Vietnam filmlerini seviyorum... Diğer savaş filmlerinden biraz ayırıyorum. Vietnam filmleri sanki savaş olgunun daha duygusal kısmına dikkat çeker. Biraz daha antimilitarist bir ruh taşır. O dönemin getirdiği ortak duygunun yansımasından bahsetmek mümkün. Bir de her zaman kaos ve kargaşa hakimdir. Kaosu severiz. O nedenle hemen hemen kötü bir Vietnam filmi yok diyebilim.
Apocalypse Now, en ünlülerinden. Bir kısma göre en iyilerinden. Fakat benim için 6. sırada yer alır. Top 5'e hangileri girer emin değilim fakat bu film 6. sırayı alır. İlk 5'e giremez. Platoon ve Full Metal Jacket seviyesine çıkamaz. Bunun nedenlerini filmle ilgili araştırma yaptıktan sonra daha iyi anlıyoruz. Fakat sadece perdede gözüken 150 dakikanın üzerinden konuşunca, notu düşüren son yarım saat oluyor.
O son yarım saate geleceğiz. Önce ilk 2 saat... Film zaten muhteşem bir şekilde başlıyor. Belki de tarihin en iyi açılış sahnesi. The Doors'un "The End''i'ni başlangıç sahnesinde görmek tam Coppola tarzı bir iş.. Şahane. Böyle başlıyor, devamında fitil yanıyor ve ve aynı coşku iki saat boyunca devam ediyor. Vietnam'dan Kamboçya'ya su yolu üzerinden ulaşmaya çalışan bir ekip var bu iki saatte. Bir yol filmi gibi. 120 dakika boyunca birçok karakter filme giriyor. Savaşın ortasında sörf yapan subaydan, playboy kızlarına, Fransızlardan, delirmiş askerlere kadar. Öte yandan filmin başından itibaren, karakterlerin de seyircinin de bir hedefi var: Marlon Brando'yu bulmak.
Zamanın en büyük aktörü, bu filmde kendine has askeri bir örgüt kuran general rolünde... Karakter zaten büyük bir gizem ve hayranlık uyandıracak bir tarzla çizilmiş. Buna Brando'nun kitleler üzerinde hayranlık uyandıran karizması de eklenince adrenalin her dakika yükseliyor. 120 dakika boyunca bu heyecanı hissediyoruz; Brando'yu bulmak... Ama son yarım bütün beklentilerin boşa çıkmasına neden oluyor.
Oldukça kilo almış ve tamamen kafayı kazıtmış şekilde üstelik geç ve filmin esin kaynağı olan kitabı (Heart of Darkness) okumadan sete gelen Brando, belki de fiziksel olarak "psikopat" tavırlarıyla filme hava katıyor. Fakat daha fazlası değil. O son yarım saatte bir kopukluk var. İşte tam bu anda film setinde yaşananları öğrenmek önemli..
Albay Kurtz'un kurduğu tarikat, ormanın derinliklerinden bir düzen ve kaosu aynı anda yaratıyor. Benzerini Coppola sette yaşatmış. Seks ve alkol gırla gitmiş. Bütçenin yaklaşık 3 kat dışına çıkılmış. Çekimler oldukça uzamış. Hatta bu nedenle ABD'de Apocalypse Later esprileri yapılmış. O kaos ortamında bu filmi çıkarmak büyük başarı. Tarihin en iyilerinden biri yaratılmış. Ama aynı kadro ve kurgu; daha düzenli bir çalışma ortamına denk gelseydi belki de tarihin en iyisini izleyecektik.
Yine de insan bilemiyor. Belki de böylesi daha iyi olmuş. Türkçe adı Kıyamet olan filmde aslında bir cehennem tasviri var. Bazı askerler cehennemde olmayı Vietnam'da olmaya tercih ediyor. Biz de izlerken bunu çok rahat algılıyoruz. Belki de bu aktarımın sağlanmasında en büyük pay, setin de aynı ortamdan beslenmiş olmasıdır. Metaforları çok seven Coppola, cehennem algısını savaş ve Vietnam üzerinden tasvir etmek istemiş. Bunun aktarımını kusursuz şekilde sağlayabilmek için sette bir cehennem olmasa da bir kaos oluşturmuş.
Coppola, o set ortamını "Ormanın ortasındaydık, çok kalabalıktık, çok fazla para ve malzemeye sahiptik. Böylece yavaş yavaş delirdik" sözleriyle hatırlar. Hakikaten kendisi, delirme noktasına gelmiş. Hatta filmi bitimesi için George Lucas'a başvurmuş ama daha sonra kendisini toparlayınca yeniden filmi bitirebilmiş.
Filmin baş karakteri Çavuş Willard için önce Harvey Keitel düşünülmüş. Hatta çekimlere de başlamış. Fakat kısa bir süre sonra Coppola ile Keitel kavga edince değişikliğe gidilmiş. Yerine Martin Sheen gelmiş. Bakıldığı zaman Keitel'in Sheen'den daha iyi bir oyuncu olduğunu net olarak görebiliyoruz. Fakat bu film için eğrisi doğrusuna denk gelmiş. Martin Sheen kariyerinin en iyi işlerinden birine imza atıyor.
Robert Duvall yerine ise Al Pacino düşünülmüş. Eğer gerçekleşseydi filmin çıldırma noktasına ramak kalan havasına çok şey katardı. Yine burada da Duvall tercihi iyi denk gelmiş ve en iyi performanslarından birini ortaya koymuş.
Aslında filmle ilgili söylenecek çok fazla çıkarım var. Çok fazla replik. Çok fazla sahne. Hepsini tek tek yazmaya haddimiz yetmez. Zaten 35 senede gerektiği kadar yazılmıştır. Filmin bütün sürreal ve saykodelik havasına rağmen anafikir oldukça gerçekçi bir replikle de verilmiş. Brando'nun canlandırdığı Kurtz, Çavuş Willard'a şöyle der:
"Gençlerimizi insanların üzerlerine bomba atmak için eğitiyoruz ama bir
yandan da komutanları, bu gençlerin uçaklarının üzerine fuck yazmasina
izin vermiyor. Fuck yazmak müstehcen olduğu için!"
Bir savaş eleştirisi var. Bunu daha iyi yapan filmler de mevcut. Alt metinleri daha iyi verenler var. Duygu aktarımını daha çabuk sağlayanlar... Bu filmin artısı ise görsellikte... Bir film değil masal veya rüya. Savaştan rüya olmaz, kabus. Kabus, cehenneme açılan kapılardan... Zaten olması gereken de buydu. Cehennemin başından sonuna kadar geçen, daha sonra yolun sonunda dingin ama ürkütücü bir noktaya ulaşan ekip. O ekip artık yola çıktığı gibi değil. Hedefleri bir subayı öldürmekken artık onun yerine geçebiliyorlar. Ona dönüşüuyorlar. Birçok efsaneye, destana, mite, masala konu olan bir hikayenin Vietnam uyarlaması. Bir romandan uyarlanmasına şaşırmıyoruz. Ama yine de "muhteşem" olabilirdi. Belki de kusursuz olması istenmedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder