Perşembe, Ocak 15

Sefiller



Adam, 17 sene boyunca uğraşmış, sayfalarca yazmış. Dünya tarihinin en uzun romanınlardan biri.. Haliyle gözümüz korktu, senelerce okumadık, erteledik, öteledik. Hata yapmışız. İnsanın karakterinin geliştiği, şekillendiği yıllarda okuması gerekiyormuş.

Hugo, büyük yazar. Daha önce okuduğum kitaplarında da ona hayran kalmıştım. Yazının, yazılanın sadece kurgu ile ilgili olmadığını; edebiyatın, kelimelerin bir olay anlatmadan da muhteşem bir hale gelebileceğini gösteriyor. Şiiri sevmem ama şiirsel anlatım tarzı, en sıradan bir konuyu coşkulu hale sokuyor. Gerçi yine de bazı yerlerde sıkılmak mümkün. Uzun uzun bir şeyler anlatan, derdini döken bir kitaptan bahsediyoruz. Fakat iyice odaklanıldığı zaman, çok önemli cümlerle başbaşa kaldığımızı görüyoruz.

Sefiller
baya uzun bir kitap. Mesela baş karakter Jean Valjean, polise yakalanmamak için bir kanalizyondan içeri girer. Okuyucu, o sırada büyük bir heyecanla olayı merak eder. Acaba kitapta hayatı anlatılan karakter şu an ne yapacak? Fakat Hugo, konuya ara verir ve Paris kanalizasyon ağını anlatmaya başlar. Yaklaşık 35 sayfa sürer. Baktığın zaman o  35 sayfanın romanla, konuyla, karakterlere hiç alakası yoktur. Olay en heyecanlı yerinde kesilmiştir. Gereksiz bilgiler veriliyor sanki. Fakat odaklanıldığı zaman, edebiyatın en güzel örneklerinden biriyle karşılaşıyorsunuz. Sanki Paris'in kanalizasyonlarını değil de, toplumun ilerleyişini, gerileyişini, yerinde kalışını anlatıyor. Sanki kelimesi fazla oldu sanki...

Ya da Waterloo Savaşı. Kitabı bana tavsiye edenlerden biri Sinan Yılmaz'dı. Kitabı okurken, bir ara ona "Adam 50 sayfa boyunca Waterloo Savaşı'nı anlatmış. Olayla, konuyla çok alakası yok ama öyle ihtişamlı anlatmış ki, biraz zorlasa o savaştan ayrı bir kitap çıkarırmış" dedim. Sinan'ın cevabı ilginç oldu: Benim okuduğum çeviride öyle bir bölüm yoktu.

Demek ki bazı çevriler, kitabı baya kısaltmış. Hugo'nun kendi analizlerini anlattığı, içindekileri döktüğü kısımlar çıkarılmış. O nedenle okuduğum çeviriden (Oda Yayınları / Nesrin Altınova) oldukça memnun kaldım. Kitabın hakkını verdim. 2 ayda anca bitirebilmiş olsam da, her sayfasından keyif aldım.
 
Bu arada Türkçe'ye çevrilen ikinci roman olduğunu ve çevirenin de Ali Sami Yen'in babası Şemsettin Sami olduğunu kitabı okurken öğrendim. 
 
Bu kadar uzun ve eski bir romandan bahsetmek yersiz. Zaten Hugo, bunun özetini de vermiş kitabın sonunda. Dünyanın, medeniyetin, insanlığın kırılma dönemlerinden birinde yazılan bir kitap var elimizde. O günlere tanıklık eden yazar, kitabın temsil ettiği değerleri en iyi anlatan kişidir. Şöyle diyor Hugo:
 
Şu anda okuyucunun eli altında bulunan kitap, eksikleri, üstün veya zayıf tarafları ne olursa olsun, bir baştan bir başa bütünü de, teferruatlarında kötülükten iyiliğe, adaletsizlikten adalete, sahtelikten hakikate, geceden gündüze, ihtirastan vicdana, çürümüşlükten hayata, canavarlıktan vazifeye, cehennemden cennete, hiçlikten Tanrı'a doğru bir yürüyüştür. Çıkış noktası madde, vardığı nokta ruhtur. Başlangıçta canavar, neticede melektir.
 
En başta söylediğimi geri alıyorum. Belki de bu kitabı 17-18 yaşında okusam, basar geçerdim. 2014 gibi, düşünsel anlamda kafamı allak bullak eden bir yılda karşıma çıkmış olması çok iyi denk geldi. Her gece kendi beynimde sonuçsuz tartışmalar yaşıyordum. Bir cevap arıyordum. Tam o sırada bu kitabı okudum.  Vardığım noktanın ruh olmasını istiyordum. Cevabı hala bulamasam da, umutlanmam için yetti.

Tabi bir de Ezel kısmı var. Bir çok yerde göndermesi vardı. En can alıcı kısmı 31. bölümde çıkmıştı karşımıza.
 
"Eğer ruhumuz karanlıkta kalırsa günahlar çıkan ortaya... Suçlu günahı işleyen değil, suçlu karanlığı getirendir."
 
 

2 yorum:

Adsız dedi ki...

yazı çok güzel başlamış, yarak gibi bitmiş. ne ezelmiş be kardeşim ya

17

kutay dedi ki...

Biraz Ezel izle de kültürün artsın, Eyvah Eyvah diyerek can çekişeceksin