Çarşamba, Mart 2

Beğenmeyen Gelmesin


Beşiktaş'ın başında Schuster var. Kimse beğenmiyor. Ukala olarak gözüküyor. Gerçekten ukala olabilir. Ama onu ukala olarak suçlayanların çok daha fazlası olduğu gerçeğini ne yapacağız.

Takımınızın başına hoca getiriyorsunuz. İmkanlarınız dahilinde futbolu iyi bildiğine inandığınız bir hocayı getiriyorsunuz. Adamın belli bir kariyeri ve deneyimi de var. Ve siz bir süre sonra o adamın futbolu bilmediğini iddia ediyorsunuz. Normal şartlar altında size gülerler. Burada gülmezler.

Bir başka nokta; buralarda doğrudan konuşanı ezber bozanı sevmezler. Rijkard gibi "mülayım" adamı harcadılar, sert adam Schuster'in sığ kafalar tarafından sevilmeyeceği de biliniyordu. Basın sevmeyecekti, sevmedi. Şaşırtıcı olan Beşiktaş tribünü de pek sevmedi.

İlginçtir; Beşiktaş tribünü hep farklı bir yere konulur. Duruşundan bahsedilir. Alternatif, marjinal, anarşist sıfatları yapıştırılır. Hatta biraz farklı/renkli topçular çok sevilir. İlhan gibi Pascal gibi. Fakat iş teknik direktöre geldiğinde "efendi" sıfatlı hocalara daha çok güvenilir, onlarla başarı gelir.

Gordon Milne, Lucescu, Rasim Kara gibi teknik adamlar sevildi. Ama Toshack gibi bir delinin, tam Beşiktaş karakterine uygun bir hoca olmasına rağmen; kimyası uymamıştır. Aynısı Schuster için de geçerli olmak üzere.

Galatasaray ise tam tersi. Camianın her kademesinde, futbol takımından lise bahçesine kadar bir "abi" kültürü söz konusu. Büyüğe saygı ve hürmet vardır. 87 doğumlu Arda, 84 doğumlu Sabri'ye "abi" der mesela. Lisede bilmemkaçıncı dönem, kendisinden bir büyük döneme "abi" der. Abiler de dönem dönem fırlamalıkları olsa da salon kültüründen yetişmiştir. Jantidir, tarzdır, fazla konuşmaz, iş yapar.

Oysa burada da teknik adamlar camianın ruhundan farklı bir karakterde olunca başarı kazanıyorlar. Terim'den, Gerets'e, Feldkamp'dan, 70'lerdeki Birch'e kadar bütün "çılgın"lar kupa kazandı. Oysa sessiz, sakin iş yapan sağa sola bulaşmayan adamların süreleri uzun değildi. Skibbe ve Rijkaard son örnekler.

Bu uzun girişten öte asıl konuya girelim artık. Bugün Galatasaray'ın Gaziantepspor maçı var. Hagi'nin koltuğu sallantıda. Olası bir yenilgide kendisi yolcu. Galatasaray en son ne zaman 1 sezonda 3 teknik adamla çalıştı hatırlamıyorum. Hagi'nin bu takımda fazla kalamayacağını biliyordum ama bu kadar çabuk olmasını ben de beklemiyordum.

Yönetimlerin aldığı kararlar artık bizi şaşırtmıyor. Ama tribün refleksi gerçekten sinir bozucu. Son iç saha maçı; Bucaspor maçında, Misimoviç'in adını haykıranlar, Mustafa Sarp'ı ıslıklayanlar. Yıllar öncesinin Petre olaylarını akla gelir. İşte o yüzden Galatasaray'ın tam Schuster gibi bir hocaya ve en önemlisi o hocanın arkasında duracak bir yönetime ihtiyacı var. Beğenmeyen Gelmesin diyecek biri lazım.

Rijkaard, Schuster gibi olsaydı kusursuz olacaktı. Deve diken olayı. Kendisini satan topçuyu, kavga edeni, saçmalayan muhabiri, yayıncı kuruluşu, topçusuna sallayan tribünü hepsini gördü. Ama bunlara atarlanmadı, giderlenmedi. Sessiz kaldı. Düzeleceğini sandı. Belki farklı bir metoda sahip Schuster'in de sonu Rijkaard ile aynı olacak. Kaçış yok. Ama ikisi arasında bir tercih yapsaydım Schuster derdim.

Atahan geçen gün programda " Schuster'in bu laflarını Rijkaard'ın söylemesi için parmağımı verirdim." Parmak kısmı hariç katılmamak mümkün değil.

Taraftarın kendine bir kutsallık biçmesi, bunu acı kültürüyle pekiştirmesi artık cıvıklaştı. Biz taraftarız kimse taraftara gelmesin diyemez demek samimieytsizdir. Sorarlar adama sen taraftar görevini tam anlamıyla yaptın mı diye? Hiçbir taraftar da işini iyi veya kötü ama ahlakıyla yapan hocayı/topçu ıslıklayamaz. Yok öyle bir tribün anlayışı, kültürü.

Takımın oynadığı futboldan, oynayan futbolculardan memnun değilsen gelmezsin. Schuster'in söyelediği çok basittir. Bunu "biz her yere deplasmana gidiyoruz, aşkımız bilete değil, simitle karnımızı doyuruyoruz" naralarıyla süslemek de hiç inandırıcı gelmiyor artık.

Sene başında Forza'da Schuster için biri şöyle yazmıştı ki, bu cümle Türkiye'de her teknik adam için geçerli olabilir: "Hoca nasıl tribüne çıkıp böyle bağırın demiyorsa, biz de şu- bu oynasın diyemeyiz."

Taraftar gerçekten sınırını, görevini, rolünü bilmiyor. Ve evet ben bu oyunun en çok tribün tarafında oldum. Ne futbolcu oldum, ne takım yönettim. Hani eğer bir taraf olacaksam tribün kanadında olmam gerekir. Ama hiçbir şeyi beğenmeyen, beğenmediği herşeyi de yıkmaya, bozmaya çalışan bir zihniyetle aynı şeyleri düşünmem imkansız.

Bu yazıda Galatasaray-Beşiktaş ikilisini biraz birbirine doladık. Yazının sonunda Galatasaraylılar'a Beşiktaş hocasının ağzından seslenelim. Bugün Galatasaray sahaya çıkacak. Barış-Ayhan-Sarp oynayabilir, kalede Zapata olabilir. Kadroyu kuracak kişi Hagi'dir. Takım budur, bundan başkası olmayacaktır. Bunu "beğenmeyen gelmesin."

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Yazınızın taraftarlıkla ilgili kısmına katılmak mümkün değil. Zira bu söyledikleriniz taraftarlığın özüne aykırı. Burası stadyum, tiyatro değil diye eski bir tezahürat vardır. Sizin yorumunuz bunu tersine çeviriyor. Futbol stadlarını sinema, tiyatro sahnesine benzetiyor. Taraftar takım tutar, kulüp tutar. Oyuncu ya da teknik adam tutmaz. Eğer öyle olsaydı kulüplerin değil teknik direktörlerin taraftarı olurdu ve transfer sezonunda teknik direktörle birlikte taarftarı da transfer ederdiniz. kulüp yöneticisi, ya da üyesi ne kadar o kulübün bir parçasıysa taraftar da o kadar parçasıdır. Taraftarın (tabii hizipsel ya da grupsal değil, topyekün olarak) beğenmediği; karakterinden, hal ve tavırlarından ya da yeteneğinden dolayı istemediği oyuncuyu, TD'yi protesto etme hakkı vardır. Shuster, Beşiktaş maçlarına giden taraftarlardan daha mı çok Beşiktaşlı? Peki her hafta stadyuma gittiği için para alan TD mi, taraftar mı? Shuster, 1 ay sonra istifa ettim, bana ne ben oynamıyom diyebilir; ya taraftar? Bu söylediklerim spesifik bir olay için değil, tamamen geneldir ve dediğim gibi, topyekün tepkiler içindir. yoksa memlekette her taraftarın takımında beğenmediği, istemediği bir sürü adam var.