Futbolla ilgilenmeye başladığım küçük yaşlarda yerelde olan biteni ıskalamıyordum. Haliyle burası ile çok fazla fikrim, düşüncem vardı. Sevdiklerimi ve sevmediklerimi şekillendirmek için çok fazla veri vardı önümde.
Fakat o yıllarda uluslararası futbola dair bir şeyler öğrenmek kolay değildi. Internet yok, televizyonda maç yayını yaygın değil, gazete haberleri kısıtlıydı. Haliyle ben de büyüklerimin laflarıyla anlamaya çalışıyordum dışarıyı.
Mesela o dönem yaşı 30'dan büyük olan herkes Brezilya'dan bahsediyordu. "Dünyanın en iyi futbol ülkesi", "Herkes futbol oynar ama onlar başka bir şey icra eder", "Sanat gibi, dans gibi, samba gibi..."
Brezilya denilince artık aklıma, topu yere değdirmeden gol atan bir takım geliyordu. Popüler kültür de buna yardım ediyordu. Zafere Kaçış'taki Pele'yi görüp Brezilya futbolundan etkilenmemek mümkün değildi.
Bunların hepsi 90'ların ilk yılları için geçerliydi. Ardından 1994 Dünya Kupası geldi. Ve tarihin en sıkıcı Brezilya Milli Takımı şampiyon oldu. Tabi ben tarihin en sıkıcı Brezilya'sı olduğunu bilmiyordum. Daha önce bana denildiği gibi yine şampiyon olmuşlardı. Yine en iyilerdi. Fakat herkesten farklı futbol oynuyor dedikleri ülke bu muydu? Daha önce de böyle mi kazanmışlardı? Yoksa herkesin iyi ve farklı dediği oyun bundan mı ibaretti... Normali bu muydu?
O yüzden bende hayal kırıklığı yaratan, dört sene boyunca hevesle beklediğim Brezilya Milli, Takımı'nı bir daha hiç sevemedim. Hiçbir turnuvada desteklemedim. Üstüne bir de 1998 Dünya Kupası grup aşaması geldi. Son maçta Norveç'e yenilerek Fas'ın elenmesine neden oldular ki, o Fas, bu sene çeyrek final oynayan Fas'tan çok daha heyecan vericiydi.
Tarihin garip bir cilvesi. Renkli futbol oynamıyorlar diye sevmediğim Brezilya Milli Takımı'na en çok yaklaştığım turnuva 2010 Dünya Kupası'ydı. 1994'ün kaptanı Dunga, bu sefer teknik direktördü ve takımını 1994'teki kadar pragmatik ve Avrupa futbolu kadar sert oynatmaya çalışıyordu. Ben artık 20'lerimin ortasındaydım, futbola bakışım değişmişti ve Brezilya'nın bu değişimine de saygı duymuştum. Hatta o dönem yaygın görüş Brezilya'nın kimliğinden sapması nedeniyle eleştiri yüklüydü ama benim için ideal bir dönüşümdü. Fakat Hollanda maçındaki Felipe Melo damgası, o 'Avrupalı' takımın ilerlemesini engelledi.
Bu sene başında da Brezilya'ya özel bir sempatim yoktu. Herhangi bir şeye, ya da en azından birçok şeye, antipati duyacak kadar da genç ve enerjik değilim. O nedenle Brezilya ile mesafemi yakınlaştırdım, orta seviyede tuttum. Şampiyon olurlarsa sevinmezdim ama "haklarını verelim, yürür bu takım" diyebiliyordum.
Grupta iyi takımlara karşı daha iyilerdi. Güney Kore gibi vasat bir takımı da rahat yendiler. Yol açık gibi duruyordu. Hırvatistan iyi takımdı ama çeyrek finalde karşılaşmak için en uygun rakiplerden biriydi. Brezilya'yı öne yazmaya devam ediyordum.
Artık tahminim tutmamasından ötürü bir bilinçaltı üzüntüsü mü bilmiyorum ama Hırvatistan'ın Brezilya'yı elemesi, daha doğrusu Brezilya'nın elenmesi beni üzdü.
Zaten Hırvatistan ile bir derdim yok. Hatta bir Avrupa takımının, üstelik de bir Balkan takımının böyle bir işe imza atması güzel gelir bana. Fakat sanki hikaye böyle olmamalıydı.
Maçı izlemedim. Oyunun nerede ve nasıl Hırvatistan'a döndüğünü de bilmiyorum. Fakat senaryo gerçekten acıtıcı değil mi? Yani normal bir 90 dakika sonunda Hırvatistan kazansa, Brezilya için bu kadar derin hisler beslemezdim.
Bir tarafta 21 şut çeken bir takım, karşıda 9 şut çeken ve tek isabet bulabilen bir rakip. 120 dakikalık maç 1-1 sona eriyor. Penaltılar artık işin kaderi.
Şampiyon adayı olarak turnuvaya geliyorsunuz. Bunun altını dolduran sonuçlar alıyorsunuz. Son 1.5 senede sadece, yedek oyuncularla çıktığınız grubun formalite maçında Kamerun'a son dakika golüyle yeniliyorsunuz. Son üç senede sadece iki maç kaybetmişsiniz. Ve tüm hayaller seri penaltı atışlarının ardından sona eriyor.
Tabi ki futbolda böyle anlar mevcut. Hem de çok sayıda. Fakat tüm hikayenin hiç beklenmedik bir anda, olmayacak bir yerde, ansızın sona ermesi ve son noktayı koyması da ayrı bir his; bunu paylaşabiliyorum.
Ne yalan söyleyeyim, hayatımda ilk defa Brezilya'ya üzüldüm. Belki maçı izlesem böyle olmazdı. Duygular değil mantık öne çıkabilir ve kazanana "devam aslanlarım" derdim. Fakat maçı izlemeyince ve sadece geniş zamandan gelen olay örgüsüne bakınca, ortaya dramatik bir film senaryosu çıktı.
Diğer yandan ezeli rakip Arjantin'in aynı gün penaltılarla tur atlaması var. Orada başka bir hikaye yazılıyor. Eğer oranın sonu farklı biterse, bu sefer Brezilya'nın elenmesi diğer hikayeye ayrı bir sos katacak. Belki o zaman Brezilya'nın elenmesine sevinmeye başlarım. En azından artık bir anlam kazanır bende. Onu da bir hafta içinde göreceğiz.
Fakat şunu eklemek ve hakkını vermek gerekir. 21.yüzyılın en olaylı, en fazla hikayeli, en maceralı Dünya Kupası oluyor. Keşke şu maçlar bir yaz gününe denk gelseydi...
1 yorum:
mesela ben italyacıyım. italyacı adam brezilya sevmez, almanya hiç sevmez. dolayısıyla bunlara üzülemez. arjantin'i sever.
Yorum Gönder