Cumartesi, Aralık 10

Sinek Isırıklarının Müellifi

 


Yıllar önceydi ve çok da güzeldi..

Barış Bıçakçı'nın 2004 yılında çıkan ve yıllar geçtikçe meşhur olan, sevilen Bizim Büyük Çaresizliğimiz kitabını okumuştum ve hayran kalmıştım. O kadar hayran kalmıştım ki; filmi de sırf bu yüzden izlemişti ve o da bizim büyük hayal kırıklığımız olmuştu. Zira kitap şahaneydi. Film ise biraz eksikti.

O kısa romanı, kendi yaşam hikayemi baz alınca tam vaktinde (2013) okumuştum. Orta yaşa yaklaşıyordum, yaklaşık 20 yıllık arkadaşımla beraber yaşıyordum, iyi kötü bir işim vardı, halı saha maçları yapıyordum her şey akıp rutinde ilerliyordu ama hayatımın geri kalanına dair herhangi bir öngörüm, tahminim ve beklentim yoktu.

Tam olması gerektiği zamanda gelen olması gereken bir kitaptı. Bunu yazan yazara daha fazla ilgigi duymam lazımdı. Fakat nedense 2013 yılından bu yana bir daha bir Bıçakçı kitabı okumadım. Denk gelmedi. Oysa o günlerde bloga, Bizim Büyük Çaresizliğimiz için şu satırları yazmıştım: "Bir daha okumaktan sıkıntı duymayacağım kitabı, yine böyle özel bir zamanda okumak isterim ki; bu da belki 10 senede bir defa denk gelir."

Aradan on değil dokuz sene geçti, Bizim Büyük Çaresizliğimiz'i tekrar okumadım ama yine bir Barış Bıçakçı kitabı vardı elime.

O kitap Sinek Isırıklarının Müellifi'ydi. Aldım elime ve hızlıca okudum. Ve sanırım bu da tam vaktinde çıktı karşıma.

Yazar olmaya çalışan, para kazanamayan, istese başka bir sektörde iyi para kazanabilecekken bunu hayalleri için geri tepen, eşi yoğun bir şekilde, stresli bir işte çalışırken kendisi evde oturan ve hayallerinin gerçekleşmesini bekleyen melankolik bir adam...

"Siz de bilirsiniz, anlatmaya değer şeyleriniz olduğunu, bir gün bunları anlatacağınızı, yazacağınızı düşünmek ne güzeldir ve bu düşünce bir kez yer etti mi nasıl da perişan eder insanı!"

Cemil'den bahsediyorum tabi. Cemil, yaşamayı seven ama bir yandan da yaşamın anlamsızlığını kabullenen biri...

"Her şey çok anlamsız! Hayat, kendi kendilerini kopyalayan dev moleküllerden başka bir şey değil. Hayat dediğimiz sadece kimyadan ibaret. Periyodik tabloyu ezberlesek yeter. Evrendeki en bol iki elementin, hidrojen ile helyumun, aynı zamanda en hafif iki element olması her şeyi açıklıyor zaten. Böyle hafif bir evrende anlam ne arasın?"

Kitap böyle böyle ilerliyor. Evrenin sırlarını düşünürken bir anda üst katın tuvaletinden sızan su damlaları ile uğraşıyoruz. Cemil'den Cemil'i dinliyoruz sık sık. Fakat araya sevgili eşi Nazlı veya yakın arkadaşı İlhan da giriyor. Bize onlardan da bahsediyor. Daha fazlasından da... Evde pişirdiği nohuttan, yaptığı reçellerden, bindiği otobüsten, üst kat komşusundan, okuduğu bir haberden.. En çok da onlardan, asıl olarak onlardan.

Etkileyici olan kısım da burası zaten. 

Bir insan neden yazar? Neden yazmak ister? Herkesin bir hikayesi var. Onu anlatmak güzel olabilir. Fakat insan şu sorudan kolay kolay ayıklayamaz kendini, "İnsanlar benim hikayemi neden merak etsin?".

Bu soru rahatsız edici bir yere varınca kişi kendi hikayesinden vazgeçer ve bir şeyler kurgulamaya çalışır. Bu da herkesin harcı değildir. Biraz kendinden, biraz gördüklerinden, biraz duyduklarından, biraz da hayal gücünden...

Eğer heyecanlı ve vurucu bir dille yazıyorsanız, insanların ilgisini çekiyorsanız hikaye okutur kendini.

Peki ya sonra... Ne kalır geriye? Tabi ki hiç bir şey! Yazan insan bunu bilir. "Çok satan" olmak dışında bir misyonu olduğunu düşünürse, o zaman yazma çabasına girmesinin geniş bir amacının olması gerektiğini kabullenir. O amacı arar. Kendini rahatlatmak mı, dünyayı kurtarmak mı, insanlara mesaj vermek mi?

Belki hiçbiri belki hepsi. Ben mesela, yıllarca bunu düşündüm. Zaten bir yazar da olmadım. Ve sonra Sinek Isırıklarının Müellifi'ndeki bir cümleyle bazı şeyler canlandı.

"Yazmak bir bakıma anlatılmaya değmez olanı anlatmaktır. Böylelikle anlamsız olanı anlamlı kılmaya cüret etmektir.”

Ciddi meseleler, tartışılan konular gündeme giren dertler, ekonomi, siyaset, felsefe, kadın-erkek ilişkileri, nasıl zengin oluruz soruları, en iyi meslek grupları listeleri... Bunların hepsi yazılıyor ve okunuyor. Sonra kimin ne dediğini unutarak, karıştırarak bir kaosun içine giriyoruz. Fakat pişen nohutu anlatan, tuvaletteki sızıntıdan bahseden Cemil bize daha çok işliyor, bize daha çok şey katıyor.

Sinek Isırıklarının Müellifi tam benim ihtiyacım olan zamanda karşıma çıkan, ihtiyacım olan bir romandı. Bunun faydasını görür müyüm bilmiyorum. Fakat içimi harekete geçirdi. Sanatın da bir diğer amacı bu karşılıklı etkileşim değil mi?

Yine de ufak bir eleştiri. Sinek Isırıklarının Müellifi, az sayfasındaki yüksek doyuruculuğa rağmen yine de kısa cümlelerle ve aforizmalarla ilerliyor. İşte bu yazıda bile çokça alıntısını kullandım. Alıntılar yaratıyor, özlü kısa cümleler kuruyor. Bir yandan yetenekli bir yazarın elinden çıktığını kanıtlıyor ama bir yandan da dönüşen toplumun ihtiyaçlarına cevap veriyor gibi duruyor.

Oysa kitapta bundan şikayet etmiyor muydu?

"Günümüzde pek çok yazarın kitabı aforizmalar toplamından başka bir şey değil. artık romanın, öykünün kendine özgü dünyasını bulamıyoruz. Edebiyat ne yazık ki kolayca dolaşıma girecek cümlelere dönüşüyor. İnsanlar birbirlerine yazacakları, söyleyecekleri ifadeler peşindeler. has okuyucuyu da aşındıran bir şey bu."

Yine de Sinek Isırıklarının Müellifi, has okuyucunun seveceği has bir hikaye....

Hiç yorum yok: