Siz bu yazıyı okuduğunuzda Roberto Mancini, Galatasaray'ın başındaki ilk maçına çıkmış olabilir. Hatta ilginç bir futbol hikayesine tanık olmayacaksak; bu maçtan da yenik ayrılmış olacak. Riskli bir başlangıç. Kadıköy'deki maçtan önce teklifi kabul eden Hagi gibi. Zaten Hagi ile Mancini'nin futbolculuk dönemini hatırlayanlar; yeteneklerini değil ama kazanma hırsı ile dolu iddialı karakterlerini birbirlerine benzetebilirler.
Geçen hafta Fatih Terim gönderildikten sonra bazı isimlerin adı geçmişti. Bir çoğu hoşuma gitmemişti, itiraf etmek gerekirse Mancini de bunlardan biriydi. Türkiye Ligi değişik bir lig. İdealist hocaların (Heynckes gibi) ve tecrübesiz hocaların (Di Matteo gibi) başarılı olamayacağını düşünüyorum. "Ligi bilen hoca" tanımı artık geyik olarak düşünülse de, özellikle sezon içi değişiklikler için oldukça önemli. O yüzden ismi çok yüksek sesle anılmasa da ve sevmediğim özellikler barındırsa da Lucescu tam bu zamanın adamıydı.
Tercih Mancini'den yana kullanıldı. Gerçi, Mancini'nin bir tercih değil, önceden adı konan bir proje olduğu dedikoduları olsa da... Galatasaray taraftarının; yeni gelen her hocayı (vukuatı olmayan), imzayı attığı birinci dakikadan sonra dünyanın en iyi hocası gibi sevmesi ve desteklemesi gerektiğini düşünüyorum. Yönetimin kararlarını beğenmek zorunda değilsiniz ama nasıl saha içinde hakemlerin kararını değiştiremiyorsanız, saha dışında da yönetimlerin karar veren kurum olduğu gerçeğine alışmak zorundasınız.
Sonuç olarak Mancini geldi. Bundan sonra ne olacak? İnsan güzel şeyler düşünmek istiyor. Fakat Rijkaard dönemi gibi de olmasın... Yine de Mancini'nin değişik bir karakter olduğu ve heyecan uyandırdığı gerçek. Atarlı giderli, karizmatik, tutkulu.. İlginç olan, oynattığı futbolun bu karakterin biraz zıttı gibi gözükmesi. Belki de İtalyan olmasının etkisi. Serie A'nın kendine has yapısı onun futbol anlayışını etkiliyor olabilir. Bu, Türkiye için sıkıntı yaratabilir (Az önce Luce'yi isteyen adam yazdı).
Bir diğer sorun da Türkiye'ye ilk kez gelen (özellikle büyük liglerden) hocaların, deplasmanlardaki 1 puanı yeterli görmeleri. Mancini'yi bekleyen en büyük zorluklar bunlar olacak. Taraftar gözünde sıkıcı bir futbol, deplasmanda yaşanacak beklenmedik puan kayıpları, iç saha maçlarında istenenden çok az görülecek hatta görülmeyecek baskılı futbol; homurdanmalara yol açabilir. Zaten Terim'in gönderilmesinden sonra öfkesini yöneltecek bir yere arayan tribün, bunu "el oğlu" Mancini için kullanmakta da bir sorun görmez.
Fakat Mancini'nin başarılı olmasını sağlayabilecek çok önemli bir özelliği var bence. O da baskıyı kaldırabilme yeteneği ki bu Türkiye Ligi'nde özellikle mart ayından sonra çok işe yarayacaktır. Üstelik rakipleri Yanal ve Biliç olunca... Inter'de kolay kazanıldığı düşünülen şampiyonluklar, onun için ilkti. O sezonların birini bile boş geçseydi kariyeri bir sınıf aşağıda geçecekti. Manchester City'e kazandırdığı şampiyonluk için ise paranın gücü olarak bakılıyor. Doğruluk payı var ama sabırsız Arap sermayesi kültürünü ve şampiyonluk hasretiyle yanan City tribününü iyi yönetebildi ve İngiltere'den uzun yıllar unutulmayacak bir şampiyonlukla ayrıldı.
Aradan iki sene geçse de 3 Temmuz sonrası dönem için Inter tecrübeleri; büyük yatırım yapılarak kurulan Drogba,Wes, Muslera, Melolu kadro için City tecrübeleri onun burada yaşayacağı zorlukları azaltacaktır.
Benim, eskisi kadar fanatik ve heyecanı olmayan ruh halimin Mancini'den isteği ise şampiyonluklar veya güzel futbol değil. Basit ama ufak şeyler. Derbi galibiyetleri, Avrupa zaferleri (belki geçen sene Fenerbahçe'nin yaptığına bir cevap) ve en azından ligde Fenerbahçe'nin üzerinde olmak, olamıyorsa da ilk 2'ye girip CL'ye gitmek. Ara sıra ufak itişmeler, kavgalar, ince laflar da fena olmaz. Ve tabi bir de bağlayacağı sarı-kırmızı atkı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder