Mesut Özil'in Almanya Milli Takımı bırakması doğal olarak çok fazla yankı buldu. Avrupa'nın en önemli orta saha oyuncularından biri, milli takımını sportif olmayan bir nedenle bıraktı. Üstelik olayların bu noktaya gelmesinin başlangıcında Türkiye'nin cumhurbaşkanı yer alıyor. Oldukça ilgi çekici bir hikaye...
Olan biten hakkında ne yazsak yazalım eksik kalacak. Çünkü konunun odak noktası, Almanya'da gurbetçi olmak. Bu da şahsen benim uzak kaldığım, bilmediğim, yaşamadığım bir mesele. Ahkam kesmek istemem. O nedenle Mesut'a buradan "Neden böyle yaptın?" diyebilme cüretini göstermek bana çok abes geliyor. Ne yıllar evvel Almanya Milli Takımı'nı seçtiğinde ne de şimdi Recep Tayyip Erdoğan ile fotoğraf çektirdiğinde onun kararını tartışmaya gerek duymuyorum. Daha doğrusu bu kararlar en fazla "Ben onun yerinde olsaydım yapardım/yapmazdım" noktasında değerlendirilebilir. Fakat ne yazık ki kullanılan tüm cümleler kesin bir doğru üzerinden kullanılıyor. Kesin bir doğru olmadığı içi de aslında bu cümlelerin hepsi bir dayatmaya yol açıyor. 10 yıl önce de aynıydı, bugün de aynı! Almanya'yı seçtiği için ona "hain" diyenler bugün onu alkışlıyor, yıllar evvel "Çocuk ne istiyorsa onu yapar" diyenler ona "Siyasi malzeme oldun, bunu yapamazdın" diyor. Her ikisi de tutarsızlık.
İnsanın bir felsefesi olmalı. Hayata sağdan da soldan da bakabilir ama önce tüm bu fikirlerini bir temele oturtmalı. Muhalif de olabilir, iktidardan yana da. Fakat hangi tarafta neden durduğunu iyi bilmeli. Bir meselesi, bir fikri olmalı. Fakat yok! Bu tip noktalarda eksik olduğumuzu Mesut sayesinde bir kez daha anladık.
Kuru milliyetçilikle yıllarını geçiren, sosyal medyadan her yere laf yetiştiren, Yunanistan'daki yangına sevinen, Amed Sportif'e taş atan, sosyal hayatın her alanında topluma sınırlar dayatan, buldukları her güç sayesinde yaşamı zorlaştıran, kısıtlayan kitlelerin Mesut hakkındaki yorumlarını ciddiye almaya zaten gerek yok. Onlar, rüzgar nereden eserse öyle davranacaklar. Onları rahatsız eden o anda neyse, bireysel olarak kendilerine ne zarar/yarar verirse onu düşünecekler, çıkarları için konuları değerlendirecekler. Tutarlı bir duruş zaten beklenmez, o nedenle de tartışmaya da gerek yok.
Fakat aksi yönde bir meseleleri olduğunu iddia eden bir kesimin, her zaman karşı oldukları tavrı benzerini Mesut'a göstermemesi çok üzücü. Mesut Özil olayının başlangıcı Erdoğan ile görüşmesiydi. Hemen bu noktadan başlayalım.
Bir sporcu istediği kişiyle görüşebilir. Bu görüşme siyasi bir amaç doğrultusunda bile olmayabilir. Seçilmiş bir cumhurbaşkanı ile görüşmek, bir sorun yaratmamalı. Aynı özgürlüğün başka futbolculara başka siyasiler için verilmemesi bir sorundur. Fakat özgür hareket etmenin ve özgür düşünmenin önemini savunuyorsak Mesut Özil'in Londra'da Erdoğan ile buluşması eleştirilecek bir nokta değildir.
Almanya eleştirdi. Gereksiz eleştirdi. Onlar eleştirirken Türkiye'deki muhalifler eleştirilere destek çıktı.
"Almanya'nın değerlerinin karşısında duran bir figürle milli takım oyuncusu fotoğraf çektiremez" dendi, Türkiye'deki muhalifler bu tavrı alkışladı. Önce bu noktaya açıklık getirmek lazım. Almanya değerleri nedir? Almanya değerlerini kim belirler? Almanya değerlerini belirleme hakkı Merkel'e veya federasyon başkanı Grindel'e aitse, mesela Türkiye'deki değerleri AKP iktidarı, Türkiye futbolundaki değerleri Yıldırım Demirören mi belirleme hakkına sahip? Eğer öyleyse, AKP "Bizim değerlerimizle örtüşmeyen hareketleri yapanlar" hakkında yaptırımda bulunabilir mi? Bulunursa Almanya değerlerini koruyan Merkel'e destek çıkanlar, yine burada Türkiye değerlerini koruyanlara destek çıkacak mı?
Savunduğumuz cümlelerin nereye gideceğini iyi düşünmemiz lazım. Kuru kuru bir karşı çıkış, uzun vadede size karşı bir silah olarak geri dönebilir. O nedenle haklı olmasını istediğimiz kişinin tarafında değil, doğru olduğunu düşündüğümüz fikirlerin tarafında olmalıyız. Benim düşünceme göre bir insan bir siyasi figürle istediği yerde görüşebilir. Bu Deniz Naki için de aynı, Mesut Özil için de.. Erdoğan için de aynı Selahattin Demirtaş için de...
Kaldı ki
Recep Tayyip Erdoğan 2002'den bu yana iktidarda. Muhakkak iktidarının ilk zamanlarında oy sayısı daha az olsa da sempatisi biraz daha fazlaydı. Son dönemde ise seveni ve sevmeyeni çok keskin bir şekilde ayrıldı. Bu keskinleşmenin en önemli nedeni sert politikasıydı. Fakat bu da 2018'de başlamadı. Neredeyse 2011'den bu yana böyle. Türkiye'deki muhalif kesim bunu 2013'te tam içinden yaşadı. Haliyle 2018'in Mayıs ayında Almanya'nın, değerlerini baz alarak Mesut'a karşı çıkması çok da samimi değil. Üstelik Mesut, birkaç ay öncesinde de Erdoğan'ın
29 Ekim resepsiyonuna katılmış ve onunla fotoğraf da çektirmişti. Bu ilk fotoğrafı da değildi. Hatta mektubunda da belirttiği gibi ilk görüşmesini 2010 yılında bir milli maç sonrasında yapmıştı. O maçı Merkel ve Erdoğan beraber izlemişti. O günlerin üzerinden çok sular aktı ama 2017 daha çok yeni. Bir kaç ay içinde Almanya'nın değerlerinde veya Erdoğan'ın politikalarında neler değişmiş olabilir ki Mesut bir yanlış yaptı?
Almanya'da değişen; hızla yükselen sağ. Aşırı sağ parti AFD, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra meclise giren ilk ırkçı parti oldu. Yüzde 13 oy aldı. Bu duruma sadece siyasi bir partinin yükselişi olarak bakmamak lazım. Toplum da sağa kayıyor olsa gerek ki, bu tip partiler yükselişe geçiyor. Ve o kitlelerden oy devşirmek zorunda kalanlar, onların gönlünü hoş edecek politikalar izlemek zorunda kalıyor. Merkel de bunu görüyordur. Suriye Savaşı'nın Avrupa'daki en temel sonuçlarından biri bu. Almanya, en çok mülteci alan ülkelerden biriydi ve bunu sıkıntısını yaşadı. Toplum sağa evrildi ve sadece Suriyeli göçmenler değil diğer azınlıklar da bu gelişmelerden etkilendi, etkilenecek de. Ve o siyaset için Mesut Özil iyi bir figür. Malzeme verdi ve Alman siyaseti de fırsatı kaçırmadı.
Mesut'un 'ırkçılıktan' kastı buydu. Alman siyasilerinin onun üzerinde başlattığı baskıcı hava, toplumun her noktasına dayandı.
Bild gibi yüksek tirajlı ve popülist söylemli bir gazete Mesut'u yerden yere vurdu.
Almanya Futbol Federasyon Başkanı, Mesut'un (ve İlkay'ıın) Dünya Kupası kadrosuna alınmamasını istedi. Neyse ki Löw dinlemedi bile, aldı! Fakat oyuncular hazırlık maçlarında yuhalandılar. Sosyal demokrat partinin bir temsilcisi bile
Facebook hesabında İlkay ve Meust'a
"Keçi siken" dedi.. Bir tiyatrocu "
Anadolu'ya defolun" dedi. Kastedilen Almaya değerleri bu değildi herhalde?
Peki bu Almanya değerleri sadece azınlıklar için mi geçerli? Türkiye ve Almaya yetkilieri görüşmelerine devam ederken, siyasi konularda gerginikler devam etmesine rağmen ekonomik alanlarda tavırlar boykotlar olmazken, tüm bu değerleri apolitik bir kimliği olan, siyasi sularda bugüne kadar hiç gezinmemiş Mesut Özil'in çektirdiği fotoğraf mı zedeledi?
Almanya, Erdoğan'dan bu kadar rahatsızsa, neden AKP'nin
son seçim zaferinin kutlamasına eski başbakanını gönderir?
Schröder ile Erdoğan'ın yıllardır süren yakın ilişkisi (neredeyse dostluk noktasında biliniyor. Fakat Alman basını hiçbir zaman Schröder'e Mesut'a gösterdiği tepkinin onda birini göstermedi. Hadi Schröder siyasi bir elçi, temasları sürdüren bir arabulucu. O zaman Mesut'un da açıklamasında bahsettiği
Lothar Matthaus daha doğru bir örnek. Matthaus, federasyon görevlisi olarak Putin'i, yani Erdoğan'ın bugünlerdeki en sıkı müttefikini ziyaret edebiliyor. Putin, birçok Alman basın kuruluşu tarafından 'diktatör' olarak adlandırılıyor. Muhtemelen, bahsedilen Alman değerlerinin savunucusu değil. Fakat Matthaus, ki ülkenin en sevilmeyen spor figürüdür, Mesut kadar eleştiri almadı. Çok takip edemedim ama hatta belki de hiç tepki almadı! Bu ayrım adil mi?
İşte tüm bunları kenarda bırakıp "Mesut haksız, özeleştiri yapmalı, ne ırkçılığı canım" gibi söylemler geçersiz kalıyor. Üstelik bu söylemleri siyasi bir düşüncenin tartışılmaz doğrusuymuş gibi sunan kanaat önderleri var. Bu kanaat önderliği Twitter'dan attıkları birkaç muhalif mesaj sayesinde oluşturdukları takipçi kitlesi sayesinde kuruluyor. Fakat aslında olayları değerlendirirken hiçbir şekilde düşünce terazisine girmiyorlar ve tıpkı karşıt tarafın militanları gibi ezberden konuşuyorlar.
Eminim ki Mesut'un üç sayfalık veda metninin tamamını okuyanların sayısı çok azdır. Ona alkış tutanların büyük bir kısmı zaten hiç okumamıştır. Bir kesimse metinde "Ben özür dilerim, yanlış yaptım. Erdoğan ile görüşmemeliydim" cümlesini arattı ve bulamayınca açıklamanın yetersiz olduğunu savundu. Oysa "Buluşmamız, herhangi bir politikayı onayladığım anlamına gelmiyor" cümlesi oldukça açık ve şıktı.
Almanya'da olanlara çok hakim değiliz. Bir futbolcunun, bir gurbetçinin orada neler yaşadığını bilemeyiz. Farklı dinamikler vardır muhakkak. Fakat alt metinleri, satır aralarını da okuyabilmek mümkün.
Mesut 2010'dan bu yana iki ülke arasındaki ilişkileri simgeleyen toplumsal ve biraz da siyasi bir figüre dönüşse de hiçbir zaman politik bir kimlik ortaya koymadı. Bu konuda eleştirilebilir ama bunun da kendi tercihi olduğunu ekleyerek. Fakat siyasi hava değiştiğinde bile aynı noktada kalan Mesut'u eleştirmek de biraz ikiyüzlülük olur. Mesut, hemen hemen çoğu üçüncü kuşak gurbetçi gibi, Almanya eğitiminden geçip Almanya sosyal hayatında bir Alman gibi hareket etti. Fakat evinde ve ailesinde Türkiye ile geniş bir bağ kurdu. Bu bağ, muhafazakar (İslamcı değil, muhafaza etden) değerlerle korunur. Bir gelenekçilik söz konusu. Gurbetçiler geleneklerine bağlı kalmadıkları takdirde kimliksiz kalmaktan korkarlar. O geleneği en önemli parçası da, büyüklere saygıdır. Evdeki babaya, ailedeki dedeye veya Türkiye'deki cumhurbaşkanına. Ülkenin cumhurbaşkanına duyulan saygıyı göstermek onlar için zor. Büyük bir kısmının böyle bir şansı yok, olmayacak da. Mesut'un ise vardı. O nedenle bu tip davetlere katılıyor. Kendi katılmak istemese bile (politik nedenlerden değil; yorgunluk üşengeçlik vs gibi) ailesi onu zorlayacaktır. O nedenle Mesut'un "Kim olsaydı görüşürdüm" sözü oldukça inandırıcı. Zira o sınıfın değerleri bu ezber harekete oldukça müsait. Üstelik en başta dediğimiz gibi, Mesut bile isteye , hayran olarak, severek bile Erdoğan'ın yanına gitmiş olabilir. Fidel Castro ile görüşen bir NBA oyuncusu ne kadar tepki alır mesela? Oysa o da 'ABD değerlerini' yok sayan bir harekete imza atardı. Yine de bunların hepsi muamma. Kesin olan Mesut, sporcu kimliğinin getirisi olarak başka bir cumhurbaşkanı ile de görüşürdü.
Tabi kimse bu sava inanmak zorunda değil. Fakat "Siyasî makama saygı göstermek, eminim ki Kraliçe’nin ve Başbakan Theresa May’in de Erdoğan’ı Londra’da ağırlarken paylaştıkları bir görüş" cümlesi de birçok tartışmanın bitmesi gerektiğini gösteriyor. Ülkelerin koyamadığı tavrı Mesut'tan beklemek zaten haksızlıkların en büyüğüydü. Mesut, Kenan Sofuoğlu ve Alpay Özalan değil İleride onlara dönüşür mü bilemeyiz. Fakat bugüne kadar öyle bir tavır koymadı. O nedenle onu olmadığı bir yere indirgemek de haksızlık. Saygı, o çevre için gayet yeterli bir gerekçe ve bu kadar kaşınması ileride bizi özgürlükleri kısıtlama noktasına kadar götürebilir.
Mesut'un Mercedes'e salladığı noktalar herhalde mektubun en cesur yerleriydi. Mesut öyle bir kimliğe sahip değil ama o cümleler şövalyelik kokuyor. Yasalar önünde suçlu bulunan ve Almanya Futbol Federasyonu'nun sponsoru olmaya devam edebilen bir firma ve Erdoğan ile görüştüğü için o firmanın reklamlarında yer alamayan bir oyuncu. İkiyüzlülük diz boyu... Mesut'un bir zamanlar öğrencisi olduğu okulun onunla artık çalışmak istememesi de bir diğer boyut. Okul yönetimi iradesiz davranmış olsa da onları anlamak mümkün. Fakat zaten ırkçılık ve faşizm tam da bu noktada başlar. Toplumdan dışlamanın, itibarsızlaştırmanın ilk adımları...
Aslında bu yazı Mesut'u savunma yazısı değildi. Mesut ve herkes, tüm insanlar özgür davranma hakkına sahip. Temel noktamız burası olmalı. Tercihler, yaşamlar, seçimler özgür bırakılmalı. Fakat bu düsturu savunup Mesut'un kararlarını eleştirmek ve bu eleştiriyi daha güçlü seslendirmek adına ciddi bir şekilde hissedilen faşizme gizli destek çıkmak hataların en büyüğü...
Taraf seçmek, ideoloji belirmek en kolayı. Zor olan ise ona göre yaşamak. Fikrinizi ve felsefenizi tek kelime ile işaret edebilirsiniz ama altını ancak davranışlarınızla doldurabilirsiniz. Özeleştiri yapmadığı iddia edilen Mesut, fikrinin altını doldurmayı çok iyi becerdi. Bu sayede de benden ekstra alkış aldı. Yolu açık olsun... Darısı bizim başımıza...