Şimdi size kısa bir hikaye anlatacağım. Çok da önemli değil aslında. Ama ilginç olduğu gerçek. Hayat, zaten böyle an'lardan mevcut, bunları görebilen değişik bir tat alıyor (İyi bir tat demedim, değişik dedim). Bu hikayeleri anlatmak, güzel oluyor. En azından zamanı dolduruyor. Konuya geçelim.
15-16 yaşlarında çok keyifli günler geçiren bir adamdım. Hatta adam da değildim henüz, ergendim. Bazı sıkıntılarım rağmen, nispeten sorumsuz ve istediği şekilde hareket eden bir adamdım. Bunu "serseriydim, ne piç-fırlama adamdım" olarak algılamayın. Sadece sınırsız bir özgürlüğe çok yakındım ve bana verilen bu fırsatı suistimal etmiyordum.
Geziyordum, tozuyordum. Param yoktu, sadece lisede okuyan bir öğrenciydim, bazen okulda öğle yemeği alacak param olmuyordu ama yine de keyifliydi. Karışanım edenim yoktu. Kararlarımdan sadece ben sorumluydum. Babam dışında -o da biraz- hesap verdiğim kimse yoktu. Babam da bana güvendiğinden, yerli yersiz hesap soran biri değildi. Kısacası, güzeldi.
Bu keyifli günlerden biri, bir Galatasaray - Beşiktaş maçının öncesine denk gelir. Mahalleden çocuklarla maça gitmeye karar vermiştik, fakat bilet bulamıyorduk. Maçın sonucunu hemen söyleyim, Fleurquin'in gol attığı ve 1-0 kazandığımız maç.
O keyifli ve güzel günlerin belki de en düşündürücü zamanıydıo gün. Nereden bilet bulacaktık. Punlar yakın, şampiyonluk yarışındayız, havalar da ısınmış, bahar ateşi. Tam gidilecek maç. (Biraz ufakken böyle maçlar seviliyordu, şimdi karda kışta Kasımpaşa maçı olsa daha keyifli olur).
Derbiye bilet arıyorduk. Sokakta yürüken "nereden bilet bulacağız" falan diye konuşmaya başladık. Bir dükkanın önünden geçiyorduk. Tam o esnada dükkanın tabelası değişiyordu. İki tane çalışan merdivenlere çıkmışlar, tabela ile uğraşıyorlardı. Bu adamlar; bizden 10 yaş büyüktür herhalde, bizim sesimizi, konuşmalarımızı duydu. Maça bilet mi arıyorsunuz dediler. Biz evet dedik.
Bizde bilet var dediler, yarın bizle maça gelın size orada veririz dediler. Sevindik. Adamlarla muhabbet ettik. Güzel muhabbet döndü. Anladık ki adamlara bilet yağıyormuş. Biz karaborsanın tribünden farklı bir oluşum olduğunu sanıyorduk. O gün anladık ki değilmiş. Çok da şaşırmadık ya neyse.
Bir gün sonra tesadüf eseri biz başka bir yerden bilet bulduk. Maça o biletlerle gittik. Adamlara yine de teşekkür ettik., yine muhabbet ettik.
Maçtan bir gün sonra bu olaydan bağımsız olarak hayatımın şekli değişti. Şimdi anlatmıyorum oraları ama sonuç olarak; eskisi gibi yaşamayacaktım. Artık sorumlulukları olan, hesap veren biriydim. Sevdiğim ve keyif aldığım şeyleri ikinci plana atmak zorunda kalmıştım. Farklı bir hayat tarzına başlıyordum. Bu da sıkıntılı bir süreç demekti. Ne kadar süreceğini bilmiyordum. O adamlar ve o maç belki de keyifli günler döneminin sonuncusuydu.
Aradan yıllar geçti. Güzel günler, güzel dönemler ara ara oldu. Ama eskiye en çok yaklaşmaya yeni yeni başlıyorum. Son günlerde, işler daha bir olurunda gibi gözüküyor. Yaklaşık 9 sene geçti ama sona eriyor inşallah.
İşte hikayenin can alıcı (aslında çok da can alıcı değil ama kelime güzel) kısmı burada başlıyor. Geçtiğimiz günlerde tesadüf eseri o dükkanın sokağına girdim. Bu sefer yalnızım. Yanlış olmasın ama sanırım bir gün öncesinde Fenerbahçe'ye basketbolda yenilip şampiyonluğu vermiştik.
Sokağa girdim. Dükkanın önüne yine merdiven dayanmış. İki adam (bu sefer başka 2 adam) merdivenlere çıkmışlar bir pankart asıyorlar. KAPATIYORUZ. Bu sefer hiç ilişmedim adamlara. Zaten maç bileti de aramıyordum, sezon dün bitmiş.
Olay ilginç değil belki. Belki 2 an arasında bağlantı kurmaya çabalayan bilinçaltının gereksiz saçmalaması. Ama bir anda geçmişe götürmesi de ilginç. Sonuç olarak; kapatıyoruz. Bir dönem kapanıyor. O dükkandaki merdivenle başladı, o dükkandaki merdivenle bitiyor. Değişik ve belki de saçma ama böyle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder