Perşembe, Şubat 21

Galatasaray 85 - 84 Kızılyıldız




Schalke 04 ile oynanan maçın üzerinden 3 saat geçmiş. Gündem maddesi her yerde, herkeste bu maç. Bütün Galatasaraylılar Dany'i, Hamit'i, hocayı, zemini, rövanşı konuşuyor. Ve tabi ki tribünleri. Kızılyıldız maçını buradan görerek mi değerlendirsek acaba?

Eğer zaman bulup gün içinde bu yazıya girişseydim daha farklı şeyler yazardım. Olmadı, maçın üzerinden 24 saatten fazlası geçti ve anca şimdi fırsat bulabildik. Haliyle yazının önceliği de değişiyor. 

Bir insan neden, Avrupa'nın en büyük futbol organizasyonun kritik bir maçı olan Galatasaray - Schalke 04 maçına gitmek istemez de; soğuk havada Kazlıçeşme gibi sapa bir yere, cebindeki son parayla, hedefsiz, iddiasız Kızılyıldız maçına gitmek ister? Cevap çok basit; orada olan insanlarla ortak bir duygu içinde olduğunu bilmek. "Benimle aynı hisseden kim var"ı görmek. 55.000 kişi arasında o insanları göremiyorsun, zor seçiyorsun.

14 Şubat'ın üzerinden çok geçmedi. 14 Şubat olunca Galatasaraylı'nın kapak fotoğrafı, blog yazısı, like'ı, RT'si hep aynı olur; Only You pankartı. Deportivo La Coruna maçında orada olanlar, o pankartı tutanlar, o günden hep farklı bahseder. Sevgilimizi bıraktık geldik, tek sevgilimiz Galatasaray kilişesinden daha farklı bir şey var aslında. 

Ben gitmedim ama biliyorum, hissediyorum. O gün o maça gidenler için birinci öncelik tabi ki maçın önemiydi. Ama bir de şu vardı; o insanlar o gün tribünde olmayı her maçtakinden daha çok istemişti çünkü, onlar tek bir şeyi merak ediyordu: "Benim gibi olan kim var". 

Maça, tribüne gitmeye belki bu soruya cevap aramak için başlamıyoruz. Saf bir futbol sevgisi veya baba ile ağabey ile amca-dayı ortak zaman geçirmek için gidiyorsun. Ama devamı; diğerleriyle ortak duyguyu hissedebilme merakı sayesinde geliyor.

Benim gibi olan kim var? Sırf bu yüzden Schalke maçına gitmek istemiyorum. Orada benim gibi olanların artık azınlıkta kaldığını hissediyorum. Hangisi kötü, hangisi iyi bilmiyorum, yargılamıyorum. Belki bizim gibi olanların düşünce yapısı sağlıklı değil. Kabul edebilirim. Kıyaslamıyorum. Ama farklı işte. Mesela Kızılyıldız maçı öyle değil işte. Kim var orada? O gün, o soğukta, hafta içi 9'da, hedefsiz bir maça kim gelir? Yoklamada kim var? 

Maçta takıma tezahürat bile yapılmadı. Protestodan dolayı falan değil. Kimse yapmaya gerek duymadı. Gerek yoktu. Amaç o değildi. 

Ufak maksatlar yine vardı içten içe. Kimisi  Kızılyıldız tribününü merak etti belki. Onlar da ses çıkarmadı; zaten onlar Sırbistan'dan niye geldi onu da anlamadım. Belki de burada tatil yapan Sırplardı.

Kimisi genç oyuncuları izlemek istedi. Furkan, Doğukan (oynamadı), Can, Sertaç. Zaten maçın adamı da Sertaç'tı. Mesela bu var. Olur da 3-5 sene sonra Sertaç iyi bir basketbolcu olursa; biz "onun Kızılyıldız maçında salondaydık" diyebileceğiz. Bunu yaşamayı, kovalamayı seven insanlar var.

Çok klasik olacak ama bir şey emek verildiği zaman daha güzel oluyor. Bugün oyundan çıkarken Hamit'i ıslıklarsan, 80'de stadı terk edersen; Almanya'da tur atlayıp çeyrek final maçına aynı stada nasıl geleceksin? Nasıl keyif alacaksın? O keyif ne kadar sürecek? 1 hafta sürer mi? Bence facebook'a bir fotoğraf atıp, Fenerbahçe'ye laf sokacaksın ve o galibiyeti de 3 gün sonra unutacaksın.

Ama mesela ben; olur da basketbol takımı sikindirik TBL'yi kazanırsa (siktiğimin kupasını), senin çeyrek final galibiyetinde yaşadığında daha büyük haz alacağım. Ve hatta o hazzı daha uzun yaşayacağım.




 TRİBÜN GİBİ TRİBÜN

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Okurken yutkundum be usta bi şekilde Schalke maçında batı tribünündeydim.Yani çekirdekçi tayfanın içinde senin yazdklarına bizzat şahit oldum.Hamite bende kızdım bağırdım ama çıkarken ıslıklamadım ıslıklayamam takımıma ihanet edemem.Yazını okurken seninle ortak duygulardaydım ama yeteri kadar emek vermediğimi de anladım ve üzüldüm.Yalnız değilsin bilmeni isterim...