Salı, Ekim 8

Fenerbahçe 0 - 0 Trabzonspor




0-0 biten maçların ayrı bir güzelliği oluyor aslında. Oyunun taktik bölümüne girmekten çok fazla haz etmesem de; 90 dakikanın hiç bir bölümünde birbirlerine üstünlük kuramayan iki takımın mücadele etmesi, oyunu kırmak için uğraşmaları hoşuma gidiyor. Arada böyle maçlar da lazım.

Önce Fenerbahçe'nin son iki iç saha maçını hatırlayalım. Sivasspor ve Elazığspor ile karşılaştılar. İki takım da kadro olarak Fenerbahçe'nin altındaydı. Buna rağmen klasik İstanbul deplasmanındaki Anadolu takımı olmak yerine savunmayı önde kurmayı tercih ettiler. Başlarındaki hocaların yabancı olması (her ne kadar Carlos burada top oynamış olsa da) bunda önemli bir etken olabilir. Ziya Doğan, Nurullah Sağlam, Yılmaz Vural gibi hocalar olsaydı, buna izin vermeyebilirlerdi. Fenerbahçe'nin bu iki maçta da iyi yaptığı ve çabuk sonuç aldığı bir şey vardı. Ön tarafta pres ve rakip savunma arkasına atılan toplar. Bunlar iki maçta toplam 9 gol getirdi. Fakat aynı zihniyetin daha güçlü takımlara karşı, hatta zayıf kadroları olsa bile kendini bilen takımlara karşı işlemeyeceği aşikardı.

Kadıköy seyircisi (ve Galatasaray ile Beşiktaş taraftarı) kendi sahasında baskılı oynayan bir takım izlemek ister. Kadıköy'de baskıyı kuracaksın. Aykut Kocaman bunu yapmadığı veya yapamadığı için defalarca eleştirildi. Takımda yardımlaşma, çok koşma, savunma güvenliği önemli meziyetler hatta futbolun doğrusu olabilir. Hatta Alex'i göndermek bile bir şekilde anlaşılabilir. Ama yaratıcı oyuncunuz yoksa ve rakip kaleyi abluka altına alamıyorsanız, üstelik bunu alışkanlık haline getiriyorsanız belli bir noktadan sonra stadyumdan uğultu yükselir. Yanal için korkulacak bir şey yok; böyle bir maçı ilk kez oynadı, üstelik rakip de güçlü Trabzonspor'du.

Yine de bir şeylerin altını çizelim. Bu takım, Ankaragücü'nde, Gençlerbirliği'nde, Manisaspor'da ve Trabzonspor'da bizi mest eden Ersun Yanal'ın takımı değil. 1 senelik kontrat, onu kafasındaki planlara geçmesini engelliyor olabilir; fakat hücum futbolunu seven benim gibiler için üzüntü verici. Yanal'ın, 4 santrforu aynı anda oynatmanın 4 forvetle oynamak olmadığını hatırlaması lazım (Bu cümleyi yazarken bile utanıyorum). Kuyt'u bir kenara, Emenike'yi diğer kanada koymak 4 forvetle oynadığınız anlamına gelmiyor.

Maça dönelim. Fenerbahçe yine diğer iki maçta olduğu gibi uzun toplarla, hızlı hücumlarla Trabzonspor'a saldırmayı denedi. Ama bu sefer sert kayaya çarptı. Trabzonspor, bu sene stadyumda izlediğim takımlar arasında en derli toplu olanıydı (Galatasaray, Fenerbahçe, Antalyaspor, Elazığspor, Sivasspor) İyi bir savunma örgüsü, topu koşturup, rakip kaleye doğru ilerleme. Tek eksikleri hücumda yaşandı. Oysa Bruno Alves'in olmaması önemliydi. Galatasaray'da görmek istediğim 4-2-3-1'i sahaya koydular. Belki Malouda'yı sola çekip ondan daha çok verim almayı deneyebilirler. Adrian'ı öne atıp Olcan'ı arkasında denemek de olabilir ama Henrique'nin formundan yararlanmak da tercih nedeni. Bu arada Soner Aydoğdu'nun durumunu da merak ediyorum. Colman'ın alternatifi, Malouda yerine Soner olabilirdi. Trabzonspor'un kadrosunun en büyük avantajı oyuncuların çok yönlü olabilmeleri. Fakat aynı oyuncular formsuz olduklarında karın ağrısı haline geliyor. Henrique, Adrian, Zokora, Colman gibi oyuncuların geçen seneki hali hala taze ve kötü bir anı olarak zihinlerde...

Trabzonspor, Fenerbahçe'nin Elazığspor ile oynadığını sanması sayesinde oyunun kontrolünü hemen ele aldı. Devrenin sonunda ise Fenerbahçe, büyük takım gibi oynamaya başlayıp rakip kaleye yüklenmeye başladı. Son 15 dakikadaki baskı gol getirmedi.

Devre arasındaki düşüncem; Lazio yorgunu Trabzonspor'un bu baskıya çok fazla direnemeyeceği ve Emre ile Emenike'nin oyuna girmesiyle Fenerbahçe'nin golleri bulabileceği yönündeydi.

Olmadı. Ne Emre bildiğimiz Emre'ydi, ne de Emenike forvetteydi. Yine de Fenerbahçe ikinci yarıda daha çok gol aradı. Direkten döndü, Onur çıkardı. Trabzonspor ise kötü oyuncu değişiklikleriyle rakibine yardım etti. Yusuf-Janko değişikliğini oyuncu performanslarından bağımsız olarak anlamak mümkün ama giren adam Janko olunca işe yaramasının zor olduğunu tahmin edebiliyorduk.

Fenerbahçe bu sahte baskıdan gol çıkaramadıysa, bunun en büyük nedeni ezbere hücum anlayışıydı. Ersun Yanal'ın elinde bu sefer Ahmed Hassan veya Selçuk İnan yok. Fenerbahçe belki de 1 sene sonra ilk kez bu kadar Alex'i aradı. İyi bir rol oyuncusu olan Holmen'e yüklenen anlamlar da bu maç sonunda anlam kaybına uğramıştır. Fenerbahçe'nin, Kadıköy'de kendini ve haddini bilen takımlara karşı uygulayacağı bir planı yok gibi. Hatta daha kötüsü, plandan öte, öyle bir oyuncu grubu yok.

İş dönüp dolaşıp, tribünlerden yükselen "Keşke Emenike yerine Cardozo'yu alsaydık" cümlesine dönüyor. Fenerbahçe taraftarı bu sorunu bu sezon içinde çok tartışacak. Bir ara kendi görüşlerimi ayrı bir yazıda yazabilirim. Ama yazının son bölümünde artık futbol konuşmayalım.

Bir pazar gününün en sıkıcı anı yine stadyumda geçti. Maç öncesi yine çok keyifliydi. Fenerbahçe tribünlerinde tanınmaya başlandık resmen. Maçın başlamasına kısa bir süre kala, onca kişi arasından bana sorulan "Bana fazla bilet bulabilir misin" sorusu son nokta oldu. 

Galatasaray'ın maçını izlemek bile içimden gelmedi. O muhabbeti bırakımaya değecek bir futbol ortamı Türkiye'de yok. Soğuk havaya rağmen çok sıcak bir gündü. Galatasaray ve Beşiktaş stadyumlarından, merkezlerinden, kalplerinden feragat ettikçe Fenerbahçe maçları bile bana daha cazip geliyor. Yalan yok. Belki de parkta aklımıza gelen "Yoğurtçu'ya dev ekran ve kombine" fikri gerçek olur.

Hiç yorum yok: