Cuma, Ağustos 19

Yolda


Yolda'yı okudum. Metrobüsle işe giderken, vapurla eve dönerken, kirayı ödemeden bir gece önce yatağımda, plazaların arasında, 10-18 mesaisinin dışında.. Okuduk, sevdik, içine girmeye çabaladık.

Yolda'yı okuyorsun, satırlar arasında kayboluyorsun, kendini Denver'a giden otobanda hissediyorsun, tam o sırada metrobüs fren yapıyor, Uzunçayır diyor. İniyorsun.

Yolda'yı okuyorsun, satırlar arasında kayboluyorsun tam "ulan adamlara bak ne güzel gezmişler, maceraya bak, otostop, kızlar, esrar" diyecekken, akşam ezanı okunuyor; nerede olduğunu, nereden geldiğini, geçmişini, aileni hatırlıyorsun.

Yolda'yı okuyorsun, satırlar arasında kayboluyorsun, "ulan otostop kafası ne güzeldir, Anadolu'da bile yapılır, gidip Köy Kahvesi'nde sıcak Anadolu insanıyla muhabbet etsek" diyorsun, sonra seçim oluyor Facebook'ta "bu insanlar salak işte, koyundan başka bir şey değil" diyorsun.

Kitap güzel, anlattığı güzel. Buna benzer bir dönemi ufak çaplı da olsa 2o gün de olsa yaşamış biri olarak içimde ukde yok. Sıkıntı büyük ama. Zaten sıkıntısı olan adam yazıyor. Bu adam da (Kerouac) çok büyük sıkılmış, belli; içini kusmuş resmen. Yazmak için yazmış. Kötü anlamda değil. Yazmak için yazmış, kendisini rahatlatmak için, kendini bulmak için. Vurucu olmak zorunda hissetmeden, içinde geldiği gibi, 3 haftada.

Peki biz ne yapalım? Yapacak birşey yok. Bu tarz kitapları okuyacağız; "vay amk" diyip olması gerekeni düşleyeceğiz, sonrasında da idare etmek zorunda olduğumuz hayata devam edeceğiz. Ne olursa olsun, kendini beraber yaşadığın toplumdan ayıramazsın. Bu, özgürlük sağlasa bile sıkıntısı daha büyük olur.

Hiç yorum yok: