Cuma, Ocak 16

The Prestige



Interstellar gösterime girdiğinden beri arka arkaya Nolan filmleri izliyordum. Sinemanın yeni dahi çocuğu olarak lanse edilen adamın yaptığı filmleri ilk kez merak ettim. Inception ile başladım, abartılı övgüler aldığını düşündüm. Fakat arkasından Memento ve Prestige'i izleyince Inception'a haksızlık ettiğimi anladım. Nolan'ın en iyi filmi olarak onu seçebilirim. Fakat o da üst klasman filmler arasına giremeyecek.

Tam da Nolan'ın son filminin Oscar'a aday olamadığını öğrendiğimiz günlerde bu yazıyı yazmak güzel bir tesadüf. Prestige, çok iyi bir film olabilirdi. Nasıl olurdu? İki güçlü karakterin rekabeti daha ön plana çıkabilirdi. Fakat bütün o duygular ikinci plana atılmış. Hızlı hızlı işlenmiş. O sahneye çıkışlar, birbirlerinin gösterilerine gitmeler.. Hepsi sunulmuş ama kısa kısa.. Oysa bu duygu daha güçlü işelndiği zaman, gerisi filmin sosu olurdu ve büyük hayranlığımı kazanabilirdi. Oysa yine bir Nolan klasiği olarak; görsellik, sihir, şaşırtmaca vs. ön plana çıkmış. Kediler, şapkalar, kesilen parmaklar... İnsan yine ikinci planda.

Filmin çok övülen şaşırtıcı sonunu 30. dakikada anladık. Bunu kendi zekamı ön plana çıkarma hevesiyle söylemiyorum. Böyle bir sinema izleyicisi son dönemde çıktı ortaya. Filmlerin sonunu baştan anlamaya çalışıyorlar ve bunu çözdüklerinde filmi küçümsemeye çalışıyorlar.. Bunlar filmin kalitesini düşürmez. Yeter ki, film, şaşırtıcı sona çok fazla bel bağlamasın. İçinden seyircinin merakını uyandıracak, ilgi çekecek başka şeyler barınsın. 

Bu tip durumlarda  hemen hemen aynı örneği vermeye devam edeceğim. Türü çok farklı olsa da; Korkak Robert Ford'un Jesse James Suikasti izlediğim en iyi filmlerden biridir. Ve filmin sonu, isminde yer alıyor. Film başlamadan biliyorsunuz; Robert Ford, Jesse James'i öldürüyor. Fakat bu durum filmi göz kırpmadan izlemenize engel olmuyor. O nedenle Prestige'de Robert Angier'in şahikası haline gelen numarasının püf noktasını ilk anlarda anlıyor olmak, çok da önemli değil. Fakat yönetmen-senarist olarak filmin sonunda yaratacağınız algıyı buna bağlarsanız sıkıntı olur. Gerçi adam her yerde övgüyü almış, nasıl bir sıkıntı yaşayacaksa... 

Aslında bu filmi Nolan'ın sinema anlayışını en iyi özetleyen film olarak görmek mümkün. İki tane sihirbaz var. İkisi de kendilerini devamlı geliştiriyorlar. Yeni numaralar üretiyorlar. Sırları var ve bizi cezbediyor. Fakat her defasında diğerine üstünlük kuran; üstünlüğünü sırrının kudretinden değil gösteri yeteneğinden kazanıyor. Tıpkı Nolan gibi. Önemli olan sır (senaryo) değil, önemli olan gösteri, şov... Filmin de, Nolan sinemasının da anafikri bu... Ne yazık ki sinemada bu yolu tercih edenler, benim için yüzeysel kalıyorlar. İyi bir zama geçirmek izlerim, belki filmin sonunda "vay be" bile derim, ama 20 sene sonra bile çocuğumla oturup izleyeceğimi sanmıyorum.

Neyse ki oyuncular muhteşem. Bale ve Jackman harika iş çıkarmış. Benim favorim David Bowie'ydi. Tesla - Edison rekabetine ince bir selam da hoştu. Temiz aksanlı İngilizce de filme renk kattı. En sonda çıkan Radiohead'de güzel bir tamamlayıcı olmuş. 

Filmi yaklaşık 10 sene sonra izledik. Aynı dönemde bir başka sihirbaz filmi vardı, onu da geçtiğimiz aylarda izlemiştim; Illusionist. Onu da beğenmemiştim. O dönem başka bir sihirbaz filmi daha vardı. Onu sinemada izlemiştim. O hepsinden daha iyiydi. Fragmanı bile yeter...

Hiç yorum yok: