Takımların sahibi taraftarlardı eskiden. Yani ben takım tutma ibadetimi tribüne doğru taşımaya başladığım yıllarda böyle söyleniyordu. Fakat o yıllar aynı zamanda bir geçiş dönemiydi. Özellikle İstanbul'da.
Fenerbahçeli'nin Dereağzı'nda idman izleyip "Efsane Maraton"a koşan kitlesi, yeni yapılan bir stadyuma şahit oluyordu. 14 seneyi büyüklerden dinleyip, "Galatasaray Ruhu" sözünü kafasına kazıyan bizler UEFA Kupası ile hayallere dalarken bu sefer "Galatasaray Markası" sözünü anlamaya çalışıyorduk.
Beşiktaş, hep diğerlerinden farklı bir büyüklüğü taşırken, artık diğerlerine benzeme çabasına giriyordu. İstanbul'un en güzel kaybeden takımıyken (bunu küçümsemek için söylemiyorum) hedefini diğerlerinin yanında olmak olarak belirliyordu.
Bunlar olabilirdi, ama bu yol seçilirken kimse de bize sormamıştı. Sordukları kişiler kongre üyeleriydi. Taraftarın söz hakkı yoktu. (Özellikle Galatasaray'da hiç yoktu).
Şimdi geldik 2010'a. Bize dünyanın en büyük takımı olmayı vaadeden zihniyet 3 büyük takımın da başında. Ve gördüğümüz Bursaspor'un şampiyonluğu. Başka bir takımın şampiyonluğu Türk futbolu için oldukça güzel. Romantik bir tarafının olması da ayrı bir hoşluk. Ama İstanbul'da iyi giden hiçbirşey yok. İleriye umutla bakan bir taraftar bulamıyoruz. Yani kulüp yöneticilerinin tabiriyle müşteriler memnuniyetsiz. Bu sadece saha içi bir durum değil. Takımla ilişki kurmak için gerekli olan o kahramanlara yer verilmiyor artık. Son örneğidir Mustafa Denizli olayı.
Bize bakıyorum. Kewell diyoruz, gidiyor. Gerets sevildi, İliç sevildi, Mondragon sevildi hepsi gitti.
Fenerbahçeliler (biri de bu blogdan Peralta) Zico'ya aşık oldu. Gönderilmesi uzun sürmedi. Tuncay takımdan koptu, Appiah gitti. Hepsi iyi futbolcudan öte, takımın ruhu olan isimlerdi.
Beşiktaş bu konuda en geniş listeye sahip ama işte en tazesi Mustafa Denizli. Belki hocayı sevmeyen, beğenmeyen çoktur ama benim çevremdeki Beşiktaşlılar'ın hepsi bıkmış bir durumda. Yıldırım Demirören'in icraatlarını herkes biliyor zaten.
Bu saydığımız isimler işlerini iyi yapan isimler olarak sevilmedi. Bir süper star değillerdi. Olsalar bile, taraftarla kurdukları ilişkide o özelliklerini kullanmadılar.
Taraftar cemaatinin çoğu bizim gibi değil, kabul edelim. Onlar başarı ister. Ama ortada başarı da yok. Bunun yanında bir de takıma sahip çıkmak için ihtiyacımız olan o somut kahramanlar da yok ortada. Birini seviyoruz, ilişki kuruyoruz ve en yakın zamanda gittiğini görüyoruz. Onlar böyle olmasını istemiyor, bizler istemiyoruz ama nedense istemediğimiz oluyor.
Şimdi bu durumda aklıma tek bir soru katılıyor. Eskiden forma satın almak için hiçbir neden duymazdık. Şimdi forma satın almak, arkada yazan isimle anlamlaşıyor. Bunu sağlayan zihniyet kulüpleri yönetiyor. Peki o formaları hangi müşterilerine nasıl satacak? Arkasında Kewell yazmayan formayı, önünde Zico olmayan tişörtü kim alacak? Üstelik bu sene İstanbul'da iki kupa değil 1 kupa kazanan bile yokken..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder