Cuma, Kasım 18

Galatasaray 66-70 Barcelona



Size daha farklı şeyler anlatmak isterdim. Ama bu yazı öyle gelişmeyecek. Navarro'nun maç önce ısınmasında attıkları, sopalı pankartlar, takımın sahaya çıkışı, hava atışından sonra yapılan üçlü... Maça gidemeyen hatta giden herkesin maç sonunda konuştuğu, aradığı, izlediği şeyler. Bunları hiçbirini yaşayamadıktan sonra bu maça "gittim" demek sadece kendini kandırmak olur.

Senlerdir beklenen maç. Şubeyi Euroleague'e taşıyanlar var. Bu şubenin kahrını, cefasını çekenler için muhteşem bir maç, muhteşem bir meydan okuma. Galatasaray ile Barcelona.. Avrupa'nın en önemli organizasyonu. Avrupa basketbolunun gözleri biraz da olsa bu maçta. Ve bu meydan okumada, bir tribün çığlığı. Tekel, Bornova gibi rakiplerden sonra Barcelona maçı. Yıllardır hayal edilen atmosfer. Yıllardır beklenen gün. Ben hepsinden uzağım.

Geçen sene Banvit serisinin ilk maçı... Yine gereksiz, saçma şeyler yüzünden ıskalıyorum. Üzerinden 6 ay geçti. Hala o maç konuşuluyor. Hiçbir şey bilmiyorum. Üzerinden 6 sene geçecek ve ben hala aval aval bakacağım. Barcelona maçını yerinde izledik, ilk periyot bitmeden salondaydım, birçok insanın yaşayamadığı atmosferi ucundan da olsa yaşadım. Tarihe tanıklık ettim. Ama yetmedi. Yetmezdi.

Bir zamanlar en büyük korkum, Ali Sami Yen'de oynanacak bir maçı kaçırmaktı. Uyanamadığım için, trafikte takıldığım için veya çeşitli nedenlerden dolayı maça girememek. Ali Sami Yen yıkılınca bu kabus da son buldu. Sonra Abdi İpekçi günleri başladı. Daha önce tiksinerek gittiğimiz yere coşkuyla gittiğimiz günler. Orada olmak istediğimiz yer. Orada olunca rahatladığımız, mutlu olduğumuz yer. Şimdi orada geçirdiğim zamanı biri çalınca hayattan nefret ediyorum.

Çok fazla birşey istemiyorsun, sadece orada zaman geçirmek istiyorsun. Bu da gerçekleşmeyince isyan ediyorsun; kendine, kendi hayatına.

Yenilgi bu kadar koymadı. Koymazdı da zaten. Yenilmek önemli değildi. Alınmayan ribaund, atılamayan serbest atış, Lorbek'in attığı üçlük önemli değil. Lorbek'in attığı üçlükten sonra taşan saha kenarını görmek önemli. En azından onu gördük.

"Barcelona köpeğine" diye bağrıldığını duymak güzeldi. İyisiyle kötüsüyle, bu tribünde yıllarca beraber paylaştığımız insanlarla ortak şeyler yaşamak. Bunlar güzel şeyler. Allah bu eksikliği daha fazla yaşatmasın. Bir periyot bile yetti.

Oktay Mahmudi'nin Cevher'in kafasını okşaması güzeldi. Shumpert'in yerdeki topa atlaması.

Maç mı? Kazansaydık bu yazı tabi ki daha farklı yazılırdı ama hiç bir zaman maçın kendisi çok önemli olmadı.

Hiç yorum yok: