Pazartesi, Şubat 11

Galatasaray 57 - 63 Fenerbahçe




Efes'i yendik.. 1 gün sonra Banvit'i yendik. 3 günde finale çıktık. Diğer taraftan ise Fenerbahçe çıktı. Bütün planalr, programlar değişti. Beklenmeyen bir gelişme. Fikstüre endeksli hayatlar dediğimiz işte tam olarak bu. Aylar sonra pazar günü bir boşluk ve ortaya çıkan tarihi bir final. Tarihi final; çünkü 28 senelik kupa tarihinde Galatasaray-Fenerbahçe finali ilk kez oynuyor. Eskişehir'e gitmek için güzel bir neden. AMK Spor güzel yazmış; Papaz'ın Çayırı'nda başlayan rekabet Porsuk Çayı'nda devam ediyor.

Bu rekabet İstanbul sınırlarının dışına çıkalı seneler oluyor. En yakın örnek, iki takım Türkiye Kupası'nda ilk tur gruplarında da karşı karşıya gelmişti, İzmir'de. Oraya da gitmiştik. Bu kadar şube, bu kadar organizasyon. Sürekli karşı karşıya geliyorsun. Galatasaray için şehir şehir gezmek çok güzel. İzmir'de de salonda vardık, Eskişehir'de de. Keşke İzmir'de ekim ayında başladığımız kupa serüveni Eskişehir'de kupa ile noktalansaydı.

Eskişehir'e üçüncü gidişim. 3 senedir gidiyorum, her gidişimde biraz daha hoşuma gidiyor, daha çok seviyorum. Mart ayında bir maç daha var. Bakalım o zaman da gider miyiz? Saat 7'de otogardaydım. Maç saat 15.00'te. Şehrin sokakları bomboş. Yürüyorum. Yürünecek bir şehir zaten. Tramvay yolunu yakip ederek her yere ulaşabilirsin. Otobüs yolculukları güzel ama artık treni çok özledik. Trenle gidip gelmenin keyfi bambaşkaydı.

Salon, üniversitenin salonu. Üniversitenin kampüsü ise şehre biraz uzak. Saat 12'de salon çevresinde olunca maç başlayana kadar yapacak birşeyimiz olmadı. Tribünler yavaş yavaş doldu. Hatta tam dolmadı. 8'li finallerin riski. Beşiktaşlı bir adam bu finale bilet aldıysa niye gitsin? Aynı gün Fenerbahçe'nün futbol takımı Mersin deplasmanında, Galatasaray'ın İstanbul'daki rakibi lig ikincisi Antalyaspor. İstanbul'da yaşayan bir taraftar tercih yapmak zorunda. Galatasaray tribününün abileri, tercihlerini Eskişehir'den yana kullanmış. Fenerbahçe tribününün yükünü ise Anadolu'da yaşayanlar çekmiş. Hal böyle olunca üstünlük kuran bizimkiler oluyor. Her iki tribünün de ortak sorunu Anadolu örgütlenmeleri. Nicelik çok yüksek ama etki çok düşük. Galatasaray'ın Avrupa örgütlenmesi bile Anadolu'dan daha iyi. Neden "bile" dedim onu da bilmiyorum, sonuçta her hafta Avrupa'da maç yapan bir şubemiz oluyor.

Maç öncesi konuşulan birinci konu, maddi sıkıntılar. Şube yne krize girmiş. Biraz biliyordum ama bu kadar ciddi boyutlara ulaştığını bilmiyordum.  

Maça kötü başladık. Hatta erken kopacağımızı bile düşündüm. Fakat devre sonunda 13-1'lik bir seri yakalayarak öne geçtik.Momentum dedikleri şey bize geçmişti. İyi oynadık, iyi savunma yaptık.Kötü hücum ettik sayılabilir ama Fenerbahçe bizden daha kötü hücum etti. Andersen'in girişi biraz dengeyi boza da maç genelde bizim kontrolümüzde gitti. İki tane sıkıntımız vardı, şutlar girmiyordu, ribaund alamıyorduk. Fenerbahçe, bir hücumda 4 kez şut deniyordu neredeyse. Bu.hem onların ne kadar hücum ettiğiniz, hem de bizim ribaund sıkıntımızı gösteriyordu.

Üçüncü periyot tatlı tatlı giderken, Fenerbahçe ağırlık koydu. Terazideki dengeyi bozan ise üzgünüm ama hakem kararları oldu. McCalebb'in potaya dokunuşunu es geçmelerini anlıyorum, görülmemiş olabilir. Hatta potaya dokunmasa bile top giriyordu denilebilir,  Ama Engin'in pozisyonu tam bir saçmalık. İşin ilginci Bo'nun pozisyonuna dair her yerde videoya-fotoğrafa rastlamak mümkün ama diğer tartışmalı pozisyonları (Gordon'un atılması vs...) hiçbir yerde göremedim.

Böyle yenilgilerden sonra hakemler hakkında konuşmak üzüyor. Maç zaten başa başa giden bir maçtı. Son topta da kaybedebilirdik. Hatta iyi niyetli ama yanlış hakem kararıyla da yenilebilirdik. Bu kadar koymazdı. Ama bir yerden alınıp diğerine vermek.... Basketbol hakemlerinin iyi niyetlerine inanmıyorduk. 3 Temmuz'da ortaya çıkan bazı tapelerden sonra bazı hakemlere hiç güvenmiyoruz zaten. Yine aynı isimler aynı şeyleri yaşatınca artık nefret eder duruma geliyoruz. Şu bir gerçek; futbol hakemlerine de zaman zaman taraftar psikolojisi gereği tepki gösteriyoruz, ama iki grup arasında çok büyük bir fark var. Futbol hakemleri; sadece kötü hakemler. Kötüler yani. Tribünden etkilenirler, etiketlenmiş oyuncuya karşı önyargılıdır, psikolojiden anlamaz, düzgün rapor yazamaz, üzerine tükürük geldi mi gelmedi mi onu bile kavrayamaz, sahada kavga çıktığında düdüğünün peşinden koşar vs...

Fakat basketbol hakemler böyle değil. Onların hataları bu kadar insani gerekçelerle oluşmuyor. Aslında onlar hata da yapmıyor. İstediklerini yapıyor. Kafalarına göre. Hata dediğin biraz istem dışı oluşur. Bizim Banvit maçı da böyleydi. Banvit 14 sayı geriden gelirken, tehlikenin farkında değillerdi, idare etmek adına Orhun Ene'ye teknik çalamadılar. Sonra baktılar maç Banvit'e gidiyor, son hücumda faulleri vermediler. Maç uzadı, ilk olarak Orhun Ene'yi attılar. Rüzgar nereden eserse... Neyse, çok yazmamak lazım, bunlar senelerdir değişmeyen şeyler, alıştığımız şeyler. Biz değişme ihtimali olan şeyleri yazalım.

Maddi sorunlar gittikçe büyüyor. Ben bu yazıyı yazmaya başladığımda var olan karamsar ortam, siz yazıyı okurken çok farklı bir hale gelebilir. Çarşamba günü Kazan maçı var. Perşembe ve cuma günü kazanan özgüven ve yaratılan umut bir anda sona erdi. Kimse ne olacağını bilmiyor. Oyuncuyu ve hocayı da böyle bir durumda yargılamak yakışık alan bir durum olmaz. Fakat ben ödemelerin, özellikle internette oluşan hava sayesinde, 1-2 gün içinde yapılacağını öngörüyorum. Eğer öyle olursa, takım içinde çok farklı bir örgütlenme olur, birlik beraberlik olur. Ergin hocam oradan bir "OHAL durumu" çıkartırsa, 3 ay boyunca hırs yapıp "Oynayın çocuklar"a girersek önümüz açık. Zaten dünkü oyunumuz her türlü ligi götürecek durumdaydı. Sadece iki şeye ihtiyaç var. Birincisi ödenmesi gereken maaşlar, ikincisi Arroyo'nun ceza şutları. Arroyo kritik anlarda iki tane şut soksa, takım devamını getirecek zaten.




Hiç yorum yok: