Savaş sonrası Oscar için yarışan iki filmin adı; birincisi ve kazananı The Best Years Of Our Lives, diğeri ve kaybedeni It's a Wonderful Life... ABD'de artık iyimserlik zamanı. Savaş bitti ve maddi - manevi yıkımın bir şekilde halının altında süpürülmesi gerek..
It's a Wonderful Life, tutmamış bir romandan uyarlanmasına rağmen dönemin ABD'si için baya kritik bir rol oynamış. Gerçi gişede zarar etmiş ama 1960'lardan sonra, televizyonun evlere girmesiyle ABD halkının en sevdiği filmlerden biri haline gelmiş. Sinemada başarılı olmayıp televizyon sayesinde evlerde izleniyor olması filmin ruhuna oldukça uygun..
Şu anda bile hala ABD toplumu için önemli bir yer teşkil etmesi boşuna değil. Üstelik bir noel filmidir. ABD halkı için oldukça önemli bir zaman diliminin filmi, bu sayede kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Ben de Noel zamanı izledim ama Türkiye'de Noel zamanı 1946 yapımı bir filmi izlemek artı bir etki bırakmadı.
Sene 1946.. Artık savaşların yıkıcı sonuçlar doğurduğu ortaya çıkıyor. Dünyanın yeni bir savaşa daha girecek gücü kalmamış. Ama yine de sömürülmesi gereken ülkeler, tüketime aldanması gereken insanlar var. Artık zaman Amerikan Rüyası'nı yayma zamanı... Bu film de bu akımın öncülerinden biri...
Baş karakter George Bailey (James Stewart), hem demokratların seveceği gibi ilkelerine bağlı, dürüst, iyi niyetli bir adam hem de cumhuriyetçilerin hoşuna gidecek kadar dindar ve ailesine, şehrine sadık, kendisini topluma ve ailesine adamış bir adam.. Gençlik günlerinden itibaren beri dünyayı gezmek gibi bir planı varken şehrine tıkılıp kalıyor. Avrupa'ya gidecek gemiye bir türlü binemiyor. İstemediği işi yapıyor. İstemediği hayatı yaşıyor. Kendini defalarca kandırıyor ve mutlu olduğunu sanıyor. O kasabasında tıkılı kalmışken arkadaşları dünyaya açılıyor. O kalıyor... Bundan şikayet etmesi gerektiği anda ise karşısına bir melek çıkıyor. Bir Noel gecesi...Melek ona aslında ne kadar iyi, ne kadar faydalı bir adam olduğunu gösteriyor. Güzel bir karısı, şirin çocukları, onu seven arkadaşları var. İşte gerçek zenginlik bu!
Temelde karşı çıkacağımız bir durum değil. Sevgi, her şeyden daha değerli olabilir. Ama böyle mi? Film büyük bir aldatmacanın ilk örneği. Üniversiteye gitmeyi, dünyayı gezmeyi, hayalleri bir kenara bırakma mesajı başrolde. Önemli olan "insanlara sıcak bir yuva vermek"tir. O yuvaya kendin girmen... Yuva sahibi olmak, ev sahibi olmak. Evi doldurmak. Tüketmek...Yeni dünya düzeninde yeni tarz Amerikan ailesini, hatta Batı toplumunu oluşturmak... Bu aldatıcı hikayeyi oluştururken "kötü"yü temsil eden de unutulmaz. Şehrin baronu, vahşi kapitalisti var: Mr.Potter. Bu sayede seyirci kötülere karşı savaşta saf tutabilecek... Somut bir durum var karşısında. Onlar kötü, cimri, vahşi... Zengin olmak mı istiyorsun? Önemli değil ki.. Önemli olan sevgi dolu olmak. Bak bu adam zengin ama şeytan gibi. Sen de onun gibi mi olacaksın... Zengin adam, cimriliğiyle nam salmıştır. Halk ise kötü değildir. Çünkü cimri değildir. Bonkör olun. Paranızı biriktirmeyin. Paranızı harcayın. Ailenize, sevdiklerinıze harcayın. Bu sayede 1929 bir daha yaşanmaz.. Sisteme katkıda bulunun.
Yine de bütün alt metnine rağmen iyi bir filmdir. İzlenir. Sıkmaz. James Stewart muhteşemdir. Birçok filme örnek olmuştur. Back to the Future'da dahi birçok gönderme mevcuttur. Ne olursa olsun, filmi izledikten sonra bir müddet boyunca, insan kendini iyi hissediyor. İzlenmeyecek film değildir. Yine de ABD toplumu için bu kadar derin anlamlar ifade etmesinin altında yatan geröekler başkadır. Rahatsız edici.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder