Çarşamba, Ocak 23

Galatasaray 82 - 66 Ulm




Kazan maçına gidememenin ezikliğini, üzüntüsünü çıkarmak için bu maça gitmek şarttı.

Güzel de oldu. Mahalleden arkadaşımız gelmiş yurt dışından, hep beraber gittik. İçeride de arkadaşlarımız gördük, takım da kazandı, keyifle gittik keyifle döndük.

Salonda, hatta daha salona gelmeden ilk gündem maddesi Hawkins'ti. Kendisi şu anda " yapmadım" dese bile, en iyi ihtimalle 1 ay falan oynamayacak. Takımı üzerine kurduğun adam hem de lider olarak seçtiğin adam bunu yapınca, etkisi 2 kat daha olumsuz oluyor.

Bu maçta sazı Gordon ve Arroyo eline aldı. Her maç böyle olmalarını beklemek hayalcilik olsa da sezona yayarlarsa kurtarırız. Yoksa önce Domercant, sonra Göksenin ve şimdi Hawkins'in kayıpları psikolojik olarak da etkileyeceğinden karamsar bir tablo çizmemize neden oluyor.

Dün 2.periyotun bir kısmı dışında iyi oynadık. Ulm garip bir takım. Kazan'ı deplasman yeniyor, Kızılyıldız'a kendi sahasında yeniliyor. İstikrarsız takımların sağı solu belli olmaz. Değişik tarzları olan oyunculara sahipler. Çok temiz şut atıyorlar ama başka da bir numaraları yok gibi. Doğru adama serbest atış attırmaktan bile acizler diyebiliriz ki, 16 sayı farkla  biten maçın kırılma anı olarak o dakikaları gösterebiliriz.

Gordon geldiğinden beri belki de en iyi oyununu ortaya koydu. Demek ki Hawkins ile Gordon yan yana oynayamazmış. Şaka bir yana Arroyo'nun varlığı takımdaki herkesi olumlu anlamda etkiliyor gibi. Gerçi Cenk Akyol kardeşimiz durgundu ama onu da nazar boncuğu olarak adlandıralım.

Galatasaray tribünü az olunca güzel oluyor. Dün sayı azdı ama katkısı çok güzeldi. "Ergin hocayla, süper taraftarınla" tezahüratı, "teker teker geçiyoruz turları" ile hedefin adı yüksek sesle konuldu. Bana kalırsa hala lig daha önemli ama Avrupa kupasını isteme heyecanının adı da konulamıyor.

Bu arada Ulm'un "Kobe" Bryant'i nedir abi? Tipleri basketbola hiç uygun olmayan adamların oluşturduğu bir Alman takımı. Deplasmandaki maç bu kadar kolay geçmez.



Hiç yorum yok: