Cumartesi, Eylül 14

Galatasaray 1 - 1 Antalyaspor



Kombine almıyorum. Bilet almıyorum. Maç bile seçmiyorum. Maça gitmek istemiyorum. Sadece Galatasaray değil, genel olarak futbol izlemek istemiyorum. Ama Galatasaray'ın özellikle futbol takımından kaçıyorum. Hala çok seviyorum, bazı şeyleri özlüyorum ama yakınlaşmak istemiyorum. Önceleri, yaptığım işle veya yaşımın artmasıyla alakalı sanıyordum ama 1 sene aradan sonra tekrar TT Arena'ya gidince anladım, asıl sorunu hatırladım.

Maçın analizi, gelişimi, hikayesi anlatılır. Tartışılır. Beğenilir, beğenilmez. Fatıh Terim'in açıklamaları bile ayrı bir yazı konusu olabilir. Ama Galatasaray taraftarının bu patronculuğu, şımarıklığının sonu neye dayanacak bilmiyorum. Neyse ki, son 2 sezonda başarılı olan bir takım vardı da bazı şeyler göz ardı edildi. Ama henüz bu sezon yenilmemiş (3 beraberlik var ama yenilgi yok) bir takımın topçularını bu hale sokmak bir çılgınlık-tutkulu olma halinden daha farklı tanımlanmalı ve bu duruma dikkat edilmeli.

Takım için tezahüratlara katılmayan tribün 34.dakikada Taksim için bağırıyor. Tezahüratlar arasında seçim yapmalarını sorgulamıyorum. Herkes istediği tezahüratı yapmakta özgür, ama Taksim tezahüratları yapanların daha farklı değerlere sahip olması gerekmez mi?

Taksim insana saygıyı ele alıyor. Taksim tezahüratı yapan adam, gol kaçıran Burak'a ana avrat küfür ediyor.

Taksim özgürlüğü istiyor. Taksim tezahüratı yapan, pas vermek yerine kaleye vurmayı tercih eden Drogba'yı yuhalıyor.

Taksim gençlerin sesi olarak adlandırlıyor. Taksim tezahüratı yapan adam, Emre Çolak'ı ıslıklıyor, Eray'a "Senin ne işin var bu takımda" diyor.

Taksim ülkenin başbakanına "bana emir verme" mesajını yolluyor. Taksim tezahüratı yapan adam iki haftada bir maça gelip emir yağdırıyor.

Örnekleri uzatmak mümkün. Galatasaray ile Antalyaspor dün oynanan maç sonunda en azından 1 puan kazandı. Galatasaray tribünü, tüm emekçilerine ve cefakarlarına rağmen o bir puanı bile kazanamadı.

Kaybedilen puan kayıpları, hatta şampiyonluk yarışları eskisi kadar umurumda değil Mart ayında şampiyonluk yarışında olursak heyecan duymaya başlarım, geride kalırsak çok da üzülmem. Ama yine de bir şeyler söylemek, hatırlatmak lazım. Beyler, transfer dönemi bitti...Takımın kadrosu bu. Devre arasındaki transfer dönemini saymazsak, takım mayıs ayına kadar bu futbolcularla devam edecek. 

Seni zafere taşıyacak adamlar bunlar. Yok, sen bunların oynamasını istemiyorsan ve verdiğin kombine parası ve aldığın orjinal forma ile kendini kulübün hissedarı olarak düşünüyorsan ve biraz da götün yiyorsa tepkini bu oyuncuları oynatan hocaya doğru, o da yetmezse o hocayı oraya getiren yönetim kuruluna yöneltirsin. Ama bir dakika; o zaman sosyal medyada yazdığın "İmparator Fatih Terim" ve "Klas başkan Ünal Aysal" cümleleri ne olacak? Emre Çolak'a sövmek daha kolay geliyor. Ufak çevrende seni daha önemli biri haline getiriyor. 

Maça dönersek. Emre Çolak, Engin ve Amrabat üçlüsünün aynı anda sahada olması şaşırtıcıydı benim için. Meğer Selçuk ve Sneijder sakatmış. Takımla eskisi kadar ilgilenmeyince böyle oluyor. Kadroya bakınca, ve özellikle o üçlüye,  maç bana bir kaos futbolu vaad ediyordu. Hemen hemen de oldu sayılır. Sayısız gol pozisyonunu kaçırdık. Antalya hızlı çıkarak golü buldu. Golü bulunca bıraz daha kapandı. Arkada açık verdik ama gol yemedik. Önde pozisyona girdik ama sadece bir tane atabildik. Daha gollü bir maç bekliyordum.4-3- 4-2 gibi bir skor bekliyordum. Aslında kaçan fırsatlar buna yakın bir oyun oynandığını gösteriyor. Fakat futbol böyle işte. Üst oynayanlar kazanamadı...

Takımın özgüveni 3 maçlık seri sonunda kayboldu gibi. Real Madrid ve Beşiktaş maçları öncesi hem avantaj hem dezavantaj. Takımın yeniden eski haline dönmesi için oynanabilecek en iyi iki maç aslında bunlar. Real maçının bu taraftar önünde olması büyük dezavantaj. Olimpiyat Stadı'ndaki Beşiktaş maçından ise gayet umutluyum. Galatasaray, kendini büyük maçlara daha farklı hazırlayan bir oyuncu grubuna sahip. O nedenle bu sezon belki şampiyonluğu bile kaybedebilir ama kolay kolay derbi kaybedeceğini düşünmüyorum.

Antalyaspor ise bana kalırsa çok iyi oynamadı. Ama akıllı oynadı diyebiliriz. En azından oyunda oluşan boşlukları, fırsatları çabuk değerlendirdi. Gerçi Samet Hocam son anlarda maçın Galatasaray'a doğru dönmesine engel olamadı ama olsun. İstanbul'dan 1 puanı aldılar. Sağ bekte Mehmet Sedef, ileride Serkan Balcı, Diarra, Isaac,Baros... Garip bir takım.  Iki sezon öncesinin Gençlerbirliği takımı gibi olabilirler. İstikrarsız bir sezon, beklenmeyen puan kayıpları, büyüklere atılan çelmeler, ligin ortasında gezinmeler... Diğer maçlarını da izlemek lazım...

Antalyaspor ile oynadığımız maçlar gerçekten ömür törpüsü. Baros'ın kımızı kart gördüğü karlı maç, Lincoln ile Sami Yen maçı, Elano ile Türkiye Kupası maçı, 2009-10'da sezonun son iç saha maçı... Yakın dönemdeki tek güzel anı geçen sezon adeta dağıtıp 2-0 kazandığımız maç. Onu da basketbol takımının finali nedeniyle Eskişehir'den döndüğüm için izleyememiştim. 

Ama hepsi bir yana TT Arena; gerçekten sevilecek bir yer değilsin....

5 yorum:

Adsız dedi ki...

yazıyla ilgili tek katılmadığım nokta..

Futbolculara ıslık, küfür ,sinkaf..yeni bir şey gibiymiş sunulması.

Tugay , Hakan Şükür , Ayhan , Sarp ilk aklıma gelenler.

Ama tam deşmelik konu bu. Mesela dediğin tipler :

"drogbayı alıyos amk sabriler hakan baltalar mı orta yapçak sahuhsu :D" yazıyorlardı , dünkü gol için ne düşünüyorlardır?

Bir de bombayı bırakıyorum..Ünsal Aysal'ı İnan Kıraç getirdiği diye "laikliğin teminatı , klubü avamlara mı bırakacağız" diyen elitist bir derin G.s Yok mu? Erman Kılıç'a " dürümcü tipli lan bu" diya aşşalayan "candan erçetin" tipli insanlar..

Adsız dedi ki...

yine stada gidip stada sallamışsın. şaşırmadım.

17

kutay dedi ki...

bizle aynı fikirde olanlar çok;

https://twitter.com/ozdemirmusta/status/321657804790300672

48

Adsız dedi ki...

taraftar konusunda hemfikiriz, ben de sallıyorum şımarık taraftara. ama stadın kendisine sallamıyorum, sen komple sallıyosun amk :(

17

Adsız dedi ki...

daha önce Kutay burda yazmıştı , hani çok sevdiğin bir ayakkabın olur. 7- yıldır giyersin , pistir , hafif deforme olmuştur ama rahattır. Parçalanınca ya da insan içine çıkamaz duruma gelince "yenisini" almak zorunda kalırsın. O yeni ayakkabı gıcır gıcırdır ama ayağını sıkar , her türlü kıyafetin altına uymaz , her ay borcunu görmekten bıkarsın.

Bu olmamışlığı o yüzden anlayabiliyorum.

Giderken , mekanik bir yoldan gidiyorsun. Yürümek yok , otobüs geçmez , bi kere temin kenarı. köfte kokusu yok.

Toki'nin ve bu sağ belediyeciliğin en büyük eksiği bu malesef. Yeniden yaptıkları alanlarda "ruh" yok malesef.