Biutiful izledikten sonra blogda yazdığım yazıda Inarritu'yu eleştirmişti. Genel oarak filme olumsuz not vermiş ve bunun sorumlusu olarak yönetmeni göstermiştim.. Film sarmıştı ama sarsmamıştı. Oysa ondan sarsıcı hikayeler bekliyorduk. Ve de 21 Gram-Amores Perros ve Babel üçlemesinden sonra, sarsıcı hikayelerin daha farklı bir şekilde anlatılmasını ister olmuştuk.
Bu üretim işleri çok sakat. İster istemez bu hale geliyor. Adam birşeyler ortaya çıkarıyor, çok iyi işler yapıyor belki ama hepsini beraber düşünen bir kesim notunu esirgiyor. Hatta zaten niye bu kadar kişi (ben dahil) oturduğumuz yerden bir not verme, bir eleştiri döşeme sevdasına giriyoruz ki.. İzlersin veya izlemezsin. Adam aslında tek başına baştığında, iyi bir iş ortaya çıkarıyor ama geçmişte yaptığı iyi işler yüzünden eleştiriliyor. Acımasızlık. Gerçi bu adamın filmlerinde de o duygu var.
Birdman'ı belki de Keaton'un tesadüflerinden önce bu açıdan değerlendirmek lazım. Üçleme artı Biutiful sonrası bambaşka bir film çıkmış ortaya. İyi mi kötü mü bu ayrı konu ama değişik bir şey denemesi hoşuma gitti. Değişiklik yapanları, deneyenleri, uğraşanları, riske girenleri, kendisiyle savaşanları severim. Herhalde sinema çevreleri, 2010 sonrası Inarritu'yu baya sert eleştirmiş. O da değişim yoluna çıkarken kullandığı hikayeyi buradan beslenmiş.
Herkes Birdman-Batman-Michael Keaton alakası nedeniyle vurguyu onların üzerine yapıyor. Haklılık payları var. Dahiyane ama daha da önemlisi duygusal bir fikir. Hikayesi anlatılan karaktere en uygun kariyer hikayesiydi Keaton'un özgeçmişi. Fakat filmde Birdman'in yaşadıklarını belki daha kısa vadede Inarritu da yaşamış olabilir. Bana biraz işin o kısmı da yansıdı. Devamlı iyi işler ama daha da önemlisi aynı işler. Aynı derecede dram. Aynı tarz. Ve ona baskı yapan eleştirmenler. Holywood'a kapak atmak zor, duvarlar oldukça sert. Sınırı geçmek kolay değil. Bilmiyorum ama tahmin edebiliyorum. Zorlanmış olabilir. Ve onlara Birdman'i çıkardı. Madem yeni bir şey istediniz, alın! Bu açıdan bakınca oldukça iyi bir film. Cesurca. Saygı uyandırcı.
Inarritu'nun ve Keaton'un geçmişlerini bir kenara bırakıp, sadece izlediğiniz filme odaklanınca ise sıkıntı var. Yani benim için Biutiful'un tam tersi. Ortaya çıkan eser iyi ama yönetmenden bunu görmek istemezdim. Şimdi ise yönetmenin tavrını sevdim ama ortaya çıkan eser; eh işte..
Plan-sekans, sinemaya giden insanların niye hoşuna gidiyor onu da anlamıyorum. Yani sinema emekçilerini veya sinema öğrencilerini; bu sanat dalıyla ilgili bir şeyler üretmek isteyenleri, duydukları hayranlığı anladığım ve saygı gösterdiğim için bir kenara ayırıyorum, ama izleyen için neden bu kadar şaşırtıcı ve muhteşem oluyor ki? Film iyi olduktan sonra, keyif verdikten sonra ne kadar önemli olabilir ki nasıl çekildiği? Muhakkak plan sekans, filme büyük hava katmış. Hız ve tempo vermiş. Aynı zamanda arkadan çalan ordu trampeti gibi müzikler hava katmış. Fakat bu kadar işte. Sırt bu nedenle not yükselir mi?
İzleyici olarak beni sarmayan, daha doğrusu Inarritu ile bağdaştıramadığım bir diğer nokta ise filmin "Birdman" olması. Yani en temeli. Kim bu Birdman? Bir zamanların şöhretli bir oyuncusu. Biz de onun zaman içinde yaşadığı korkuları ve kaygıları izliyoruz. Şöhret, ün, sahne, alkış, akış, zaman, mekan... Güzel bir hikaye olabilir ama çoğu benim görmek için heves ettiğim kavramlar değil. Bana uzak. Ben basit insanların, sokaktaki adamların hikayelerini, kaygılarını, korkularını, öfkelerini, dramlarını, çabalarını görmek istiyorum. Yukarıda adı geçen 4 filmde de bunu çok iyi bir şekilde yapan bir yönetmen vardı. İlk 3 filmindeki senaristi ile artık çalışmasa da, yine de ondan bunu beklerdim, bekledim.
Bütün bunların ışığında; Birdman Oscar alır mı almaz mı bilmem.. Almasını isterim ama alacak kadar da iyi bir film olduğundan emin değilim. Fakat, oscar jürisü genelde bu tip şeyleri sever. Olmadık kişilerin beklenmedik çıkışlar yapmasını veya alışılmış tarzının dışına çıkarak yeni bir şeyler deneyen yönetmenleri ödüllendirir. Fakat sonuç ne olursa bu da benim meselem değil. Çok da önemsemiyorum. Yine de umutluyum. Inarritu'nun Babel'den sonra giderek düşen bir çizgisi var ve Birdman de en aşağısı oldu. Arada Dünya Kupası zamanı yaptığı Nike reklamları bile daha iyiydi. Fakat Birdman öyle bir ışık verdi ki, ne kadar düşük puan versem de bir sonraki film için oldukça umutlandırdı. Sanki muhteşem bir işten önce arayışa giren bir yönetmen çabası vardı. Fırtına öncesi sessizlik diyeceğim ama bilmemkaç dalda oscar adayı oldu, böyle sessizlik de olmaz... Birdman kadar olmasa da ben de geçen zamanı, yeni çağı, oluşan kültürü anlamakta zorlanıyorum. Adapte olamıyorum.
Oyunculara gelince... Michael Keaton'un bu filmle geri dönmesi müthiş. Ayrı bir hikaye bile çıkabilir. Film içinde film. Ödül alırsa, aklımıza her geldiğinde yüzümüzde bir tebessüm oluşacak. Seneler sonra muhabbetleri yapılır. Bir çok olayda benzetmesi yapılır. İyi goygoyu döner yani. Ve zaten -diğer adayları izlemesem de- adam haketmiş. Edward Norton belki ondan da iyiydi ama çok az süre aldı. Zaten filmin eksiklerinden biri de buydu. Norton az kullandı, diğerleri az kullanıldı, filmin sonunda onlara ne oldu...? Ucu açık kaldı bazı şeylerin.. Emma Stone ise tam bir facia. Naomi Watts'tan daha çok konuşulması bile aslında filmin eleştirdiği konulardan biri. Popüler olan prestijli olanın önüne geçiyor. Ve artık bizim zamanımız da geçiyor. Bir dönemin yıldızları artık popüler olmuyor. Yeni yeni isimler türüyor. Onların twitter'ları, instagramları var. Milyonlarca takipçileri... Bu sayede her şey ölçülebiliyor. Ölçümün doğru olduğu kabul ediliyor. 20 yaşındakilere biz nasıl Watts'tan bahsedeceğiz, onlar için Emma Stone var artık...En çok o konuşuluyor, o trending topic oluyor.
Filmin sonunu da pek sevmedim. Yönetmen o kısmı bana bırakmasın. Bırakacaksa da, bizi anlaşılması güç karakter Sam (yine Stone) gibilerinin gözüne muhtaç etmesin.
Bir sonraki film gelsin hemen...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder