Pazar, Ekim 20

Galatasaray 2 - 1 Karabükspor




Kendi sahasında kötü oynayan, pozisyon bulmakta zorluk çeken bir büyük takımın 1-1 devam eden maçının 83.dakikasında gol oluyor. Maçtan hemen sonra gazeteye yazı yollaması gereken yazarların en sevmediği maç türü. O ana kadar yazılan, çizilen, düşünülen her şey bir anda yok oluyor. Türkiye Ligi'ni diğer liglerden ayıran, onu cazip kılabilecek tek özelliği yine sahnede; "Her şey bir anda oldu"

Ama bu maç biraz daha farklı. Yazıların çok fazla değişmesine gerek yok. Bunun birinci nedeni; maçı izleyen insanlar, Galatasaray'ın bir şekilde golü bulabileceğine inanıyor, son ana kadar o galibiyet golünü bekliyordu. Buna, her geçen dakikada takım üzerindeki baskısını arttıran sabırsız taraftarı dahil etmek mümkün değil ama saha içinde olanlar dikkatli gözlere bu izlenimi yayıyordu. Öyle olmasa, Galatasaray her şeye rağmen bu kadar telaşsız; Karabükspor ise puana direnmek için fazladan sarfedeceği efordan yoksun olmazdı.

İkinci neden ise; Galatasaray bu maçı kazanmış olsa da; hatta son dakikada hakemin kestiği pozisyon devam edip  3-1'i yakalamış olsaydı bile, yeni bir yazı yazdırmayacak kadar net gözüken bir kötü oyun vardı sahada.

Mancini, son iki yılın alışılmış Galatasaray'ı dışında bir şey denedi; bunu da alışılmamış bir oyuncuyu sahaya sürerek yaptı; Ceyhun Gülselam. Kötü oyunun sebebi muhakkak ki tek başına Ceyhun değil, ama bu yeni diziliş takımı akıcılıktan yoksun bıraktı ve ihale taraftar için ilk olarak Ceyhun'un üzerinde kaldı. Galatasaray, yakın dönemde de kötü maçlar oynadı, puanlar kaybetti, kötü oynadığı maçları kazandı, iyi oynadığı maçlarda puan kaybetti vs.. Ama kötü oyununu hiç bir zaman bu kadar baskısız ve isteksiz bir ruh haliyle süslememişti(!).

Milli maç yorgunluğu futbolcuların bu maçtaki en büyük bahanesi; Kopenhag maçında alınacak galibiyet de kurtarıcısı olacaktır. Fakat Mancini'nin, yeni geldiği bir ülkede, yeni geldiği bir takımda dersine biraz daha çalışması lazım. Bu; "takıma top oynat hoca" cümlesi değil. Ama kaybedilecek her puanın hatta tatmin etmeyen her oyunun ona "İmparator Fatih Terim" tezahüratıyla geri döneceğini bilmesi lazım. Kredi kazanması için, İstanbul seyircisinin alıştığını biraz da olsun ortaya koymalı. Belki deplasmanlarda istediği yenilikleri yapabilir ama iç saha maçlarında gücünü göstermesi gerekiyor. Bu taviz vermek olarak görülmemeli, geçiş süreçlerini hasarsız geçme yöntemi olarak adlandırılabilir.

Günün kazananı Wesley oldu. Hala istenilen, hayal edilen seviyede değil ama 2 gol atarak maç kazandırması güzeldi. Karabükspor maçlarını seviyor. Ama yine bir 7-8 ay bekleme lüksü yok. Bunun devamını getirmesi gerekiyor. Hatta vitesi biraz daha yükseltmeli. 

Burak'ın gol atamaması, hatta ofsaytlarda takılıp kalması onun özgüvenini de alıp götürüyor. Burak'ın gol atamamasından daha kötü olan, onun giderek yalnızlaşması. Tribünden gözüken; "kötü oynayan forvet"ten daha ötesi. Burak'ın Beşiktaş'taki ikinci sezonunu, Fenerbahçe'de geçirdiği günleri hatırlatan bir yalnızlık. Onun, gençken depresyona girmesi kolay çıkması zor bir karakterde olduğunu hatırlıyoruz. Şenol Güneş ve Fatih Terim gibi isimler onu buhrandan çıkarmıştı. Benzer bir isimle karşılaşmazsa durum daha kötü olabilir. Mesela haftalardır kötü oynayan Selçuk için aynı korkulara sahip değilim. O bir şekilde toparlayacaktır. Selçuk, formsuzluğunu; hesaplaşmaya dökmeyecek karakterde sanki ama Burak için aynı şeyleri söylemek çok zor.

Kopenhag maçı; azalan bütün duyguları, iyi hisleri, artıları geri getirmek için müthiş bir fırsat. Bu takımın iyi oyunculardan kurulu olduğunu söylemeye gerek bile yok. Ve iyi oyuncular, Kopenhag tarzı maçları severler. Onların ilacı budur.

Karabükspor için çok fazla bir şey yazamıyorum. Maç o kadar sıkıcı ve keyifsizdi ki; kendi takımım dışında bir şeye konsantre olamayacak kadar yoruldum. Ama aldığı sonuçlar itibariyle daha kolay bir maç geçireceğimizi, Karabükspor'un ise buna izin veremeyen bir top oynadığını söylemek lazım. Haftalar ilerledikçe klasik Tolunay Kafkas takımı olacaklarını, biraz daha oturacaklarını, bunun da ligi orta sıralarda bitirmek için yeterli olacağını düşünüyorum.

Eskiden maç yazılarını yazarken, tribünden başlardım. Tribün hakkında yazdığım cümleler daha fazla olurdu. Tamam artık maçlara çok fazla gitmiyorum ve yaşadığım kopukluk yazıları de etkiliyordur. Ama bu sefer benim suçum yok. Yazılacak hiç bir şey yok. Sevabıyla günahıyla kuzey kale arkası orada, ekstra güç olarak doğu üst sol diğer tarafta. Onun dışında kalan 35.000 kişi.... 

Yazıyı bitirelim....

Hiç yorum yok: