Salı, Eylül 13

13 Eylül 1991

Şehirler arası yolculuk. Otobüsteyim. Yaşım henüz 6. Okula başlamamışım. Önümde oturan adam gazete okuyor, ağaç yaşken eğilirin örneği; gazete okuyan adamın gazetesini okuyorum. Nasıl bir tepki verdiğimi hatırlamıyorum ama adamın arkasını dönüp "hangi habere bu kadar şaşırdın" demesini çok net anımsıyorum. Metin Oktay ölmüş dedim. Hiç gördün mü dedi. Görmedim ama anlattılar dedim. Yaşım henüz 6.

Bundan sonrası hafızamda net değil. Bir gün sonra Galatasaray'ın bir maçı vardı, onun öncesinde anma töreni yapılmıştı. Galatasaray siyah formayla çıkmıştı. İnsanlar çok üzülüyordu. Ne kadar çok seveni varmış. Ben de seviyordum, çevremdeki Galatasaraylılar da seviyordu. Ama Galatasaraylı olmayanlar da seviyordu. Çok ilginçti. Bir an şüphelenmiştim hatta, yoksa Galatasaray'dan başka takımda da mı oynamıştı? Ne de olsa Tanju acısı, çok daha tazeydi. Yaşım henüz 6

Cami avlusu sokağa taşacak kadar kalabalık, aşağıdaki tabut renk cümbüşü. Formalar, bayrakların adedi belli değil.

Bir şeyi açığa çıkaralım. Metin Oktay, belki de Türkiye'nin gelmiş geçmiş en iyi futbolcusu değildir. Lefter, Can Bartu, Hakan Şükür veya diğerleri çok daha iyidir. İzleyenler, büyükler anlatır. Ama şu var; hiç kimse Metin Oktay kadar çok sevilmedi. O da zaten bu sevgiyi sevmiş, kariyerini, hayatını sevilmek için şekillendirmiş.

Doğuştan Galatasaraylı değil belki. Ama en fazla sevildiği yer Galatasaray olduğu için Galatasaray'ı çok sevmiş. Karısından boşanmış.

İtalya'da yapamamış, Türkiye'yi özlemiş. Buradaki sevgiyi özlemiş.

Sevgiyi seven bir adam. Sevilen bir adam. 200 küsür gol atmasa da olurmuş.

Nur içinde yatsın. Kendini izlemeyen, hatta öldüğü günü bile hatırlamayan insanlar hala onu seviyor. Uğruna yaşadığı sevgi, öldükten sonra bile onunla.

Hiç yorum yok: