Perşembe, Eylül 29

A Rainy Day In New York

Woody Allen'in tam da me too akımından dolayı hedef tahtasına konduğu dönemde vizyona giren, hatta bir sene de ertelenen filmi. O erteleme şu demekti; Woody Allen 1981'den sonra ilk defa bir seneyi vizyona film sokmadan geçirdi.

Hatta oyunculardan Rebecca Hall (çok kısa bir rolü vardı), filmde oynadığı için pişman olduğunu açıklamıştı. Timothee Chalamet, filmden kazandığı parayı bir hayır kurumuna bağışladı. Bazı oyuncular projede yer almalarından dolayı utandıkları için (öyle iddia edildi) sosyal medya hesaplarından filmin tanıtımını yapmamıştı,

Haliyle filmin batacağı düşünülüyordu. 25 milyon dolarlık proje battı mı batmadı emin değilim ama eğer başka bir zamana denk gelseydi Woody Allen'in kariyerinin iyi işlerinden biri olarak anlatılabilirdi. Şimdi ise kıyıda köşede kaldı...

Normalde pek sevmediğim bir tarzı olan Allen bu sefer bana göre iyi iş çıkarmış. New York'u kullanmaktan tabi ki vazgeçmemiş. Fakat şehri bir başrol oyuncusu olarak kullanmaktansa, akıcı bir hikayenin dekoru, mekanı gibi işlemiş. Zira bir romantik komedi için çok güzel ve heyecanlı bir öykü var. Diğer Allen filmleri gibi, diyaloglar üzerinden ilerlemiyor.

İki üniversiteli sevgili Gatsby (kendisi okulunu, Kürtçe çalışmaları programının varlığı için seçtiğini söyler) ve Ashleigh, okul gazetesi için ünlü bir yönetmenle röportaj yapacaklardır. İstikamet New York'tur. Gatsby zaten New Yorkludur ve sevgilisine doğduğu büyüdüğü şehri gezdirmek için çok heveslenir. Fakat güneşli bir günde geldikleri şehirde işler bekledikleri gibi gitmez. Önce yağmur yağar, sonra olaylar gelişir.

Tek gün içinde geçen filmleri zaten seviyorum. Eğer seyirciyi sıkmıyorsa, çok iyi bir konu yakalanmış demektir. Bu filmin sıkmadığını söyleyebiliriz. Özellikle ilk yarısı çok başarılıydı. Mizahın dozu yerindeydi. İzlerken, filmin sonunu beklemek için bir merak duygumuz doğdu.

Oyuncular çok iyi iş çıkarıyor. Gençler fena değil. Tam bu noktada Selena Gomez'e ayrı bir paragraf açmak lazım. Tabi ki filmin en iyisi değil ama onca usta ismin arasında hiç sırıtmamış. Bu da büyük bir başarı. Aynı zamanda yönetmen başarısı... Tabi onu gömenler de var ama sanırım bu ön yargıdan dolayı...

Filmin en iyi oyuncusu olarak Liev Schreiber gösterilebilir. Döktürmüş. Jude Law ve Diego Luna da çok keyifliydi.

Elle Fanning beni etkileyemedi ama bunun esas nedeninin salak karakterin salak olmasının çok göze sokulması olduğunu düşünüyorum. Timothee Chalamet de benim için abartılan isim olma yolunda ilerliyor. Bu filmde, 70'lerin Woody Allen filmlerinde Allen'in oynadığı karakterlerden birini canlandırıyor. Aynı eziklik, aynı panik haller... Büyük ihtimalle Allen; karakteri ve filmi, "Ben bu çağda 20 yaşında olsaydım New York'ta nasıl yaşardım" diye düşünerek oluşturmuş. Tabi soslar arasında biraz da Holden Caulfield var...

Zaten Allen sevenler bu filme pek geçer not vermemiş. Daha önce Özcan Deniz filmleri için bahsettiğimiz "Öncekilerin aynısı" eleştirisine benzer yorumlar gördüm. Haklılık payları vardır. Fakat akıcı konu ve düşük beklenti; filmden aldığım haz konusunda beni etkiledi.

İlginçtir 2019 yapımı bu film ve bundan bir önceki Wonder Wheel benden geçen not alan nadir Allen filmlerdendi. Usta tam yaşlanırken bana yakınlaştı diyorduk. Fakat bu sefer da taciz skandalı patladı. A Rainy Day in New York, gişede battı mı batmadı bilmiyorum ama bir sonraki Rifkin's Festival adlı filmini (50. filmi) hiçbir yerde doğru düzgün duyamadık bile. Herhalde ihale ona kaldı.

A Rainy Day In New York'u  bu kadar övdük ama beklenti de yükselmesin. Bir başyapıt değil. Sonuçta bir Allen filmi ve bir romantik komedi. Çıtırlık diyebileceğimiz türden. Beğendiğimiz senaryonun bazı kısımları da Yeşilçam'ı aratmayacak kıvamda. Fakat yine de gözleri ayırmadan izlenebiliyor. Çoğu Allen filminde sıkılıp telefona bakmışlığım vardır. Akıp gideni bulmuşken, ok saplamak olmazdı...


Hiç yorum yok: