Drogba'nın Fenerbahçe'ye attığı golden yaklaşık 20 dakika sonra futbolla ilişkimi kesmiştim. O andan itibaren hiç maç izlemedim. Bir ara zamanın yavaş aktığı yer Bodrum'daydım ve o dönem ara ara Twitter'da zaman geçirerek futbol muhabbetlerine dahil oldum. Ama İstanbul'a döndüğümden beri futbolla ilişkim; yolda yürürken önlerinden geçtiğim cafelerin televizyonlarında açık olan NTV Spor'un alt yazısında gördüklerimden ibaretti. Gerçi bu profesyonel futbolla alakalı. Çünkü artık daha çok top oynuyorum. İzlemiyorum, ben oynuyorum.
Daha zevkli olan bu. Daha normal. Dağa sağlıklı. Futboldan soğuyoruz.
Plan önce; günü Yoğurtçu'da geçirip maça kadar muhabbet etmekti. Sonra fazla bir kombine çıktı ve kendimizi maçta bulduk. Harika bir günün en sıkıcı anları maç anındaki 90 dakika belki. İnsanın maça giresi gelmiyor artık. Fenerbahçeli taraftarların kulüpleriyle ve tribünleri ile ilgili sorunları ne kadar belirleyici bilmiyorum ama insanların artık stadyumlarda zaman geçirme hevesi kalmadığını Kadıköy sokaklarında görmek mümkündü..
Karışık tribünler... "Siyaset tribünlere karışmasın" dayatmasının sonucu olarak Rabia selamı ile İstiklal Marşı söylemeler... Ufak kavgalar. Yönetimlere muhalif olanlar. Yönetimlere muhalif olanlara muhalif olanlar. Kavgalar. Küfürler. Hep bir gerginlik. Daha maç başlamadan önce sokakta farkedilen bir sıkkınlık, bir bıkkınlık.
Sene başından beri bekleneni veremediği söylenen Fenerbahçe takımı, bu sefer 5 gol attı. Böylece tribündeki gerginlikler bir tık azaldı. Ortam ne zaman ateşlese Fenerbahçe gol attı. Aslında tribünü bu hale getiren bu futbolcular, bu maçta yaptıkları sayesinde tribünün gazını aldı.
Maraton'da kavga çıktı Fenerbahçe gol attı. Her yer Taksim tezahüratı yapıldı Fenerbahçe gol attı. Yönetim istifa diye bağıranlarla Aziz Yıldırımcılar (evet bunlardan hala kalmış ve sayıca çoklar) arasında ipler kopma noktasında geldi, Fenerbahçe yine gol attı. Tamam belki atılan gol; Sulukule'de çıkan kavgaları susturan müzik kadar birleştirmiyor ama konu bir şekilde kapanıyor.GFB'nin bir ara yaptığı tezahürat, durumun Fenerbahçe triübünü açısından özeti oldu: "3-0 öndeyiz, içmiz kan ağlıyor"
Fenerbahçe 5 gol attı; Fenerbahçeli arkadaşlar çok mutlu oldu, umutlandı ama aslında ben çok da beğenmedim. Daha doğrusu Fenerbahçe kendini sıkmadı. Karşısında kötü bir Sivasspor buldu. Fenerbahçe biraz pres yaparak ve rakip kale önünde hiç baskı kurmadan 5 gol atabildi. Kaçırdığı gol neredeyse yok. Emenike ne kadar özel yetenekleri olduğunu gösterdi. Futbolda sonuç için, gol için gereken en temel işi en iyi yapan adamlardan biri: "Topu rakip kaleye doğru götür"
Futbola aç Samuel Holmen de maçın iyilerindendi. Ben hala onun İstanbul topçusu olduğunu düşünmüyorum ama bu tip kriz zamanlarında böyle topçular büyük önem kazanır. Futbolu bilen ve iş ahlakı olan topçuya her takımın ihtiyacı var. Karanlık dönemleri aydınlatabilecek bir sorumluluk anlayışları var.
Sivasspor adına olumlu bir şey bulmak zor. Ligin daha başı, asıp kesmek için erken. İki kaleci hatası, bir hakem faktörü ile yenilen gol skordaki farkı yarattı. Ama oyun olarak da çok istekli ve bilinçli değillerdi.
Bu sene hayatımın en farklı sezonu olabilir. TT Arena'ya gitmeyi pek düşünmüyorum. Aslında pek maça gitmek istemiyorum. Ama eve yakın Kadıköy'e birkaç kez gidebilirim. Herhalde Galatasaray'dan çok Fenerbahçe maçına giderek tarihi değiştiririm bu sene.
Günün akılda kalan tezahüratı ise Vamos Bien'den...
1 yorum:
Aydın,Erman Kılıç,Terim-Aysal..bunlara laf etmeye gücünüz yetmez..işiniz gücünüz Fb olmuş.sizi alakadar etmeyen konular
Yorum Gönder