Cumartesi, Ekim 5

Kriz Ülkesi








Geçtiğimiz hafta Bağış Erten ve Banu Yelkovan'ın hazırladığı Yenilsen de Yensen de programına ufak bir katkıda bulundum. Program hakkında fazla yazmaya gerek yok. Konu Türk futbolu ve krizlerdi. Ben de dilim döndüğünce bir şeyler söyledim. Hem ufak bir heyecan nedeniyle hem de program konusunu önceden bilmediğim için, aklımda olan bir çok şeyi söyleyemedim, unuttum. Oysa Türk futbolu, kriz ve kaos gibi konular benim hobim sayılır... Eksik kalan cümlelere yer açmayı bu blog hak ettiği için buradan devam edelim.

Yukarıdaki gazete küpürleri, Fenerbahçe'nin Gaziantepspor'u 8-4 yendiği maçın ertesi gününe ait. Sezonu istediği noktada bitiremeyen Fenerbahçe, son hafta maçında tam 8 gol atıyor. Kötü biten sezona güzel bir teselli. Kağıt üzerinde böyle duruyor. Ama çok büyük bir kriz patlak veriyor Hatta sezon boyunca yaşanan çekişmeler, ikilikler bu maçla ortaya çıkıyor. Fenerbahçe'nin gol krallığına aday iki futbolcusu Aykut ve Tanju büyük bir çekişmeye giriyor. Aslında başlı başına uzun bir hikaye ama sadece sonunu hatırlatalım. Takım ikiye bölünüyor. Oğuz ve diğerleri Aykut'u, Rıdvan ve diğerleri Tanju'yu kral yapmak istiyor. Kazanan Aykut oluyor. İlginç olan taraftarlar, Galatasaray'dan gelen Tanju'dan yana tavır alıyor. Gerçi daha sonra Aykut'un da gönlünü alıyorlar.

Tam 8 golün atıldığı bir maç. Avrupa'da olsa kötü geçen sezonun bütün dertleri unutulur, geleceğe dair beyaz sayfalar açılırdı. Oysa bu maçtan sonrası adeta Fenerbahçe için domino taşı süreciydi. 

Tanju tutunamadı.Camianın tarihine "Sakaryalılar Çetesi" adı altında bir grup yazıldı. 1996 yılında gelen şampiyonluk bile krizi önlemedi. Ali Şen çeteyi dağıttı. Takım dağıldı. Oğuz Çetin hoca olarak geldi. Aykut Kocaman hoca olarak geldi. Aykut Kocaman, Alex ile başka bir krizin aktörü oldu.

Krizler ve kaoslar dünyanın her yerinde oluyor. Türkiye'dekileri diğerlerinden ayıran en önemli özellik ise; krize neden olayların, belli ortak özellikleri olmaması. Avrupa'da işler basit; kötü giden takımlar, mali sıkıntıda olan kulüpler kriz yaşar. Mantık çerçevesine uygundur. Kötü bir şey olursa kötü bir şey yaşanır. Bizde ise bu kadar keskin bir kural yok. Adeta mantığın ve doğanın uygunluğuna karşı geliyoruz. Güzel şeyler kriz yaratabilirken, kötü sonuçlara neden olan olaylar bazen çok fazla büyütülmüyor.

Mesela 8 gol atılan bir maç. Veya gol sevinçleri. Galatasaray'ı tribünden takip ettiğim yıllarda gole sevinmek için 2 dakika bekliyordum. Gol sevinçleri çok önemliydi. Kim kime nasıl mesaj yollayacak? O mesaj ertesi gün basında nasıl yer bulacak? Bu sadece Galatasaray için de geçerli değil. Diğer kulüp takımları, hatta milli takım bile bu krizleri yaşadı. Son 10 yıla damga vurmuş çoğu oyuncu; Hakan Şükür, Emre, Arda, Ümit Karan, Tuncay Şanlı, Sergen Yalçın vs... attıkları gollere sevinirken yolladıkları mesajlarla krizlere yol açtı.

Futbolun meyvesi golün Türkiye'de kriz yaratmak gibi bir huyu var. Bir de oyuncu değişiklikleri var mesela. Bir maçta en çok yaşanan olaylardan biri. Golden bile fazla. Herkesin kanıksadığı, sıradan bir olay. Ama bu büyük krizlere yol açabiliyor. Hakan Şükür - Cafercan değişikliği Hagi'nin sonu olmuştu. Tomas'ın Adana deplasmanı onu takımdan koparırken Galatasaray'da bir şampiyonluk kazanmasının yolunu açtı. Nobre'nin oyuna girmek istememesi, Lincoln'un Hamburg maçı ve daha bir sürü olay...

Kısacası Türk futbolu krizleri seviyor, sevdiği için de kötü bir şey olmasını beklemiyor. Sıradan bir olayı bile krize çevirmeyi başarıyor. Güç savaşları sürekli yaşanıyor. Herkes kendi gücünü göstermek istiyor, bunun için savaşlar açıyor. Savaş açmak için de en güçlü olduğu zamanı bekliyor. Hoca liderken, oyuncu gol attıktan sonra... Bu savaşlar için neden bulmak, futbol gibi bol aksiyonlu bir oyunda zor olmuyor.

İşin ilginç kısmı, bu krizlerin tamamen zarar verdiğini söylemek mümkün değil. Birçok şampiyon takım, sezon içinde yaşadığı krizlerden sonra kenetlenerek başarıya ulaştı. Yine milli takım buna dahil. Unutulmayacak bir turnuva olan 2002 Dünya Kupası, krizlerin kaosların turnuvası olmuştu. Yıldıray'ın oyundan çıkmasından, Seul'daki cami krizine kadar bir çok konu 1 aylık döneme sığmıştı. Sonunda ise Türk futbolunun en büyük başarısı gelmişti.

Sanıyorum ki krizleri önlemek Türkiye'de pek kolay değil. Krizler gelecek. Ve hatta çok fazla yaşanacak. Önemli olan bu krizleri yönetebilmek ve hatta bunu takıma fayda getirecek şekilde kullanabilmek. Belki de bu kadar krize rağmen üst düzey futbola yakın duran Türkiye, kriz sayısını azaltırsa daha yukarılara tırmanacak.

Ama yine de taraftar olarak o an ne kadar rahatsız edici bir durum olsa da; krizler Türk futboluna renk veriyor artık. Kaos olması, kriz olması ilgi çekici kılıyor oyunu ve ligi. Seneler sonra bile hatırlanan bazı krizler, unutulmaz maçların kritik golleri kadar uzun uzun konuşulabiliyor. Saha içi sonuçlarına bağlı, kuralına uygun, belirli olayların yaşandığı bir ligi izlemek ister miydiniz? O ligin FM'den ne farkı olurdu? O yüzden Türkiye Ligi'nde başka bir heyecan var. Gözünü bir an bile ayırırsan önemli bir ayrıntıyı kaçıracağın dizi gibi.


1 yorum:

Adsız dedi ki...

4-0'da Trabzon diye bağırıyorlardı , 5 oldu sahaya indiler ( Ahmet Ağaoğlu , olaylı ts-bjk maçını hatırlatırken)