filmleri severim.

Film içinde ufak ufak mesajlar.. Hissettiriyor; Tren hikayesini anlatan kısa boylu yaşlı adam, bir sergide kızlara yazılmalar. Küçük küçük dialoglar; (polis bana siz diye hitap etti) ve dünya sizindir yazan reklam panosunu ufak bir değişiklikle dünya bizimdir'e dönüştürmek.

O kısa boylu adamın verdiği mesajı algılamadıklarını sergide anlıyoruz. Kızlara yazılıyorlar ama kızlara sert çıkıyorlar. Oysa adam ne demek istiyordu. Toplumdan kaçarsanız toplum sizi sahiplenmez. Bu da o hesap, topluma dahil olmak istemeyen gençler, öfkeli gençler, öfkesini nereye yönlendireceğini bilemeyen gençler.

Fransa'daki sorunu İstanbul'dan anlamak kolay değil. Ama şu da olabilir, mesele ırklar arası bir sorun değil. Siyahi çocuk, Arap çocuk ve Yahudi çocuk, üçü de aynı sorunda. Üçü de mi azınlık olduğu için sorun yaşıyor5 yoksa üçü de yoksulluk nedeniyle mi sıknıtlı? Yoksulluk hemen hemen her yerin sorunu.

Vincent Cassel'in oynadığı Vinz'e ayar oldum. Said ne kadar sempatik olsa da adamım Hubert olmuştu.

Filme 1995'te çekilmiş. 2005 İsyanları'nı önceden göstermiş. Zaten sinemanın işlevi biraz da bu değil mi? Kassovitz büyük yönetmen diyeceğim ama filmi çektiğinde o kadar da büyük değilmiş, 27 yaşındaymış.

Filmin Türkçe'ye Protesto olarak çevrilmesi de çok komik. La Haine = Nefret

1995'teki Vinz'ten 20006'daki Zidane'a bir yol çıkar mı?


Hiç yorum yok: