Pazar, Ağustos 8

Limonata

Ali Atay'ı seviyor muyum sevmiyor muyum bir türlü çözemedim. Yaptığı işi (oyunculuk) iyi yapıyor ama bir yandan antipatik bir tarafı varmış gibi. Gerçi bu kararsız haller bir cephede sabit kalmayı zorlaştırıyor. Tek bir hamleyle fikrimizi bozmak çok kolay. Her tarafa devrilmeye müsaitim. Atay onu Son Yaz dizisiyle kırdı, beni kendi tarafına çekti. Renkli gözlü sayın Savcım, karısına aşık, işine sadık haliyle kalbimizi çaldı.

Fakat Son Yaz'ın hemen öncesinde de yönetmenlik denemelerine denk geldim. Leyla The Band nedeniyle "Kardeşim bir şarkın eksikti" dediğim yıllarda bir de yönetmenlik yapacağını  duyduğumda "Tamam kardeşim her şeyi sen yap" şeklinde çemkirmiştim.

Sene 2015'ti. Arada beş sene geçti, Limonata'yı bu süreçte izlemedim. Atay ise araya iki film daha sıkıştırdı. En sonunda açtık Limonata'yı.

Fakat önce Ölümlü Dünya'yı izlemiştim. Bu çok fazla beğeni toplayan film benden yeterli notu güç bela almıştı. Fakat Atay'ın yönetmenliği, filmin en güçlü unsurlarındandı.

İlk film Limonata'ya olan merakım Ölümlü Dünya'dan sonra daha da arttı. Ve kesinlikle beklentimi karşılaşmış. Bir ilk film için gayet iyi iş çıkarmış Atay. 

Yazıda adam filmin önüne geçmiş gibi oldu sanki. Sürekli ondan bahsediyoruz. Fakat onun filmi zaten. Senaryoda da onun imzası var. Üstelik yönetmen olarak ilk filmi. Ortaya çıkan iş gayet iyi. Takdir edilesi. Zaten İstanbul Film Festivali'nde iki ödül birden kazanmıştı.

Fakat Atay tek değil. Yanında Üsküp doğumlu Ertan Saban var. Yönetmen koltuğunda oturmasa da, Atay'ın yardımcısı gibiymiş. Ayrıca senaryoda onun da adı var. Ve tabi ki bir de başrol... Ben kendisini tanımıyordum. Gözden kaçmış. Gayet iyi bir oyunculukla radarımıza girdi (SİYAD'dan  da ödülü kapmış), sonra (filmin en sonunda çıkan yazıyla) hayatındaki acıyı öğrendim ve paramparça oldum. Sen ne yazarsan doğrusunu, iyisini yazarsın güzel abim!

Bir de Serkan Keskin var. O da filmin yıldızı. Zaten üçü sırtlamış filmi, almış gitmiş. Üstlenmişler, çabalamışlar. Güzel bir yol filmi çıkmış ortaya.

Hikaye klasik yol filmlerinin akışına uygun bir şekilde ilerliyor. Sürprizli değil. Senaryo seyirciyi yormuyor. Yönetmen filme çok fazla dahil olmuyor, oyuncular abartıya kaçmıyor. Zaten izleyiciye güzel bir his yayma misyonu var. Bunu Atay'ın kamera kullanımından ve renklerinden de anlayabiliyoruz. Filmin sonunda güzel bir hisle koltuktan kalkıyorsunuz.

Fatih Akın'ın Im Juli filmini andırıyor. Orada da Balkanlar üzerinden bir İstanbul seyahati vardı. Bu sefer istikamet diğer şeritten ilerliyor. Fakat mola yerleri benzer noktalar.

Sanırım filmin en büyük sıkıntısı Atay ve Keskin'in birlikteliği oldu. Leyla ve Mecnun'dan yakalanan kitle filmi sahiplenirken, geri kalan sinemaseverle ulaşmakta biraz zorlandı. O nedenle Limonata, gişe sonrası yorumlarda biraz hayalkırıklığı ile tarif edildi.

Oysa gayet hoş bir iş. Atay'a göre bu işin başarılı olmasında çalışma sistemleri var. Bir röportajında şöyle diyor:

"İnsani şartlarda çalıştık mesela. Günde 9 saat çalıştık, haftada iki gün repo yaptık ve üç haftada bitirdik filmi. Hiç kimse ölmedi. Akşam 4’lerde 5’lerde set bitiyordu, evimize gidiyorduk, takılıyorduk. Yani yorulmuyorduk ve gerçekten film çektiğimizi hissetmiyorduk o an. Üstümüzden tır geçmiyordu ve ertesi günü bayağı iple çekiyorduk hepimiz. Gidelim sahnelere bakalım falan oluyordu ve şunu fark ettim; film bitti, dedik ki galiba oluyor, bir de montajına bakalım. Film, montajdan sonra kendini belli edecek. O zaman da iyi sonuç alırsak, “Bu iş oluyormuş abi!” deriz. Montajdan sonra oturduk dedik ki “Bu ülkede niye yapılmıyor bu?”. Çok basit; yapman gereken sadece anlatmak istediğin şeye hâkim olmak, mesele bu yani."

Başarının şifreleri hiç de zor değil. Umarım yanlış bilgi değildir bu, yoksa çok üzülürüm. 

Bu arada Limonata ile Son Yaz'ın ortak bir noktası var. Karadenizli Selim karakteri burada da Funda Eryiğit'e yanık...

Bir de:

"Geçen sene Galatasaray şampiyon oldu, sokakları görecektin"

Hiç yorum yok: