Cumartesi, Şubat 1

Galatasaray 90 - 83 Zalgris Kaunas



Ne maçın tam gününü biliyordum ne de gruptaki şansımızın matematiksel olasılıklarını. İki sene önceki halimden eser yok. Bizim de kendi içimizde yaşadığımız buhranların, küskünlüklerin, kırgınlıkların etkisi var ama Euroleague yönetiminin de payı büyük. 8 takımlı bir grup, sürekli maç, azalan iddialar, eksilen sürprizler, cuma akşamı gibi sosyal bir güne konulan maçlar.

Diğer tarafta ise karışık bir şube. Şampiyonlukla doyuma ulaşan camia, çok sık yaşanan kadro değişimleriyle bağları zayıflayan taraftar. Maça gitmek aklımda bile yoktu, bir arkadaşım ısrar etti, o vazgeçti, ben başkasıyla gittim, köşede maçı izledik, döndük.

Galatasaray tribününün içinde olmak istedim sadece. Son zamanlarda, son yıllara duyulan özlem artıyorken. "O eski günler" nostaljisi artık bizim dilimize yerleşmişken, iyice yalnız bırakılırken, orada görünmek iyi gelir diye düşündüm. Sahadaki oyundan bağımsız, aslında bir türbe ziyareti gibi...

O nedenle parkede koşturan adamların ne yaptığını anlamadım, anlamak için çaba da sarfetmedim. Sadece Arroyo'nun topla her buluşmasına dikkat kesildim. Farklı bir oyuncu, farklı bir karakter. Futbola yoğunlaşan bir ülkede, tribünün basketbol maçlarına ilgi göstermesi için böyle oyunculara ihtiyaç var. Mrsiç, El Amin, Arroyo... Bunlar takımın yıldızı değil, daha fazlası takımın, şubenin ihtiyaç duyulan kahramanı...

Gelen, gelmeyen ayrımı yapmayacağım. Ben de bu sene çok az geldim maça. Zaten hocadan azar işitmek için kim gelir ki oraya? Ne gerek var? Ama gelmeyenlerin yine gelenlere akıl verdiği bir maç olmuş. Gelenlere, gelmeden önce sopalı pankartları boyayanlara, maç boyunca susmayanlara bu galibiyet armağan olsun. Sopalı pankartları cover page yapıp, youtube'dan tezahürat paylaşıp en sonunda da evinden "Bu tribün çok cahil " diyerek omuz bükenlere de helal olsun...

14 Şubat'ta CSKA Moskova maçı. O gün sabahında Only You pankartının şovunu yapıp öyle geleceksiniz salona, gün sizin gününüz olacak...

Hiç yorum yok: