Salı, Eylül 26

80'lerde Bodrum




Eğer olağanüstü bir şey olmazsa; veya uçağım falan düşmezse (zaten bu da olağanüstü bir durum) siz bu satırları okurken ben Bodrum'da olacağım. Üst üste 28. sene. Eskiden coşkuyla gittiğim, şimdi yıllık izin haftalarında bir memuriyete dönen ama daha iyisini bulamadığım için vazgeçemediğim bir alışkanlık olan o yer...

90'ların başında çocuktuk ve o yaşlarda yolumuz nereye düşse zaten keyif alacaktık. Aile büyükleri ve onların çocukluk arkadaşları olan diğer ailelerin büyükleri, nedendir bilmez (az çok anlatmaya çalışsalar da) Bodrum'u seçmişlerdi. 

Tatil için gidilecekti ve bir günden ( O gün bile belliydi, aralarında bir şifreydi) sonra artık orada kalacaklardı. Aralarında bu planın gerçekleşmesini en çok isteyenin halen İstanbul'da kalmış olması, geri kalanların ise İstanbul'da kalmadan Bodrum'a yerleşmesi çok büyük ironidir. Fakat yine de hepimiz; yani bir mahallenin birbirine yakın tüm bireyleri; büyükleri ve küçükleri oraya gittik.

Yıllarca yaptığım tatillerden ve benimle aynı hayalleri olan (en azından öyle diyorlardı) arkadaşlarımı tanıdıktan sonra, 20'li yaşların hemen başında ben de, tıpkı mahallenin büyükleri gibi, yanıma aile büyüklerini alarak yola çıkmıştım. Hedef kalıcı olmaktı.

O güne kadar devamlı, tarif edemediğim bir hayat tarzının hayalini kuruyor ve bunun orada gerçekleşeceğine yürekten inanıyordum. Riske girdim, denedim ve sonunda olmadığını gördüm. Büyük ihtimalle sorun bendeydi ama o kentin bir dönemler bizim istediğimiz gibi yaşandığının, artık o çemberden çıktığının farkındaydık. Belki hâlâ o hayali gerçeğe dönüştürmüş olan insanlar var orada. Belki de sadece bizim cesaretimiz yeterli olmadı. O nedenle de pes ettik(m). Haklı nedenlerim de vardı ki, biri yalnız olmaktı. Bir önceki kuşak, bana yetmemiş, bizim kuşak da ortada yoktu.

Yine de; bir dönem benim gibi hissedenlerin ama hislerine daha çok sahip çıkarak benden daha farklı şekilde deneyenlerin olduğunu biliyorum. Onların başka bir şansı daha vardı. İklimi ile, nüfusu ile, uzaklığı ile, özgürlüğü ile buna en uygun ortamda denemişlerdi. 80 sonu 90 başıydı. Ucundan yakaladığımız, anlamasak da hissettiğimiz, o hislerden yola çıkarak hayaller kurduğumuz dönemlerdi. Sonlarına yetişmiştik ve hayatımız boyunca aklımızda kalacaktı.


Socrates'in Eylül sayısında hazırlanan Kemal Merkit dosyasının bir kısmında o hisler ve o günler yeniden çıktı ortaya. Kemal Merkit ve arkadaşlarının 80'lerde Bodrum'a yerleşmeleri, dosyanın en ufak bölümü ama benim için en değerlisi. Okuyanların büyük bir kısmı "Ne güzel hayatlar, keşke biz de denesek" diyeceği, azınlığın bir şey hissetmeden geçeceği, benim ise en acı şekilde "Yaptım, denedim ama olmadı" diyerek kendimi daha da kötü hissettiğim kısım...

Yine de hâlâ umut var. Henüz hiçbir şey bitmedi. İyimser olamasam da; aklımda hayata dair çok başka hedefler veya arayışlar yok.

---- 

Abla Mine Merkit: Kemal aslında ABD’ye gelecekti, benim yanıma. O sırada babamdan bir mektup geldi. Kemal’in gitmesine izin vermediğini, maddi olarak da yardım etmeyeceğini söylüyordu. Çünkü onun kanısına göre Kemal okumayacaktı. ABD’ye gelemeyince Bodrum’da sörf hocalığına başladı, orada da eski eşiyle tanıştı. Ben annemden gelen haber üzerine Bodrum’a gittim, oturup konuştuk. “Ben âşık oldum, okumayacağım” dedi. Annem çileden çıkmış, babam da rahat, “Zaten biliyordum okumayacağını” diyor.


Zeynep Özbatur (Eski eşi): Avusturya Lisesi’nden tanışıyoruz biz. Sonrasında da flört ettik, 1983’te evlendik. Mayıs ayında bir dükkân açtık, yaşamımızı Bodrum’da kurduk. 1978’de sörf hocalığına başlamıştı. Sörfü Türkiye’de popülerleştiren ilk insanlardandı.

Ozan Alacalıoğlu (Arkadaşı): İlk işleri de şarküteriydi. Hepimiz yardım ederdik Kemal’e. Müşteri gelir, peynir isterdi, Kemal “Yok” derdi. Adam “Peki bunlar ne?” diye peynirleri gösterirdi, Kemal de “Peynir” diye cevaplardı. Nasıl eğleniyorduk. Hiç alakası yok işle.

Doğan Akçura (Arkadaşı): Bodrum’da hayat mükemmeldi o dönemler, 1980’lerde...

Ozan Alacalıoğlu: O günlerde bir akşam Gümbet’in tepelerinde oturuyoruz, bir arkadaşımız “Düşünebiliyor musunuz, bir gün buralar hep bina olacak” dedi. Biz “Yok” dedik, güldük. Aradan 15 sene geçti, her taraf bina oldu.

Mert Merkit (Oğlu): Ben çocukluğumu hatırladığımda babamı sörfle anıyorum. Hep sörf vardı hayatında. Beni her gün sahile yollardı Bodrum’da yaşarken: “Mert, kuzucuk var mı? Git bak, bana haber ver.” Kuzucuk dediği de dalgaların üzerinde rüzgârla oluşan beyazlar…


Doğan Akçura: Sörf, hayatıydı; sörf dükkânı açtı, sörf malzemesi satıyor, arabalarının üzerinde sörf var. Karı-koca tam bir ‘surfer gibi’ yaşıyorlardı. O ‘beach life’ hayat tarzı çok sonraları geldi Türkiye’ye.

Mert Merkit: Sörf dükkânı varken babama haber gelirmiş “Rüzgâr çıktı” diye, kapının önüne bir sandalye koyar gidermiş.


Kızı Mine Merkit: Dükkânı kapatmak falan yok yani...


Hiç yorum yok: