kasımpaşa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kasımpaşa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Salı, Mayıs 17

Sezonun 11'i

 


Hazır ligin son haftası gelmişken yılın 11'ini kuralım.

Öncelikle bu tip konular için hazırlanan görselleri nereden buluyorsunuz bilmiyorum. Twitter'da çok yaygın bu işler ama ben biraz uzağım. Neyse ki Sporx'te böyle bir uygulama varmış. Oradan aldık görseli.

Kadroyu kurarken beklediğimden daha çok zorlandım. Zira birçok oyuncu için içim rahat etmedi. Eskiden bu tip takımları kurarken "en iyi" olmayı hak eden performanslar sıklıkla önümüze düşer ve kafamızı kurcalardı. Şimdi  ise, başka sezonlarda aday olamayacak performanslar kadroya girmeye hak kazandı. Girenleri suçlayacak değiliz ama geri kalanlar maalesef çıtanın düşmesine neden oldu.

Ayrıca eskiden bu tip kadrolarda genelde 4-2-3-1'i tercih ederdim. Zira ligin en yaygın sistemiydi. Artık o kadar yaygın değil ama yine en çok kullanılan sistem. Fakat merkez orta sahaların, biraz daha oyunun merkezinde olmasını tercih ettim. 4-2-3-1 tercih etseydim bu üçlü uyumlu olmayabilirdi.

Zaten üçlü savunmada giderek ligimizde değer kazanınca, orta sahalar benzer kurgularla çıkacak. Ben dörtlü savunmadan vazgeçmedim. Zira yılın en iyilerini belirlerken üç tane iyi stoper seçmeye de gerek yok. Orta sahayı üçledim ama daha önce yazdığım gibi 6-8 ayrımına girmedim. Merkez orta saha oynayabilecek oyuncular her pozisyonun hakkını vermeliler. Kısacası 4-3-3'ü tercih ettik.

O zaman kadromuzdaki oyuncuları kısaca tanıtalım:

Uğurcan Çakır: Kesinlikle en iyi kaleci performansı ona aitti. Hatta belki de ilk 11'de, kendi mevkisindeki meslektaşlarına en büyük farkı açan oydu. Üstelik Altay, Ersin gibi iyi sezon geçiren rakipleri de vardı. Fakat Trabzonspor'ın şampiyonluk serüveninin rahat geçmesinde Uğurcan'ın payı çok fazlaydı. Puan farkının açıldığı dönemde birçok maçın Trabzonspor'a dönmesini tek başına sağladı. Şampiyonluk maçında penaltı kurtardı. Daha doğrusu partiyi kurtardı!

Bruno Peres: Bruno Peres sezona iyi başladı. Sonra o performansını düşmeye başladı. Yaş faktörü de önemli tabi. Temposu giderek azaldı. Fakat ona yaklaşan bir sağ bek de çıkmadı. Osayi'yi çok beğendik ama sezonun tamamına damga vuramadı. Üstelik esas mevkisi olmadığı için bazı eksiklerini görmezden geldik; aslında defoları da vardı. Rosier geçen sezonun performansından uzaktı. Galatasaray'ın bekleri zaten büyük sıkıntıydı. Skubic'in de daha iyi sezonları olmuştu. Belki Bünyamin Balcı'yı övebilirdik. 2 gol ve 3 asist, 21 yaş için fena değil. Fakat savunmada bazı sıkıntıları vardı. Bruno Peres hem önde ama esas olarak bir bek için geride; belli bir standartın altına düşmeyerek ödülünü kaptı.

Kim Min-Jae: Vitor Pereria'nın transferi Kim sezona damga vuran isimlerden biriydi. Sezon başında Szalai ile iyi bir ikili olmuşlardı. Fakat bu yolda vurulup düşen Szalai olurken, Kim yorulmayan stoper olarak yoluna devam etti. Uzun uzun anlatmaya gerek yok. 25 yaşında olduğuna göre, belki de ligimizde çok fazla izlemeyiz.

Marcao: Marcao'yu da uzun uzun anlatmaya gerek yok. Zaten bu ikili, performanslarıyla buraya gözü kapalı girmeyi hak ettiler. Marcao'nun sezon başında Kerem ile kavgası ve sekiz maç ceza alması oyuncuyu pek etkilemedi ama Galatasaray'ın canı fena yandı. Galatasaray o sekiz maçta 10 puan kaybetti, 12 gol yedi. Marcao ceza almasaydı bu rakamların daha düşük olacağı aşikar. Bu da onun ne kadar sağlam bir stoper olduğunu kanıtıydı.

Guilherme: Guilherme, 2.5 sezondur Konyaspor'da. Artık 31 yaşına geldi. Daha önce hiç sivrilmemişti. Aslında bu sezon da sivrilmedi. Fakat ligin sol bek sorunu, onun önünü açtı. Onunla yarışabilecek tek oyuncu belki de Ferdi'ydi. Fakat o da ilk defa bu sezon bek oynadı. Rıdvan Yılmaz'a kendi hocaları bile çok fazla güvenmedi. Guilherme ise tüm maçlarda oynadı, 3 gol ve 5 asist katkısı verdi. Tarihinin en iyi sezonunu yaşayan Konyaspor'un çıkışında büyük pay sahibiydi.

Miguel Crespo: Vitor Pereira'nın kendisi ülkede kalamadı ama yılın takımın iki oyuncu sokmasını bildi. Crespo'nun değerini Fenerbahçeliler sezon başında anlasaydı; Gustavo ve Sosa ile hatta Mesut ile zaman kaybetmeseydi; Rıdvan Dilmen Crespo'yı yerden yere vurmasaydı belki de çok farklı bir sezon izleyebilirdik. Fakat kulüp içinde yaşananlar Crespo'nun oyun gücünden bir şey kaybettirmez. Zaten mücadelesi üst düzeydi. Fenerbahçe orta sahasını ayakta tuttu. Sezon başında onu anlatanlar bu özelliklerinden bahsediyordu. Buna ek olarak yeri geldiğinde hücumda da taşın altına elini koydu. Konyaspor maçında Pelkas'a yaptığı asisti öyle her orta saha yapamaz. Galatasaray'a deplasmanda attığı gol ise onu zaten unutulmazlar arasına yazdıracak.

Amir Hadziahmedovic: Ligin en hakkı verilmeyen oyuncusu olabilir. Büyük ihtimalle bu dönemde karşınıza çıkan yılın takımlarında kendisini pek görmeyeceksiniz. Fakat bence sezonun en faydalı oyuncularındandı. Bir oyuncu takımdaki her görevi yapar mı? O da geçtiğimiz günlerde verdiği bir röportajda, bu özelliğini Aykut Kocaman'a borçlu olduğunu açıkladı. Adı transfer listelerine girdi bile...

Marek Hamsik: Orta sahanın üçüncüsü Siopis de olabilirdi  belki ama kendisi sık sık (özellikle sezon başında) yabancı sınırına takıldı. Hamsik ise sakatlandığı dönemde ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu gösterdi. Açıkçası ben onun buraya emekli maaşı için gelen yabancılardan biri olduğunu düşünmüştüm. Yoksa Çin ve Göteborg sonrası Trabzonspor'da nasıl oynayacaktı? Vallahi oynadı adam! Hem de öyle eli belinde yıldızlar gibi değil, baya takımın kaptanı, lideri gibiydi. Kalite...

Antonhy Nwakaeme: Kerem; üzgünüm! Eğer Avrupa Ligi performansını da eklesek belki seni buraya yazabilirdik ama iş sadece Süper Lig olunca Nwakaeme organizasyonun ağası gibi kaldı. Bu sezon sol tarafı domine etti. 11 gol ve 10 asist, muazzam rakamlar. Kerem'in 3 asistte kalması bile bir gösterge olabilir. Kerem, Harry Potter olabilir ama esas büyücü bu adam...

Jackson Muleka: Normalde sezona devre arasında transfer olan oyuncuları sezon 11'ine katmam. Fakat Muleka'ya kayıtsız kalmak mümkün değil. Adam yarım devrede gol kralı olacaktı neredeyse. Sıklıkla en önde oynadığın farkındayım ama zaman zaman sola geçerek önüne Umut'u da aldığı oldu. Bu kadroda da önüne iyi bir santrfor alarak, onu sola çekmemiz mümkün olabilirdi. Biz de öyle yaptık.

Andreas Cornelius: Fakat iyi bir santrfor bulmak da kolay olmadı. Umut Bozok, iyi bir sezon geçirdi ama Muleka'dan sonra yedeğe düştü. Pesic ikinci yarıda düştü. El Kaabi, son iki ayda sessiz kaldı. Serdar Dursun'a sezonun ilk yarısında kendi takımı haksızlık etti. Fakat Cornelius, sezonun her döneminde sahadaydı ve belli bir seviyede oynadı. Galatasaray ve Beşiktaş'a goller attı, Fenerbahçe maçında penaltı yaptırdı. Büyük maçlarda da sahnedeydi, diğer karşılaşmalarda da kilidi açtı. Attığı 15 golün 10'unda takımı ya yenikti ya da maçlar berabereydi. Şampiyonluğu geldiği Antalyaspor maçında olduğu gibi, sezonun kilidini çözdü belki de...

Perşembe, Şubat 13

Tek Maçtan Yatan Kuponlar #4


Daha önce tek maçtan yattığımız sayısız kupon oldu. Kimisi son maçın son dakikasında gitti. Kimisi çok yüksek oranlıydı, bize yar olmadı, kimisi de en tahmin edilemeyen, en düşük oranlı maçtan yattı. Çok üzüldüğümüz kuponlar oldu. Fakat kupon gözümüzün önünde giderken bu kadar sinirlendiğimiz azdır.

Geçtiğimiz Pazar günü öğleden sonra hazırladığım kupondan çok büyük bir beklentim yoktu. Fakat en azından ilk iki maç tutarsa, devamının geleceğini düşünüyordum. O korktuğum ilk maçlar sayesinde kupon iyi başladı. Kendi evindeki son 11 lig maçında sadece PSG'ye yenilen Montpellier, seriye St.Etienne karşısında da devam etti ve rakibini Andy Delort'un attığı gole 1-0 mağlup etti. Aynı saatlerde İngiltere'de Sheffield United, Bournemouth'u konuk etti. Bu sezonun en renkli takımlarından biri olan Sheffield United'ın maçları genelde gollü geçiyor. Fakat ben kazanacağını da düşünüyordum. Öyle de oldu. Kırmızı-Beyazlılar geriye düşse de, maçın son bölümünde attığı golle sahadan 2-1 galip ayrıldı. Zaten bize sadece Sheffield United galibiyeti yetmiyordu, 1.5 gol üstü de lazımdı. O da sağlandı.

Üçüncü maç kuponun en yüksek oranlı karşılaşmasıydı. Galatasaray, Kasımpaşa deplasmanındaydı. Galatasaray'ın gollü bir maç sonunda kazanacağını tahmin ediyordum. Aklımda bazı seçenekler vardı. Galatasaray handikaplı kazanır, Galatasaray kazanır ve 2.5 gol üstü, ilk yarı 1.5 gol üstü ve 3.5 gol üstü öne çıkan seçeneklerdi. İlk etapta Galatasaray galibiyetlerini eledim. Zira Sarı-Kırmızılı takım rakibine kıyasla ne kadar ağır bassa da ufak bir sürpriz ihtimalini göz ardı edemezdim. Son dönemde Galatasaray iyi oynamaya başlasa da sezonun ilk yarısında bu tip karşılaşmalarda canımızı çok yaktı. O nedenle gol bahislerine yöneldim.

Malum; ilk yarı 1.5 gol üstü ile maç sonu 3.5 gol üstünün oranıdır. Birinde 45 dakikada 2 gol, diğerinde 90 dakikada 4 gol gereklidir. Eşit gibi gözüküyorlar ama genelde maçların ikinci yarısı daha gollü geçer. Bir takım kırmızı kart görebilir, yorgunluk nedeniyle orta sahalar çabuk geçilebilir, oyuna sonradan girenler kendilerini göstermek için gaza gelir. Birçok neden sayabiliriz. O nedenle ben de bu maçta direkt 3.5 gol üstünü seçerek, ilk yarıdan yatma ihtimalini sildim.

Galatasaray ilk yarıya fırtına gibi girdi. 45 dakika sonunda skor 3-0 oldu ve çok rahatladım. Geriye kalan 45 dakikada sadece bir gol daha lazımdı. O golün gelmeme ihtimali de yok gibiydi! Kasımpaşa dağılmıştı. Galatasaray'da da oyuna Onyekuru girince bir hareketlenme oldu. Fakat o hareketlenme bir saman aleviydi. Yine de dördüncü gole çok yaklaşıldı. Onyekuru'nun bir şutu çizgi üzerinden çıkarıldı. Dönen topa Feghouli çok rahat vuracakken, hat-trick yapma sevdalısı Adem hem topa vuramadı, hem de daha rahat durumdaki Feghouli'nin pozisyonunu bozdu. Son dakikada Selçuk İnan'ın pasında Onyekuru kaleci Fatih ile karşı karşıya kaldı ama çok rahat atabileceği golü adeta santimlerle kaçırdı.

Bu esnada Sporting - Potimonense maçı da başlamıştı. O karşılaşma için 2.5 gol üstü demiştim. Galatasaray maçı sona erdiğinde skor 1-1  oluştu bile. Keza 72.. dakikada o da tuttu. Fakat işte Kasımpaşa - Galatasaray maçının adeta çöpe atılan 45 dakikası, benim de kuponu çöpe atmamama neden oldu. Cidden yazık... Bundan sonra en azından ilk yarı 1.5 üst seçeneğine bu kadar çabuk sırtımı dönmeyeceğim.




Perşembe, Aralık 7

Büyük Özlem



Passolig çıktığından beri Türkiye’nin en üst iki liginin maçlarını yerinde izlemedim. Uzun bir süre daha da izleyeceğimi sanmıyorum. Şikayetim yok. Zaten ne tribündeki ortam ne de oynanan futbol eskisinden daha iyi değil. Hatta zaman zaman dibe vuracak kadar kötü olduğunu görebiliyorum. Yani kaçırdığım çok da bir şey yok. İçim içimi yemiyor, kararımı sorgulamıyorum. Gerçi televizyondan futbol izlemenin bir şeyler konuşmak için yetersiz kaldığını düşünüyorum ama olsun. Bunu biz değil, başkaları seçti!

Ne TT Arena’da olmak, ne yeni yapılan Vodafone Arena’yı görmek, ne de evden çıkıp yürüyerek Kadıköy’de maç izlemek istiyorum. Deplasmanlara gitmek bazen akla takılıyor ama gidilecek şehirleri seçerken fikstüre bakmamak da ayrı bir özgürlük. Zaten zamanında bunların ve buraların hepsi güzeldi, yapıldı ve bitti. Aynı tadı vermeyecekse, görev ve ezber nedeniyle hayatımızda tutmanın anlamı yoktu. Kararımdan pişman değilim. Aradan geçen 3-4 senede benim açımdan herhangi bir zorluğu olmadı.

Fakat ara ara şöyle bir iç çekiyorum. Ne zaman bir Kasımpaşa Stadı’nda bir maç görsem, “Ah ulan” diyorum. Şu an en çok özlediğim yer orası. Orada maç izlemenin keyfi çok yüksekti. Maçın kalitesi düşük bile olsa, oranın ortamı bambaşkaydı. Şimdilerde bazen televizyondan bakınca, ortamın sanki eskisinden de güzel olduğunu hissediyorum. Fazla dolu olmayan ama gelenlerin birbirine aşina olduğu tribünler, eğlenceli bir bando (yeni geldi), müthiş görüş açısı ve ağaçlı tribün... 

Kasımpaşa’ya gidiş kolaydır. Giriş çıkışta sıkıntı olmaz. Pat diye önünde olursunuz, çıkışta Nevizade’de iki bira içmek isterseniz en fazla beş dakika yürürsünüz. Fazla kalabalık bir stadyum olmadığı için izdiham olmaz, insan gibi girip çıkarsınız. Çıkar çıkmaz kendinizi İstanbul’un merkezinde bulursunuz.

Biletler Süper Lig standartlarına göre hâlâ uygun bence. Mesela bu hafta oynanacak Kasımpaşa – Trabzonspor maçını ağaçlı tribünde 20 Lira vererek izleyebilirsiniz. Türkiye’deki stadyumlar arasında en kendine has tribündür belki ağaçlı tribün. Maç da kesin bol gollü olur. Olmasa da önemli değil, huzur dolu bir stadyum sonuçta.

Eskiden stadın büfesi de çok iyiydi. İstanbul’un en verimli ekmek arası köftesi oradaydı. Bol köfte ve sadece 5 liraydı. Bir stadyum büfesine göre şaşırtıcı bir kalite ve fiyattı. Acaba hâlâ öyle midir? Gidip göremiyoruz işte.

Keşke bir şans olsa da bana Passolig almadan sadece Kasımpaşa Stadı’na girme hakkı verseler. Zaten İstanbulspor da 1.Lig maçlarını bazı haftalarda orada oynuyor. Maç izleme alışkanlığıma dair şu ara en çok istediğim şey bu… Passolig varken özlediğim tek stadyum.

Cuma, Mart 20

Türk Futbolu ve Onun Güçlü Kurnazlığı



Bu başlığı atmaktan sakınca görmüyorum. Linç kültürüne alışmıştık ve çok da şaşırmadık. Hatta lincin şiddeti beklediğimizin ve alıştığımızın altında kaldı bile diyebiliriz. Ama devamında yaşananları düşününce... Kalesini açmak zorunda kalan bir teknik direktör ve ardından gelen istifa. Sonuca, skora bağlı bir futbol dünyasının aynası olacak bir pozisyon.

İşin ilgiç kısmı, pozisyonun aktörü Ryan Donk, buna benzer bir ayna tutmayı bir başka maçta, Beşiktaş karşısında da, yapmıştı.Yaptığı kural dışıydı, cezası olmalıydı; belki de oyunun ruhuna aykırıydı ama aslında tek suçlu o değildi. Pozisyonları idare etmeyi gelenek haline getirmiş hakemleri zor durumda bırakmıştı. Onları çalışmadıkları yerden vurmuştu. Bu sefer de oyunu  kendi istekleri doğrultusunda yönlendirmek isteyen beceriksiz Türk futbolcusunu cezalandırmak istedi, bunu becerdi de ama bu gerçekliğin geri dönüşü olumsuz oldu..

Pozisyonu tekrar tekrar izliyoruz. Babel yere düşüyor ve bir süre kıvranıyor. Bu esnada Konyasporlu oyuncuların topu taca atmak gibi bir düşüncesi yok. Bunu aklına getiren varsa o da kaleci Kaya... Fakat o da topu ayağına aldığında Babel doğrulmaya başlıyor zaten. Kaya topu o anda taca atabilse sorun olmayabilirdi ama beceremiyor. Zaten ne olursa olsun, taca atma isteği var mı çok da emin değiliz. Ömer Ali ne topu taca atabiliyor ne de topa sahip olabiliyor. O topla cebelleşirken Babel ayağa kalktı bile. Ve o sırada boşta kalan top Donk'nun önünde kalıyor. Karşısında basit bir fair kuralını gerçekleştirememiş bir takım dolusu adam var. Pas isteyen takım arkadaşı ise ayağa kalkıp deparına başlayan Ryan Babel. Kaleye uzaktan şut atmayı pek düşünmeyen oyunculardan olan Donk, belki de pozisyonda bir gariplik olduğunu sezdiği için farklı bir şey deniyor. Kaleye vuruyor. Yine bir hata.. Kaya kalesinin çok önünde. Haliyle hedefi bulan top ağlarda... Konyasporlu futbolcular arka arkaya yaptığı - daha doğrusu yapamadığı  - eylemler nedeniyle 1-0 geriye düşüyor. İşte tam o sırada linç kültürü devreye giriyor. Bu hatalar silsilesini gözler önüne seren ve affetmeyen adamı linç etmeye başlıyorlar. O golün bir şekilde çıkması lazım. Ofsaytı bozan stoperlerin yenilen golden sonra elini kaldıran ilk oyuncu olması gibi... Bu toprakların kurnazlığı devreye giriyor.

Şota belli ki sıkılmış. İstifa kararını kafasına önceden koymuştur muhakkak, düşünmüştür. İstifa etmeyi düşünen adamın içinde bir huzursuzluk bir boş vermişlik vardır herhalde. Pozisyon, o halet-i ruhiyenin ufak bir yansımasına neden oluyor sanki. "Bu ortamla ne uğraşacağım, bu kavgaya ne gireceğim" diyerek istifa mektubunu hazırlayan adam, benzer duygulardan beslenerek "Bu tartışmayı uzatmayacağım" düşüncesiyle olayı büyütmeden kalesini açıyor. Olay çözülüyor. Şota haklı olarak övgüleri alıyor ama ihale Donk'a kalıyor. Sanki, oyuncusunun hatasını temizleyen bir hoca varmış gibi... Oysa kurnazlıklarla dolu olan ve bu nedenle artık insanı yoran bir futbol ortamı var. Bütün mesele bu... Sahte fair, sahte adalat, gerçek kurnazlık ve sert linç hepsi aynı anda gözümüzün önünde... Türk futboluna hoş geldiniz...

Cumartesi, Şubat 8

Kasımpaşa 1-3 Konyaspor



Bu sezon ilk defa Kasımpaşa'ya gidiyoruz. Biraz geç kaldık. Sezonun yarısı geçti. Üstelik Kasımpaşa sezon genelinde izlemesi keyifli top oynamıştı. "Stadyum kaçmıyor illa bir ara gideriz" diyerek şubat ayının ortasını bulduk. Stada gitmeye gitmeye; semtin girişinden açık maratona yürümek için 5 dakika harcayacağımızı unuttuk. Ben de biraz geç kaldım gerçi. Sonuç olarak Hasan Kabze'nin golünü yakalayamadık. Bugüne kadar stadyumlarda onlarca maç izledim. Maçın başında golünü kaçırdığım üçüncü maç bu oldu; biri Beşiktaş - Konya Şekerspor kupa maçı, diğeri ise Liverpool-Milan CL finaliydi. Hasan Kabze bir kez daha tarihe geçti.

Maça 1-0 önde/geride başlamak iki takımı ne kadar etkilemiştir çözemedim. Konyaspor, maç boyunca inanılmaz bir özgüvenle oynadı. Skor 1-1'ken de böyleydi. Gerçi Kasımpaşa özellikle gol dakikası civarında baya etkili oldu, direkten dönen topları oldu ama bunu maçın geri kalanına yayamadı. Konya ise 10.dakikada ne oynadıysa 80'de de onu oynadı.

Sezon başından beri ligi takip eden biri için iki takımın oynadığı top şaşırtıcıydı. Kasımpaşa alt sıra takımı gibi, Konyaspor ise Avrupa için üst sıralarda gezinen başaltı takım gibi oynadı. Aslında bu farkı yaratan da Mesut Bakkal'ın ta kendisi. Son 4 maçta 9 puan, tek yenilgi ise Kadıköy'de şanssız bir şekilde kaçan Fenerbahçe galibiyeti. Bakkal'ın yarattığı takıma şaşırmıyoruz, bunu daha önce de yapmıştı. Hasan Kabze-Gekas-Hleb ve dün biraz sönük kalan Djalma can yakacak bir dörtlü. Şampiyonluk  yarışının kızıştığı haftalarda Konya deplasmanına gitmek sanıldığından daha büyük bir fikstür dezavantajı olacak.

Kasımpaşa için ise işler giderek sarpa sarıyor. Kötü gidişten çıkmaları için oynayacakları iki zorlu maç var, Beşiktaş ve Fenerbahçe. 2 maçtan da galibiyet alamamaları sıkıntıları arttıracak. Takımın oynadığı futbol da bu konuda ışık vermiyor. İsteksizlik göze çarpan en büyük özellikleri. Motivasyonlarını kaybettikleri görülüyor. Bu noktada ortaya teknik direktör meziyeti çıkar. Şota, bu sezon kendini ve takımını en çok geliştiren teknik adam olarak görülüyordu ama asıl sınavı şimdi verecek. Saha içinde yapabildiği gibi benzer bir adımı bu sefer saha dışında da yapması gerek. Bu fırtınadan sıyrılması onun kredisini de yükseltecektir. Zaten sıyrılamazsa tehlike çanları çalacak. Kasımpaşa taraftarının tepkisi bunun ilk işaretiydi.

Maçın yıldızı Gekas. 1 asist (göremedik), 2 şahane gol. Canlı canlı Gol Tanrısı'nın gollerini görmek de nasip oldu. Adem Büyük'ün golü de çok güzeldi. Ligin yetenek-oyun aklı klasmanlarında en zıt seviyeye sahip oyuncusu olabilir. Golü atmadan önce topu aldığında bana "ver artık birine ulan" dedirtip, golü atan Adem. Ama işte bunu maç boyunca 1 kere yapabiliyor, geri kalanında takıma zarar veriyor. Gekas ise belki de Adem kadar kabiliyetli değil ama arkadaşlarına sağladığı katkı sayesinde takımına sınıf atlatacak kadar kurnaz bir adam.

Kasımpaşa'da maç izlemek çok zevkli. İnsanların akılındaki Kasımpaşa imajının çok tersinde. Bütün maçı yanımda suşi yiyen Erasmuslu 2 kız ve 1 erkek öğrenciyle izledik. Arkamızda da semtin orta yaşlı abileri çekirdek yiyerek hafif argo cümlelerle muhabbet ediyordu. Recep Tayyip Erdoğan Stadı'nda, Recep Tayyip Erdoğan ülkesinin genelinden çok daha huzurlu bir ortam var. Tek üzüntüm büfede 5 liraya satılan muhteşem köfte-ekmekten yiyememiş olmak. Ama neyse ki Konyaspor maçına bilet alanlara Beşiktaş maçı yüzde elli indirimli olacakmış. Belki salı günü yolumuz yine oraya düşer.

Çarşamba, Aralık 18

Zihniyet Hatası




Ryan Donk olayı uzun süre gündemi meşgul edecek. Böyle bir olayı ilk defa görüyoruz. Haliyle çoğunluk ne yapılması gerektiğini tam anlamıyla bilmiyor. Ortada  birçok farklı görüş var. Bu konuyla ilgili benim hiç fikrim yok. Hatta konuya dahil olmak da istemiyordum

Ama Barış Gerçeker ayrıntılı bir şeyler yazmış, okuyunca olaya bakışım değişti. Yine, alınması gereken karar hakında hiçbir şey bilmiyorum. Belki dünya futbolunda yeni bir sayfa açar, bir açığı da kapatır. Bu bile olabilir. Ama herşeye rağmen Türk hakemlerinin zihniyetinin tükendiğini görmezden gelemeyiz.

Olayın benim ilgilendiren kısmı şu... 

Donk ikinci topu eline alıyor. Hakem bu yapılan kural dışı hareketi görüyor ama oyunu durdurmuyor. Çünkü Türk hakemlerinin yıllardır içlerine işleyen belli bir alışkanlıkları var. Bir olaya, faule, bir suça gereken cezayı vermektense; görmezden gelmeyi tercih ediyorlar. Donk oyun alanında olmaması gereken topu eline alıyor ama hakem Barış Şimşek o anda oyunu durdurmak yerine bu yanlışı görmezden geliyor ve maça devam ediyor. Umuyor ki, bu olay bir şekilde tatlıya bağlansın. Kendisi herhangi bir yaptırımda bulunmadan sona ersin. Üstü kapatılsın. Sorun çözülsün.

Olmuyor. Donk neredeyse bir faciaya neden oluyor. Bu sefer sıkıntı daha da büyük. Ne yapacağını bilmeyen ve arada kalan hakem, sarı kart verip hakem atışı yapıyor. Eyyama alışan hakem bünyesi, bu olağanüstü duruma ne tepki vereceğini bilemiyor, alışkanlıkları doğrultusunda ilerleyip "en orta yol"u bulmaya çalışıyor. Aslında belki başka türlü olsa Donk'a sarı kart da vermezdi ama kendisini zor durumda bırakmasının da bir cezası olmalı...

Bu psikolojiyi başka hakem kararlarında da görebilriiz. Basit bir faulde veya futbolcu itirazında. Hakemlerin aklı, - ki belki de aslında bütün toplumun kafası - yanlışı, suçu cezalandırmakta değil, "olayı kazasız belasız geçirmek" kısmında... 

Bu olay da bunun bir yansıması. Donk ikinci topu eline mi almış? Önemli değil, futbol ailesi olarak biz bunu bir şekilde aramızda çözeriz. Zaman biraz ilerlesin, oyun başka tarafa yönelsin, Donk ile konuşup hallederiz biz bu meseleyi. Sonra kimse hatırlamaz bile. O yüzden şimdi oyunu durdurup boş yere bakışları bu tarafa yöneltmeye gerek yok.

Tam böyle düşünürken, Donk gibi bir "kırık" çıkıyor, elindeki topu oyunu bozmak için atıyor. Dengeler değişiyor. Yetkili zor durumda kalıyor, ne yapacağını şaşırıyor. En kısa sürede en az zararla atlatmaya çalışıyor.

Yani kısacası; hakem hatası mı yoksa kural hatası mı bilemiyorum. Fakat genelde bir zihnyet hatası olduğu bir gerçek.

Çarşamba, Mart 6

Kasımpaşa 2 - 0 Trabzonspor



Maçtan çok büyük beklentimiz yoktu zaten. Kasımpaşa, bana göre hala ligin en kötü 3 teknik adamından biri sahip. Trabzonspor ise oldukça kötü oynayan ve kriz yaşayan bir takımdı. İyi futbol vaadeden bir maç değildi. Ama futbolun çekici tarafı, sürprizlerin her daim ortaya çıkma ihtimalinden kaynaklanıyor.

Aslında yine de bu girişe rağmen, iyi bir maç izlemedik. Ama sahada o kadar kötü bir Trabzonspor vardı ki, bu kötü futbolun kendisi herhangi bir iyi futboldan daha çok ilgi çekiciydi. 

Kasımpaşa Stadı'nın en güzel özelliklerinden biri olarak 5 liraya köfte-ekmeğimizi alıp, NBA havası yaşayarak yerimize oturuyoruz. Hasan kardeşimin Erasmus kız sevdası nedeniyle santraya yakın bir yere doğru yöneldik. Şansımıza Erasmuslu kız yerine İstanbul'da yaşayan ve Kasımpaşa tribününe giren Trabzonlu taraftarlar düştü. Avni Aker'de maç izlemenin ufak bir kopyasını yaşadık. Bir level altı diyebiliriz.

Trabzonspor oldukça kötü top oynadı. Fakat 1.dakikadan itibaren tribünden yükselen tepki uğultusu üst düzeydeydi. Senelerdir anlatılan "Trabzon'da herkes teknik direktör, Trabzonspor'da top oynamak çok zordur" efsaneleri doğruymuş. Aslında doğru olduğunu zaten biliyorduk ama bu raddede olduğunu tahmin edemiyorduk. 2010-11 sezonunda o takımın 82 puan kazanması inanılmaz bir başarı, hatta mucize. Ersun Yanal'ın liderin 1 puan gerisindeyken gönderilmesi de anlam(!) kazanıyor bu sayede.

Saha dışıyla ilgili anı bir kenara kalsın. Saha içine dönelim. Trabzonspor'da vasat diyebileceğimiz sadece Serkan ve Giray'dı herhalde. Geriye kalan; oyuna girenler dahil herkes tel tel döküldü. Hatta, gollerde bariz hatası olmayan Onur bile kale önünde korkak, tedirgin ve çekingen bir görüntü çizdi. "Muslera'yı iyi paraya satalım, 7.5'a Onur'u alalım" planı bu maçtan sonra soru işareti oldu benim için. 

Colman, bizim o sevdiğimiz hayran olduğumuz Colman değil. Kötü oynadığı yetmiyormuş gibi bir de rakibe tekme sallamayı huy edinmiş. Belki de kırmızı kart görüp takımdan uzaklaşmak istedi. Tolunay Hoca ona 90 dakika nasıl dayandı diyeceğim ama kimi çıkarmasa aynısını yazardım. Henrique ve boş kaleye kaçırdığı gol ayrı bir hikaye. Halil; ve aslında Hamit, Türkiye'de bambaşka bir profil çiziyorlar. İkizler, bu kadar kötü değillerdi hiç bir zaman. 

Agresif yapısıyla tanıdığımız, gelir gelmez "ateş-barut" ilişkisi kuran Tolunay Kafkas bile bu maçta sinirlenemedi. Sanırım boş kaleye kaçan pozisyondan sonra beresini fırlattı. Onun dışında, şaşkınlığından ve herhalde işinin zorluğunu farkettiğinden olsa gerek kendinde sinirlenecek takat bile bulamadı.

Bu kadar Trabzonspor yeter. Kasımpaşa'ya geçelim. Fakat o tarafta çok anlatacak bir şey yok Yalçın, Djalma, Özer gibi banko 11'de oynayan isimler olmamasına rağmen rahat bir galibiyet elde ettiler. Adem Büyük belki de kariyerinin en iyi, iyi abartı değişik diyelim, futbolunu oynadı. Daha önce forvet hattında bitiriciliğiyle dikkat çeken Adem, bu sefer tam bir 10 numaraydı. Çalım atamadığı Trabzonsporlu yoktu. Kaleden biraz uzak kalınca şut sayısı azaldı, bir de topu ayağından çıkartmakta zorluk yaşadı. Olsun. Bana göre maçın adamıydı.

Kasımpaşa ve Kasımpaşa maçları alışkanlık yaptı. Yavaş yavaş önümüzdeki sezonun planlarını yapmaya başlamak lazım. Mesela bilet fiyatları ne kadar olur, kombine alsak mı?



Pazar, Şubat 3

Kasımpaşa 0-0 Elazığspor



Cumartesi günü saat 4'te Kasımpaşa'da maça geliyoruz. 8-9 sene önce, belki de 3-5 sene önce nasıl bir atmosfer olurdu, düşünün. Bu sefer turnike girişinde, çizmeli, siyah gözlüklü kız turnikede arkadaşını bekliyor, kombine ile içeri girecekler. Sırt çantam olduğu için güvenlik sıkıntı yaratır, her yeri didik didik arar diye düşünüyorum; o da öyle olmuyor. Fotoğraf makinası, mp3 player kalem gibi şeyler sorun değil burada, Kasımpaşa tribününde ipadler açık, Erasmus öğrencileri  tribünde.

Kan çekiyor herhalde, Kasımpaşa alt yapısında oynayan çocukların önüne oturuyorum. Onların muhabbeti eşliğinde izledim maçı. Bilmedikleri topçu yok. İzlemedikleri maç yok. Sahada olan olayları kendi maçlarına bağlıyor. "Sen Eyüp maçında penaltı kaçırmadın mı"

Semt muhabbetleri, futbol muhabbetleri, devre arasında köfte ekmek. Stadyum dışında köfte ekmek 5 lira, stadyum içinde de 5 lira. Kalite farkı ise daha fazla. Sırf acıktığın için maça girip köfteni alıp oturabilirsin. 

Maç keyifli, sıkmıyor. Sıkıldığımız ufak  bir an vardı, ikinci yarının başında onda da gökyüzü muhteşem bir renge büründü. Fotoğraf makinası ile çekecektim ama makinanın pili bitmiş. Neyse ki internette yakaladık. 

Golsüz maç ama izlemesi çok zevkli. Pozisyon zenginliği var. Ivesa çok iyiydi. Kasımpaşa daha iyi oynadı bence. Ibrıçiç çok ayrı bir topçu. Şota'ya kötü teknik direktör dedik, adam ikinci yarıda takımı toparladı. Şu maç için yapacağı bir şey yok. En iyi adamı (Özer) maç içinde sakatlanmış, ilk yarıyı bile bitirememiş; penaltı kaçmış, gol kaçmış, daha ne yapabilir.

Elazığspor ise yürekle bir yere kadar diyorum. Adem, Köksal gibi adamlar iyi günlerinde çok faydalı olurlar ama vasat olduklarında da hiç çekilmezler. Mücadele de bir yere kadar.

Maç saat 17.53'te bitiyor. Tünelle Karaköy. 18.10'daki Karaköy vapuruna yetişiyorum, Haydarpaşa 18.30 treni ile eve varışım 18.45. Muhteşem bir stadyum demiştik değil mi? 



Cumartesi, Ocak 19

Kasımpaşa 2-1 Galatasaray




Özlemişiz... Özlüyoruz

En son deplasman tribününde olduğumda sene 2011'di. İnönü''deydik. Neredeyse 2 sene geçti. Yine İstanbul içi. Ofisten çıktıktan sonra metroyla 3 durak.


Kasımpaşa'nın stadında bu sene çok gittik ama deplasman tribününü hiç görmemiştim. Girişi ve çıkışı oldukça düzenli olmasına rağmen gidişi harbi deplasmandı. Yokuşlar, çamurlar... Akustik ise muhteşem. İyi tribün yapma potansiyelimizi alakasız tezahüratlar yüzünden değerlendiremediğimizi düşünüyorum. Bunun yanında maçın sonucundan bağımsız olarak devamlılık sağlamak artı puan oldu bence.

Bu maçın tribün hakkında konuşulacak birinci konusu 6222 olmalı. Sanırım 2013 ile birlikte bu kanun daha sert uygulanacak. Dün iki rakip tribün arasında olabilecek en olaysız maçlardan biri oynadı. Karşılıklı küfürleşme bile çok azdı. Gerginlik yoktu. Ama sürekli gözaltı haberi geliyordu. Galatasaray formasıyla Kasımpaşa tribününe girenler gözaltına alındı. Üstelik bunda bile standartsızlık vardı. Kasımpaşa tribününde olan Galatasaraylı formalı-atkılılarından; iki kız ; Galatasaray tribününe gönderildi, oradan dışarı çıkartıldı sanırım; bazıları direkt gözaltına alındı, bazılarının polarına atkısına el konularak Galatasaray tribününe gönderildi... İlginç durumlar yani. Gerginlik seviyesi biraz yüksek olacak maçlarda 1000 kişi falan gözaltına alır sanırım. 3-5 ay sonra, "maça gitmek" 6222'den yargılanmak için geçerli biri durum haline gelecek.

Maç hakkında yazacak bir şeyim yok. Maçı çok izlemedim. Çok da umrumda değildi. Orada olmak yetiyor. Yanımızda Çanakkaleli olunca fazla tad alamadık haliyle. "Islandım, sıkıldım, oturamıyor muyuz" tarzı yakarışları bıktırdı. Neyse ki topu bilen bir kardeşimiz olduğu için futbol muhabbeti yaparak günü kurtardık.

Zaten sıkıcı bir futbol vardı. Maçın hakkı Kasımpaşa'nın diyebiliriz, ama onu dememize neden olan da 2-1'den sonra oynadıkları oyundu. Hem kaçırdıkları goller, hem de savunmada başarıları 3 puan için yeterli oldu. Şota'ya ligin en kötü hocası dedik, adam geldi bizi yendi. 

Takımda kötü giden bir şeyler var. Daha önce önemsemiyorduk. "Grande halleder" diyorduk. Kafamız rahattı. Dün akşam anladık ki, Grande o kadar rahat değilmiş. 

Takımda kötü giden bir şeyler var. Yine önemsemiyoruz. Daha ciddi meseleler var. Kriz, Galatasaray'ın üçüncü rengidir. 






Cumartesi, Aralık 29

Lacivert Gökyüzünde Beyaz Bulutlar


Kulüp marşlarını pek sevemedim. Bizim "Cimbom Galatasaray" güzeldi, ondan sonrası fiyasko; Fenerbahçe'nin Viva Espana uyarlaması da bir klasiktir, saygı duymak lazım ama onun dışında kalan hepsi saçma sözlerle böğüren insanların buluşması şeklinde sunulmuştu.

Burada ise çok farklı bir şey var. Şarkı güzel, sözler kulübün tarihine, semtin yapısına uygun. Kasımpaşa yönetiminin geldiğinden beri yaptığı tek olumlu iş olabilir. Maçların devre arasında çalıyor, 15 dakikada en az 10 kere dönüyor ama bir kere bile rahatsız olmadık. O arada gidip büfeden ucuz köfte-ekmeğini de alacaksın, nefis. 

Cumartesi, Aralık 15

Kasımpaşa 1-1 Trabzonspor




Sebepsiz bir batıl inanç işte. Eğer bir maça geç girersem ve maçı kaçırdığım dakikalar içinde gol olursa, bir daha maça gidene kadar geçen günler kötü geçer. Sanki ihanetin bedeli gibi. Toplasan böyle 3-4 maç olmuştur ama o inanç da bir yerden sonra korkuya dönüşüyor.

Gereksiz işler yüzünden Özer'in golünü kaçırdık. Ondan sonra da maçtan keyif almak mümkün olmadı. Dakikalar geçiyor gol olmuyor. Kendi takımımızın maçı değil ki sadece sonuç önemli olsun. Gol olsun, pozisyon olsun istiyoruz. Geldiğimiz maçta gol olmuş ama görememişiz. Derken en kötü olay oldu. 89.dakikada gol oldu, maç uzadı.

Özer'in golüne yetişseydim, 1-1 olunca çıkardım. Uzatmaları izlemezdim. Nasıl maç başındaki batıl inancım varsa, bir de maç sonu için var. Maç bitmeden stadyumdan çıkmam. Maçtan çıkma, maçı kaçırma gibi bir durum değil. Girişte başka etkenlere bağlısın, çıkış ise Allah korusun ölüm-kalım meseleleri dışında senin verdiğin bir karar. Hal böyle olunca 90.dakika bitmeden tribünden çıkmam. Ama maç uzarsa keyfime göre giderim. Çünkü uzatma kadar saçma bir şey yok. Bazı futbol ulemaları penaltılar kalksın diyor. Sanki penaltı futbolun içinde olan bir durum değilmiş gibi. Sanki futbolcular penaltı atmıyorlar da taş kağıt makas oynuyorlarmış gibi adaletsizlikten dem vuruyorlar. 120 dakika boyunca birbirine üstünlük kuramayan iki takıma penaltı attırmaktan başka bir yöntem aklıma gelmiyor. Üstelik penaltılar, o sıkıcı 30 dakikalık uzatmayı izleyen taraftar için de heyecanlı birkaç dakika demek.

Maçın normal süresinin berabere bitmesini ne kadar istemediysem uzatmada gol olmasını da o kadar istemedim. Madem uzatmayı izliyoruz, penaltıları da görelim. Penaltılar başlayınca akla ufaktan Videoton maçı geldi. Kasımpaşa'yı daha şanslı gördüm. Ama Trabzonspor, Tolga ile turu yakaladı.

Şota'ya ligin en kötü teknik direktörü demiştim, arkasındayım. Hiçbir şey üretemeyen, Alanzinho'nun yalancı çalımları ve driplingleri dışında sahada var olmayan Trabzonspor, İstanbul'dan turlayarak döndü. Şota uzun süre oyuncu değiştirmedi. 80.dakikada hücumcu Dimitrov'u çıkardı ve savunmacı Elyasa'yı çıkardı. 10 dakika da kalsa, oyun içinde böyle değişiklik yapmak her zaman risktir. Öyle de oldu. 8-9 dakika sonra Adrian attı. 90 dakika boyunca tek oyuncu değişikliği yapıyorsun ve onda da hücumcu çıkarıp savunmacı alıyorsun. Gol yemek kaçınılmazdı. 

Trabzonspor'un verilmeyen bir golü de vardı maç içinde. Sanırım nizami golmüş. Benzer bir şekilde yan top golü yediler. Kalede de uzun boylu Isaksson var. İlginç yani.

Neyse olan oldu. Kupa maçları için İstanbul dışına çıkmayan Kasımpaşa, grupları göremedi. Görse güzel olurdu, en azından 1 maça daha giderdik. Kasımpaşa tribününün boykotu da biletler 5 liraya düşene kadarmış. İki günde iki kupa maçında iki Trabzon takımı İstanbul'da kupada tur atladı. Bu haftayı da unutmazlar artık.


Pazar, Aralık 9

Kasımpaşa 2-2 Gençlerbirliği




Hafta içi oynanan kupa maçından sonra, Şota, kendisine sorulan "Ligde şampiyonluk hedefliyor musunuz?" sorusuna "Biz bu dünyada yaşıyoruz.İyi uyuyoruz ve sabah kalkıyoruz.Rüyalar görmüyoruz. Hayata ciddi bakıyoruz" dedi. Hoşuma gider gibi oldu. O öyle deyince biz de kısa süreli olarak Şota'ya dilenmeye karar verdik. Süper Lig'in en kötü iki teknik adamı Şota ve Fuat Çapa'yı buluşturan mücadeleyi yerinden izlemeye karar verdik. Gerçi Bülent Korkmaz da aramıza yeniden geldi; liste uzuyor...

Öncelikle Kasımpaşa camiasında olan bitenden bahsedelim. Yaz aylarından beri yaşananların arka planını bilmesek de yansıyan tarafı oldukça mide bulandırıcı. Bir semtin, insanların kulübü resmen ellerinden alınıyor. Önce arma değişti, şimdi bilet fiyatları arttı. Yönetim istifa sesleri duyulmasın diye yapılan ucuz politikaların ürünü pahalı biletler. Çok kurnazca. Neyse ki bizim kombinemiz vardı da girdik. Yoksa biz de 30 lira verecek durumda değiliz. Bu zihniyet devam ederse proje takımı olan Kasımpaşa boş tribünlere oynamaya devam eder.

Bu sene iki Süper Lig maçı izledim, ikisi de Kasımpaşa'da. Fırsat buldukça da giderim ama takımın alt ligde yaşattığı heyecan verdiği zevk daha fazlaydı. Keşke bu sene yeniden düşse, eski samimi hava geri gelse. Tabi Kasımpaşalılar diyecek ki, "Ulan hem semtten değilsin hem ahkam kesiyorsun" Ama eminim ki onlar da geçmiş yılları, başarısız olsalar da özlemle anıyorlardır.

Maça gelirsek, ilk yarısı oldukça zevksiz ve kısırdı. Topla daha çok oynayan, daha baskılı oynayan Gençlerbirliği olsa da, tek etkili atağı Kasımpaşa yarattı ama golü atamadılar. İkinci yarıda ise 70.dakikaya kadar Gençlerbirliği istediğini yaptı. Yediği gole bile anında cevap verebildi. İşte Fuat Çapa'nın beğenmediğim yönü de burada ortaya çıkıyor. Ne bir sistemi var, ne de maçın gidişatına göre pragmatist davranabiliyor. Mesela Mehmet Sedef bu hafta sağ bek oynadı, haftaya nerede oynayacağı belli değil. Geçen senenin yıldızlarından Özgür yedek, ilk 11 adamı diyebileceğiniz adam yok. Ukalalık yapmak istemiyorum ama bu kadroyla daha farklı şeyler denenebilirdi. Gerçi sıkıntı da her haftanın birbirinden çok farklı olması. Oyuncuların mevkileri belli değil, takımın oyun karakteri belli değil. Oysa çok yetenekli adamlardan oluşan bir takım. 

Kasımpaşa'nın son 20 dakikası çok etkiliydi. Golün geleceği belliydi. Zaten bu sene sürekli 80'den sonra gol atmayı başardılar. İlginç olan Şota'nın maç boyu sadece 1 oyuncu değişikliği yapmasıydı.  

Bana göre maçın hakkı Gençlerbirliği'nin kaznaması şeklindeydi. Ama golü yemek için resmen davet gönderdiler. İlk yarı Zec'i beğendim ama ikinci yarı yoktu. Mehmet Sedef'in mücadelesi iyidi ve açıkçası şaşırttı; ama yine de mücadele yetmiyor çok ağır kalıyor. Lekiç, Tosiç, Jimmy iyidi. Kasımpaşa'da ise orta saha çok kötüydü. Ernst tam bir hayal kırklığı. Özer ikinci yarı açıldı. Sarmov ilk yarı yoktu, ikinci yarı daha etkiliydi.

Basit bir Süper Lg maçı, aralık ayında güneşli bir hava ve izlenen 4 gol. Arkamızdaki kadın, müthiş futbol bilgisiyle kafamızı sikmese daha çok zevk alırdık. Eskiden bu tip maçlarda, amatör küme maçını izleyen eski futbolcu yaşlı amcalar olur, "bak bu çocuk 18 yaşında..." diye başlayan cümlelerle muhabbet ederdi. Artık Kasımpaşa yönetiminde yer alan insanların şirketlerinde çalışan ukala insanlar var. Yine de köfte ekmek'in 5 lira olduğu bir stadyumda Süper Lig maçı izlemek müthiş ayrıcalık. NBA maçı izleyen Amerikalılar gibi girdik. İşin kötü kısmı öyle de devam etti. Umarım bu sorun çözülür. 



Cumartesi, Ekim 27

Kasımpaşa 1-3 Beşiktaş



Yücel kardeşimizin ani planıyla, bayramın ikinci gününde Kasımpaşa'ya gitmeye karar veriyoruz. Bu sezonun ilk futbol maçı. Evden çıkarkan mp 3 player'da çalan ilk şarkının Kaiser Chiefs-Oh My God olması büyük tesadüf. Deplase Keyifler'i özledik.

Bu maç Beşiktaş'tan öte bir Kasımpaşa maçı benim için. Kulübün son zamanlarını yakından takip etmiş biri olarak, Süper Lig'de bir büyük takımı konuk etmesi ilginç tecrübe olacaktı. Aslında normalde bu maçın biletlerinin çok pahalı olması gerekiyordu ama 20 liraya ağaçlı tribün bileti bulunca kaçırmadık. Ligin en iyi futbolcusu Fernandes'i izlemek için makul bir ücret.

Fakat Kasımpaşa çok değişmiş. Maça giderken, 17'ye maça gittiğime dair mesaj attım, ondan gelen mesaj anlamlıydı: "Süper Lig'deki Kasımpaşa'yı desteklemiyorum". Gerçi kendisi Bank Asya'daki takımı da çok desteklemiyordu ama ara sıra maça gitmişliğimiz vardır. Sonuç olarak günün sonunda haklı çıkan 17 oldu.

Öncelikle içeri girişimiz tam bir rezaletti. Buna benzer bir sıkıntıyı en son 3 Ocak 2009'da Ayhan Şahenk'te oynanan Galatasaray-Fenerbahçe maçında yaşamıştım. O maça girememiştik ama bu maça girebildik. Stadyumun çevresi ve tribündeki manzara, geçen seneye hiç benzemiyordu. Geçen sene semt halkının toplanıp geldiği, takımı desteklediği o hava kaybolmuş. Artık herkes burada. Erasmus Parti'den daha çok yabancıya Recep Tayyip Erdoğan Stadı'nda karşılaşabilirsiniz. Maça gelen herhangi bir yabancı, İstanbul nüfüsunun yüzde 30'unun siyahilerden oluştuğunu sanabilir. Arada kendini belli etmemeye çalışsa da deplasman tribüne giremeyen Beşiktaşlılar ve bizim gibi tipler (hatta bizden bile aykırı, ıpad ile maçtan foto çeken vardı; Kasımpaşa'da). Kasımpaşalı olanın da derdi başka, onlar da daha maçın başında "bu maçı satanın..." diye bağırmaya başladılar. Onların kaygıları daha farklı.

Maçın çekişmeli geçeceğini bekliyorduk ama Beşiktaş hesabı erken kesti. Holosko'nun müthiş ortasına Almeida çok iyi yükseldi, ondan sonra güzel paslaşmalar ve 2-0. Bizim için kötüydü, maçtaki çekişme bir anda kayboldu. Özer'in karambol golü umutlandırsa da Sivok 3-1 yapınca son yarım saat formaliteye dönüştü. Tribün de tatsız olunca, makara olmayınca "bitse de gitsek" demeye başladık. 

Beşiktaş çok iyi oynamıyor ama oynaması gerektiği gibi oynuyor. Samet Aybaba bir şeyler deniyor, Toraman'dan ön libero yaratmaya çalışıyor, Olcay'a çok değişik sorumluluklar bindiriyor, Almeida'dan (bu maç olmasa da) sol  açık yaratmayı deniyor. Deniyor. Bir futbolcudan maksimum verim almaya uğraşıyor. Bu sezon yapması gereken en önemli şey bu. Ve aslında işe de yarıyor. Ama eksikleri olduğu gerçeğini de değiştirmez. Geçiş sezonunu sakatlık gibi bir sıkıntı olmazsa en iyi yerde noktalayacaklardır.

Şota ise çok sempatik olmasına rağmen gittiği yeri kurutuyor sanki. Kasımpaşa'nın Fenerbahçe maçı Fenerbahçe'nin özel durumundan dolayı ölçü sayılmaz belki ama Galatasaray'a karşı oynanan futbolla dünkü futbol arasında dağlar kadar fark var. Küme düşme korkusu yaşamayacakları bir sezonda belki de çok erken amaçsız kalacaklar. Belki o zaman Kasımpaşa maçı izlemek daha zevkli olabilir o da ayrı konu.

Maçın ve tribünün aslında en önemli çekişmesi; Paşa-Gümrük arasındaydı. Kasımpaşa tribünündeki bıçkın bir abinin maçın başında arkadaşlarına söylediği; "İnşallah Beşiktaş gol atar da bizim tribünden birileri sevinir" Kimse sevinmedi ama maç sonunda Beşiktaş taraftarının Kasımpaşa'yı inleten "Kara-Gümrük" sesleri bütün o bıçkın delikanlıları çıldırtmıştır. Batuhan'ın maç sonu üçlüsü bile o kadar koymamıştır.

Maç çıkışı semtin çıkışına doğru yönelirken bizi gören köşebaşı çocukları "çakma Paşalı istemiyoruz" diye bağırmaya başladılar. Haklıydılar. Zaten biz Paşalı da değildik, haliyle çakma da değildik. Ama Bank Asya'daki Kasımpaşa daha güzeldi.



Pazar, Mayıs 27

Adanalı Yılmaz




Dünyanın gelmiş geçmiş en kötü futbol yazısı. Yazmayalım, etmeyelim diyoruz ama üstad zorluyor. Milletin hafıza kötü ya, salla sallayabildiğin kadar. Art niyetin var ya birilerine salla, geçir herkese. 

Gönül isterdi ki link koymayalım da tık almasın ama copy-paste yapamadık. Yazı burada.

Yeni Asır, Göztepe, Dinç Bilgin; o zamanları hatırlamayanlar var mıdır? İlla vardır. Sanki aza kanaat ederek başarılı oldu Göztepe. Olan oldu, 3.Lig'e, hatta amatöre kadar düştü. Ondan sonra küllerinden doğmuşlar. Kül dedikleri, Gaziantepli bir işadamı. Kim olduğu belli ama amacı ne belli değil.Kulübe kendi adamlarını üye yapıyor, eski Göztepeliler takımdan uzaklaşıyor. Seven yine seviyor, sevene saygımız sonsuz, taraftarın emeğine eyvallah ama küllerden doğmak? Vücudumuza sahip olabilirler ama ruhumuza asla bir itiraf zaten sanki.

Ondan sonra Adanaspor'a yamanma çabaları. Adanaspor'un rakibi Kasımpaşa ya, Kasımpaşa'nın stadının adı RTE ya, bu adam da hükümeti sevmiyor ya.. Yoksa Adanaspor'dan 2 topçu say desen Ali Asıl Balkaya bile diyemez.

Türk futbol tarihinde yazılmış en talihsiz cümle: Cem Uzan Adana'ya sahip çıktı.

Cem Uzan bile bu sabah kalktığında (artık hangi ülkedeyse) bu cümleyi okuduysa kahkaha atmıştır. Adama pazar neşesi oldu. Adanaspor'a sahip çıktığı gibi Galatasaray'a sahip çıkmasın diye 40 takla atmıştık. 2000 yılı. Uefa Kupası sonrası. O sıralar Yılmaz Özdil Star'da, İngilizlere küfür ediyordu, tek başına "Türk tabloid basını" yaratıyordu.

Cem Uzan'a yapılan kötülüklerden sonra (sanki adam Hasan Tahsin falan, devrim savaşçısı) Adanaspor da çökmüş. Amatöre kadar düşmüş sonra geri gelmiş. Küllerden doğmak. Mesele buysa, Kasımpaşa da 
 düştü en alt liglere, nedir yani. 

3 patronu bunu kovmuş diye de espiri yapıyor, işte futboldan anlamıyorlar falan filan. Sanki ödüllü, efsane spor yazarı, sanki İslam Çupi, seni kovmakla futbolun ne alakası var? 4 sene öncesine kadar futbolla ilgili ne yazdın Galatasaray'ın UEFA Kupası manşetleri dışında.

35'in kalbi 01 ile ymiş. Sanki rakip Avrupa takımı. Milli maç. Adam pazar sabahı bu kadar yazı döşüyor, biz de sinirlenip cevap veriyoruz. Neden: Adanaspor-Kasımpaşa maç yapacak diye.

Sonra bunları okuyunca millet de geriliyor. Karşıyaka tribünü ile Kasımpaşa tribünü 2009'da birbirine giriyor. Bugün Paşa hakkıyla yense "bunlar zaten başbakanın takımı" diyeneler çok olacaktır, sırf bu adamın yazısı yüzünden.

 Ulan bir gidin ya, bir boş verin şu futbolu. İş adamından, muhalif (!) gazetecisine kadar..

Acaba diyorum, Adanaspor 2-0 yenerse yarın Hürriyet Gazetesi'ne Two Size diye manşet atar mı İzmir'in çocuğu.


Foto: Cumhuriyet savaşçısı laik Mbilla / iktidar yalakası yobaz Henrique

Perşembe, Mayıs 24

Hazırlık Maçı Gibi Yarı Final


- Kasımpaşa yoluna devam ediyor.

- Bir taraftan çıksınlar istiyorum, bir yandan da kalsınlar.

- Konyaspor, gönüllerin şampiyonu. Maç sonu Metin Diyadin de haklarını verdi.

- Bu maça yedek kadroyla çıkmışlar.

- Kasımpaşa, Ankara'yı sever.

- Can, Feyyaz ve diğerleri. Tahta kapalı ama aşağısı bereketli...

- Adem Büyük topçu. Play-off'larda hat-trick yapan ilk futbolcu.

- Tabi ki adamım Dimitov. Solak.

- Stadyum dışında yanan meşaleler...


Pazar, Mayıs 20

Gönüllerin Şampiyonu Konya 2012




- Kasımpaşa'yı Konyaspor'dan daha çok severim.

- Ama Konyaspor bu sezon çok haketti geri dönmeyi.

- Kasımpaşa'nın da alt ligde kalıp bize o ortamı sağlamaya devam etmesi daha iyi olurdu.

- Konya'da son zamanlarda kötü bir gidiş vardı.

- İstanbul'da dönüşü olmaz bu maçın.

- Konya halkı da maça ilgi göstermemiş, camia inanmamış.

- Maça gelenler maç sonu takımı alkışladı. Bu takımın nasıl geldiğinin farkında olanlar.

- Adem Büyük, Dimitrov, Murat Akın, Gökhan Güleç. Bu tarz maçları çok oynamış adamlar.

- Konya'da biraz Erdinç, biraz Gökhan.

- Erdinç de ikinci yarıda sakatlandı.

- Erdinç'in Murat'a yaptığı net kırmızı, çalamayan hakeme şaşırmıyoruz, Zokora'yı da atamayan Türk hakemleri.

- Pawelek tapeli. (İlk gol)

- Dünkü maç daha güzeldi.

Pazar, Mart 4

Kasımpaşa 2 - 2 Giresunspor

İnsan sevdiği birşeyi veya birini kaybedince, doğan boşluğu başka birşeyle doldurmak ister ya, sanırım benimki de biraz bu. Yoksa ne işim var benim bir cumartesi akşamı Kasımpaşa-Giresunspor maçında.

Özlediğimiz şeyin adı Ali Sami Yen. Özlediğimi farkettiğim hafta sonlarından biri oldu. Kasımpaşa'daki maç atmosferi o günlerin hissiyatını yaşattı. Maçı televizyondan izleyenler, boş tribünleri görünce bu dediklerime şaşırabilir ama içeride çok farklı bir ortam vardı.

Benzer noktalar şu: Şampiyonluğa oynayan bir takım var. Puan kaybına tahammülü yok. Ligin büyüklerinden. İyi kadrosu var. Kemikleşmiş sağlam bir trübünü var. Ama tribün başarıyı çok istiyor. Karşıdaki takım da ligin alt sıralarındaki takım olunca galibiyet istekleri iyice artıyor. Tavırlar, hareketler, tepkiler tamamen Galatasaray tribünü gibi oluyor.

Takım topu olunca çıkan uğultu sesini, kaçan golden sonra çıkan sesini, rakip gol atınca stadyumdaki 2-3 saniyelik sessizlik ve deplasmandan gelen gol sesini, rakip beke atılan lafları, hakeme atılan bozuk paraları, özlemişim. Bir tarafta tribüncü takılan gençler, diğer tarafta çekirdekçi abiler. Çekirdekçi diye geçme, topu bir çok kişiden daha iyi biliyor. Rakip takımın orta sahasında elemanın doğum yerinden babasına kadar bilen 60 yasındaki adamlar.

Kasımpaşa semtinin Fenerbahçeliler'i, Gençlerbirliği maçına kanalize olunca, belki de semtin takımını kovalama nöbeti Galatasaraylılar'a kalmıştır. Bu benzerliğin nedeni bu olabilir. Zaten İstanbul'un semt takımlarını, semtlerini 3 büyüklerden ayrı düşünemezsiniz. 3 büyükleri de semtlerden ayrı düşünemezsiniz.

Ağacı olan bir tribün, semtin içinde Taksim'in göbeğinde bir stadyum. Bunları daha önce de yazdık. Ama burada olmak o kadar keyifli ki, tekrar tekrar yazmak gerekiyor. Kartal Stadı'nda da maç izliyorum. Kartalspor'a sempatim daha fazla. Kartalspor'un da hatırı sayılır bir taraftar kitlesi var. Ama artık bizim yaşımız artıyor diye mi böyle oluyor bilmiyorum, Kasımpaşa'nın çekirdekçi abileri amcaları Kartal'dakilerden daha efektif. Böyle olunca da gittiğimiz maça renk katıyorlar.

Maç güzel maçtı. Burada izlediğimiz Karşıyaka maçı da güzeldi mesela. Bunun en önemli nedenlerinden biri sahanın zemini. Top oynamak için elverişli. İki takım da golü düşününce olaylar gelişti.

İlk gol Kasımpaşa'dan geldi ve devre öyle kapandı. Açıkçası ondan sonra Giresunspor'un maçı döndüremeyeceğini düşünüyordum. Kasımpaşa, yedekleri bile üst düzey olan bir takım. Kaleci Fırat Kocaoğlu, Hüseyin Yoğurtçu, ümit milli Barış, joker Özgür, Laziolu Şahin, Gökhan Güleç Bank Asya 1.Lig'de her takımda ve bazıları Süper Lig'de oynayabilecek futbolcular. Bu takımın aslında çok rahat bir konumda olması lazım ama futbol böyle işte.

Kasımpaşalı taraftarlar benim kadar rahat değildi. 1-0 onlar için sıkıntılı skor, çünkü kalede Tolga var. Hiç güvenmiyorlar. O da bu güvensizliği yanıltmadı. Maçın sonunda ıslıklanıyordu bile. Bir de Ali Bilgin var. Ne yapsa yaranamıyor. Fakat dün o da çok kötüydü. Hele maç 2-1'ken topuk pası yapmaya çalışıp topu kaptırması çıldırttı herkesi.

-Abi şu 6 numara kim
- Ali Bilgin. Fener'de oynamayan çocuk var ya...

Maçın ikinci yarısında Giresunspor oyuna Cafercan'ı aldı. Şaşırdım. Giresun'a gittiğini bilmiyordum. İki maç oynamış daha önce. Toplam 19 dakika. Ligin ilk yarısında Bolu formasıyla bu stadyumda oynamıştı. O maç da berabere bitmişti. Cafercan golün ortasını yapmış, iyi oynamıştı. Bu maçta da iyidi. Gol atamadı ama etkiliydi. Demek ki böyle zeminler, sahalar ona yarıyor. Maçı bir anda 2-1'e getiren isimlerden biri oldu.

Diğeri de Eren Tozlu'ydu. İlk defa canlı izledim. Özellikle 1-1'den sonra (bu da ikinci yarının tamamı) atak oynayan Kasımpaşa'nın arka tarafını çok zorladı. Alıp giden deparlı forvetleri seviyorum. Eren de öyle oynadı. Skoru 2-1'e getiren golü de attı. Ondan sonra tribüne gelip tellere çıkması çok klastı.

Giresun'un gol atan iki futbolcusu da Ali Zorlu ve Eren Tozlu, Giresun doğumlu. Küme düşme hattındaki bir takımı izlerken incelemek lazım. Erhan Altın, az süre geçirmesine rağmen yine ilginç bir takım yaratmış. Kocaelispor ile küme düşerken bize 5 atan hoca. Dedim ya dünkü maç Galatasaray'ın Sami Yen maçlarına çok benziyordu. Mesela Nico'nun kaçırdığı penaltı, o maçta Baros'un kaçırdığı penaltıya dönebilirdi. Ama Giresun değerlendiremedi pozisyonları. 5'e giderse şaşırmazdık.

Solak adam penaltı atmayacak. Duruşu bile bir garipti. Gitti üst direğe vurdu. Bir de dönen topa tekrar vurdu, çift vuruş oldu. Bıraksa arkadan gelen Şahin tamamlayacak topu. Yine de Nico Dimitrov'u beğeniyorum. Tıpkı Sarmov gibi. Son dakikada attı golü, unutturdu herşeyi. Diyecekken son dakikanın son dakikasında bir kez daha kaçırdı. Maçın adamı iyisiyle kötüsüyle Nico.

Kasımpaşa çok iyi futbolculardan kurulu ama takım olma sorunu yaşıyor. Takımda bir sorun olduğu çok belli. Abdülhamit'e hiç pas atılmadı mesela. Bulgarlar çok bireysel. Ali Bilgin sahada imparator gibi kasılıyor. Hal böyle olunca, Giresunspor; maçın sonunda hep beraber üzülen takım, sahayı dar ediyor.

Güzel bir maç izledik. 4 gol gördük. Kasımpaşa kazansın isterken, bir taraftan da "Süper Lig'e çıkmasınlar, 5 liraya Taksim'de keyifli maçlar izlemeye devam edelim" diyorum. Ama risk, çıkarlarsa belki Süper Lig'de de ucuza maç izleriz. Kasımpaşa'yı takipteyiz.


Pazartesi, Şubat 6

Kasımpaşa 2-0 Denizlispor

Futboldan artık keyif alamamak? Mümkün değil.

Memlekette (memleketin tamamında değil tabi) bir kapışma var. Kapışın. Galeano'nun dediği "Ben bir futbol dilencisiyim. Dünyanın dört bir yanını dolaşıyor, stadyumlarda yalvarıyorum: Tanrı aşkına güzel bir maç'' cümlesine kimler uyuyor bu tartışmada? Gidip alt lig maçı izleyenler mi? Yoksa diğerleri mi? Cumartesi gecesi Taksim'den dön, Pazar sabah güneşli havada Taksim'e geri dön. Hatta biz güzel bir maç bile aramıyoruz, güzel muhabbet olsun yeter.

Kasımpaşa maçı, bahardan kalma bir hava, temiz bir pazar sabah. Yanımda Çanakkale'den çıkan Türk futbolu dilosu Mustafa. Önce temiz bir kahvaltı, ardından stadyum. Tam bir gölgede ve güneşte futbol maçı. Kapalı'nın önü gölge, ağaçlı tribünün önü güneş. Gündüz maçları güzeldir.

Üst üste izlediğim 3. Kasımpaşa maçı. Bu sezon 5. defa Kasımpaşa maçı. 4. kez bu stada geliyoruz. Çok keyifli. Bir yandan Kasımpaşa kazansın isterken, diğer yandan geleceği düşünüyorum. Takım buralarda kalsın, ucuza maç izleme keyfimiz devam etsin. Sonra Süper Lig'e çıkacaklar, biletler 30 lira olacak, biz de mahrum kalacağız.

Maç standart başladı. Orta saha mücadelesi. Sonrasında çok ilginç bir pozisyon oldu. Denizli atağında Eser topu çizgiden çevirdi, Tolga bıraktı, hakem devam dedi. Gerilerden gelen Denizlisporlu futbolcu topa vurdu, Tolga ayaklarıyla çıkardı. Top çizgiyi geçmiş (sonradan öğrendik), hakem devam dedi. Dimitrov sahayı topla geçti, Halil Çolak'ın önüne bıraktı ve gol geldi.

Bir anda bütün dengeler değişti. Denizlispor gol atacakken, Kasımpaşa attı. Kasımpaşa öne geçti. İlk yarının sonuna kadar oyunun hakimi olarak kaldı Kasımpaşa. Çok beğendiğim Murat Akın bu maç durgundu. Dimitrov, golde payı büyük olsa da çok etkili değildi. Ali Bilgin takımı ileriye taşıyan, topu oynayan adamdı. Fakat nedense tribünde pek sevilen bir isim değil. Acaba, Fenerbahçe ağırlıklı semtin bilinçaltı mı?

Fakat haklı oldukları bir yön var. Ali Bilgin sadece 60 dakika top oynadı. Ali Bilgin durunca Kasımpaşa da durdu. Denizli biraz ısırsa, ısırmak istese ikinci golü yemeden beraberliği yakalardı. Denizlispor'u ve Osman Özküylü'yü yorumlamak için daha fazla maçını izlemek lazım. Sonuçta iki gün önce hacze uğramış bir kulüp. Sıkıntılı bir kamp akşamı. Ne yazsak boş. Diğer tarafta geniş bir kadro ve profesyonel bir kulüp. Özgür gibi bir joker ve Erdi gibi ilk yarının yıldızı olan bir futbolcu yedek kulübesinde oturuyor. Şahin 65'te giriyor. Gökhan Güleç skor 2-0 iken son 5 dakika giriyor. Uğur Tütüneker'in böyle bir kadrodan daha iyisini çıkarması gerek.

Yine de oynattığı futbol tatmin etmese de (ki aslında ayağa pas oynayan sağlam bir takım) Tütüneker'in oyuncu değişiklikleri işe yaradı. Güzel hamleler yaptı. Halil'in yerine giren Hüseyin Kala oyuna haraket getirdi. Dimitrov yerine giren Şahin de aynı şekilde. Şahin 11 başladığı maçlarda bu kadar etkili değildi. 79. dakikada golünü de attı. Golü attıran Abdülhamit. Sağ kanatta oynadı defansa da çok yardım etti.

Kalan on dakika formalite oldu. Ne Denizli maçı çevireceğini düşündü, ne Tütüneker'in ekibi farkı arttırmayı. Tribündeki abilerin-amcaların muhabbeti ikinci yarının en güzeliydi.

Son 10 dakika ise Karşıyaka'ya edilen küfürlerle geçti. Haftaya Kasımpaşa İzmir'de. Çok güzel bir maç olacak. Kasımpaşa tribünü de olursa, hafif tatlı bir gerginlik olur.

Maç sonunda Şahin Aygüneş'in çektirdiği üçlü güzeldi. Az kişiye güçlü üçlü çektirdi. Çocuk o işi biliyor.


Pazar, Ocak 29

Kartalspor 1-1 Kasımpaşa

Üst üste iki Galatasaray maçından sonra aktif dinlenme adına Kartal Stadı. İyi güzel de aylardan ocak, hava soğuk.

Gitmeye meyilli değildim. Yataktan kalkacak gibi değildim. Abdi İpekçi'nin soğuğunu (var böyle birşey) yemenin getirdiği hafif kırıklık, bana "uyu" diyordu, ama Uğur ve Selim kardeşlerim gidelim diyince akan sular durdu. Maksat beraber olmak. Neden başka bir yerde değil, staydumda, onu biz de bilmiyoruz.

15 seneden fazla süren bir arkadaşlık varsa ortada, temeli Kartal'da atıldı. Bizim için Kartalspor veya Kartal semtinden daha önemli bir şey var ortada. Belki ondandır.

1 liraya maç izliyoruz. İlk yarı oldukça sıkıcı. Kendi aramızda muhabbet ediyoruz zaman geçsin diye. Aramızdan "çıkalım" diyen çatlak sesler de yükseliyor. Tam ilk yarı biterken istenmeyen olaylar yaşanıyor.

Kartalspor tribün liderlerinden biri setten düşüyor ve yaralanıyor. Ambulansın gelmemesi Kartalspor tribünlerini deliye döndürüyor. Sahaya giren 3-5 kişi, karşı taraftaki ambulansa koşuyor. Kartalspor tribünlerinin "ambulans nerdesin" tezahüratına Kasımpaşalılar da eşlik ediyor. En nihayetinden ambulans açılıyor. Yaralı, sedyeyle taşınıyor. Bu esnada sedeyedeki yere düşüyor. Bütün bu telaş, ambulansın hareketiyle son buluyor. Sanıyorduk. Devam etti.

Maça anında geri dönen Kasımpaşalılar, takımları lehine tezahürat yaptı. Hasta evinde tezahürat olmaz mantığından olsa gerek Kartalspor tribünü bu tezahüratlara küfürle yanıt verdi. Ondan sonra da iki tribün arasında film koptu.

Tribün kendi maçını oynasın, ikinci yarı maç yeniden başlıyor. Bu sefer daha hareketli. Sezonun ilk yarısındaki maç da böyle olmuştu. Fakat iki maçın kalitesini ayıran temel bir fark var. Sahanın zemini çok kötü. İlk yarıdaki maç, Kasımpaşa'nın muhteşem stadında oynanmıştı, aylardan da eylüldü. Şimdi bir ocak ayı maçında, zaten kötü olan Kartal Stadı'nın zeminini iyice kötüleştiren bir kar yağışından sonra oynanmaya çalışan bir maç izliyoruz. Yine de oyuncular iyi niyetli, mücadeleci.

Kasımpaşa ligin üzerinde bir takım. İyi bir kadrosu var. Boş adamı yok. Fakat, top şişirmeyi bilmiyorlar veya düşünmüyorlar. Bu zemin de onlara, istedikleri futbolu oynatmayı vaad etmiyor. Kartalspor ise mücadeleci futbolunu sahaya koyabiliyor.

Mehmet Uslu'nun cezasından dolayı savunma hattı yine değişmiş. Kadroda eksiklik olmasa bile Besim Hoca zaten her zaman arayışta, canına minnet böyle bir durum. Sol bekte Deyvison, tandemde Hamza-Ethem. Sabutay tercih edilmemiş. Ethem belki de en iyi maçlarından biri oynadı. Bir de gol attı. Golde korneri kullanan ve asisti yapan Timuçin yavaş yavaş kendini buluyor. Yine de benim adamım Aydın Kuzu. Oyuna girmesi 79 dakikayı buldu, 10 dakikada hareket getirdi.

Kasımpaşa'da öne çıkan isim Murat Akın. Golü de o attı. Çok enteresan adam. Çok farklı adam. Biraz üzerinde durulsa, kendisine ait bir seyicisi bile olabilir. Bir de Niko var tabi, ama bugün kötüydü. Onun maçı değildi. Ferdi Başoda'yı durduran, top aldırmayan Hüseyin Yoğurtçu da öne çıktı.

Kartalspor 60'da attı. Kasımpaşa anında, 62'de cevap verdi. Biraz gecikseydi gol, Kartalspor'un direnci artardı. İlk yarıdaki maçta da önce Kasımpaşa öne geçti, 4 dakika sonra beraberlik oldu. Maçın hakkı beraberlikti. Ama son dakikadaki penaltı verilseydi, temiz bir 3 puan kazanacaktı Kartalspor. Gerçi Kartalspor bu sene penaltı atabiliyor mu bilmiyoruz.

Kartalspor'un 2 sezon karşı karşıya geldikleri Bank Asya'da henüz bir Kasımpaşa galibiyeti yaşamadı. Ama her zaman şampiyonluk hedefleyen güçlü bir takımdan bu sene 2 puan olmak önemli. Haftaya Erciyes, daha uygun bir rakip. Oradan çıkacak sonuç, bahar ayalarındaki rotayı belirleyecek.

Pazar, Ocak 22

Kasımpaşa 3-1 Konyaspor



Ocak ayındayız. Soğuk ve yağışlı hava. Alt lig maçı için tribündeyiz. Üstelik insanların pek sempatiyle bakmadığı iki takımın maçı. Kasımpaşa'nın rakibi Konyaspor.

Benim için tam tersi. İki takımı da bu sene beğeniyorum, seviyorum. Konyaspor'un, Osman Özdemir'in yaptığı müthiş bir iş. Kasımpaşa ise ligin üstünde kaliteye sahip bir kadro ile keyif veriyor. Dimitrov-Sarmov ikilisi zaten seyirlik. Gökhan Güleç'in yedek oturduğu bir forvet hattı. Adem Büyük, Şahin Aygüneş. Göbeği yüzünden hakkı verilemeyen isimlerden Murat Akın.

Maça biraz geç giriyoruz. Stadın turnikesini bulmak, stada ulaşmaktan daha zor. İçeri girerken bir gol sevinci sesi duyuyoruz. Maça girince skor 0-0. Sondadan öğrendim ki, Konyaspor'un golü iptal edilmiş.

Tahmin ettiğimiz gibi gidiyor maç. Kasımpaşa topla oynuyor. Konyaspor kilidini açamıyor. Pawelek'ten çok kritik kurtarışlar. Konyaspor'un sistem belli. Akıllı bir savunma, ileride Robak, sal onu, arkasından koy desteği Emreciksin ile. Aslında tutuyor da. Sayılmayan bir gol dışında verilmeyen bir penaltı var. Tekrar izlemek lazım.

İlk yarı 0-0. Kasımpaşa tribünleri geriliyor, strese giriyor. Dimitrov'un Halil'in hatta Özgür'ün yedek kalması sinirlendirmiş onları. Devre arasından hemen sonra, Şahin Aygüneş çıkıyor Dimitrov giriyor. Daha iyi oynamaya başladı Paşa. Direkten dönen top bile var. Ama gol gelmiyor.

Yanımda Konyalı Cağrı var. 80, 85'e kadar yemezsek atar kaçarız diyor. Çok mantıklı. Konyaspor yapar öyle şeyleri. Beklenen gol geliyor. Dakika 75. Aslında biraz erken. Kasımpaşa'nın önünde 15 dakika var maçı çevirmek için. Yetiyor. İlki çok basit bir gol, ikincisi savunmaya çarpıyor. Maç 3-1 bitiyor.

Konyaspor, bu sezon ilk defa ligde 3 gol birden yedi. O da 15 dakika içinde. Konyaspor 1 aydır resmi maç kazanamıyor. Osman Özdemir düzeltecektir. Bu kadar sıkıntıya rağmen burada olmaları bile önemli bir başarı.

Kasımpaşa ligin çok üzerinde bir takım. Hakediyorlar. Stadın ortamı ve yeri müthiş. Bu takım Süper Lig'de oynarken niye gitmedik diye hayıflanıyorum. Yine de böylesi iyidir. Çıkışta Taksim. Cumartesi akşamı. Kasımpaşa semtine karışınca, "temiz yüzlü çocuklar", 2 dakika sonra Asmalı'ya atkı ve polarla çıkınca "serseri". Bu da bizim kimlik bunalımımız..