Evden çıkıyorum. Bir işim yok, boş boş geziyorum sokaklarda. Canım da sıkılıyor. Caferağa'nın önünden geçiyorum. Bakıyorum, maç var: Fenerbahçe - S.Moskova. Girip izleyim diyorum, hem güzel maç hem de zaman geçer.
Salona giriyorum. Herkes tip tip bana bakıyor. Atkılı matkılı herifler omuz atıyor inceden. Neden baktıklarını merak ederken dank ediyor, evden çıkarken üzerime Galatasaray polarımı almıştım. Çıkarıyorum. Bu sefer beyaz Galatasaray forması çıkıyor. Bakışlar daha sert, daha çok. Yanıma 3-5 kişi sokuluyor;
- Birader ne ayaksın?
Derdimi anlatmaya çalışıyorum, "abi ben Galatasaraylı değilim, forma arkadaşın hediyesi, yoksa Fenerbahçe'yi de severim" diyorum. Gelen cevap daha da kötü.
- Madem seviyorsun, Taurasi ile Taylor yok adam eksik, çık oyna.
Zorla sahaya atılıyorum. Ulan ne anlarım ben basketboldan. Üstelik kız maçı. Kız maçı diyoruz ama Rus basketçilere bakıyorum; seni beni harcarlar o derece.
Maç başlıyor. Bir anda salon değişiyor. Toprak saha oluyor. 3'erden futbol maçına dönüyor. Ben boş boş geziyorum. Tribünden bana tepki artıyor. Aziz Yıldırım'ı bile görüyorum, sinirli.
O sırada bir Fenerbahçeli sporcu; "sen bari kaleye geç." diyor. Kaleye geçiyorum ama işler daha da sarpa sarıyor. Tribün kale arkasına çok yakın. Arkadan sürekli sesler:
- Gol yersen buradan çıkamazsın.
- Akıllı ol, maçı kazandır.
O dakikadan sonra inanılmaz bir kaleci performansı. Tıpkı Zafere Kaçış'taki Hatch gibi. Gol yemiyorum. Maçın skorunu anlamıyorum. Maç bitince kaçıyorum, kimse bana karışmadan. Tıpkı Zafere Kaçış'taki gibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder