Perşembe, Haziran 5

Futbol Sen Bizim Herşeyimizsin..

Kışlaya teslim oldum. Günlerden 12 Aralık 2007. Babamla vedalaştım, yanımda tanımadığım insanlar, bilmediğim bir yer. Soğuk bir havada soğuk bir ortam. Kamuflajımı aldım, artık tamamen yalnızım. Ürkütücü bir durum. İlkokula yeni başlayan bir çocuk gibiyim, babam geri gelse de beni alsa diyorum içimden. Saate bakıyorum babam gideli 1 saat olmuş, ve ben daha 5 ay orada olacağım. Binbaşıyla mülakat yapılacak. 240 kişi tek tek binbaşının yanına gidecek. Ben o güne kadar değil binbaşı uzman çavuş görmedim karşımda. Stres had safhada, bize sıra gelene kadar da belli ki gece yarısı olacak. Yeni tanıştığım 3 çocukla çıkıp hava alıyorum, kışlayı geziyorum. Gazino yazan bir kapının önünde duruyoruz, bi umut kapıyı açıyorum. Ve aradığımızı buluyoruz : Fenerbahçe - CSKA Moskova maçı.. "Avrupa'da Fener'in rakibini tutan" olarak izliyorum maçı.. Muhabbetler ediliyor, gırgır makara eğleniyoruz çayımızı içiyoruz, ve birbirimizi daha yakından tanıyoruz. Arada goller oluyor, Emre Tilev "Avrupa'nın yeni prensi" diye bağırıyor, askerlikteki ilk gece bitiyor. Sabah kalktığımızda binbaşı karşısına alıyor bizi, ne bir stres ne bir korku.. Gayet güzel geçen 1 ayın kıvılcımı atılmış oluyor böylece. Sadece futbol sayesinde ve ne yazık ki Fener sayesinde:=)

Acemilik yarılanmış.. Muhabbet sohbet aynen devam. Gülüp eğleniyoruz ama monotonluk var tabi. Yavaş yavaş sıkılıyoruz. Acemi olduğumuz için sürekli kontrol halindeyiz. Kışlanın imkanlarından faydalanamıyoruz. Dışarısı özleniyor yavaş yavaş, hatta kimine hızlı hızlı. Kışlada bir halısaha var ama kullanmamız yasak. Halısaha bize göz kırpıyor, kimi zaman komutanlar kimi zaman soğuk hava ilişkimizin ilerlemesini engelliyor. Güneşli bir pazar günü bir komutanımıza soruyoruz. Bu sefer ona soruyoruz çünkü o da bizden.. O da bir futbol sevdalısı. Kamuflajın altına Es-Es forması giyecek kadar fanatik. Çıkartıyor kamuflajı, formanın altına bi sort giyiyor ve maça başlıyoruz. Hayatımda oynadığım en absürd halısaha maçı belki de.. Sadece koşup topa vuruyoruz. Maç sonunda ise yine kahkahalar yükseliyor, herkes rahatlıyor. Tekrar neşe hakim oluyor bölüğe. Acemiliğin geri kalanını da atlatıyoruz çok güzel şekilde, sadece futbol sayesinde...

Usta'ya geçiyoruz. Herkes aynı şehirdeki 2 kışlaya dağılmış, bölükler birbirinden farklı ama. İş-güç-eğitim herkes koşturuyor. Birbirimizin yüzünü seyrek görüyoruz. Oysa çok ihtiyacımız var birbirimize keza herkes moral aşılıyor arkadaşına. Ve yine meşin yuvarlak araya giriyor. Galatasaray ile Fenerbahçe Türkiye Kupası'nda eşleşiyor. 2 tane maç şubat ayına damgasını vuruyor. İştimalar geç saate alınıyor, bütün kışla kantine toplanıyor. Dünyanın en kötü gösteren plazmasının karşısında yüzlerce erkek. 24 saat küfürle konuşanlar 90 dakika birbirini kırmamak için küfüre ara veriyor. Ama makara bitmiyor. TV göstermiyor, kalabalıktan ses duyulmuyor. Ne Migros ile Maraton arasında bize ayrılan yerdeyim, ne Kapalı'dayım, ne Caddebostan'da bir yerde ekran başındayım. Ama hayatımda izlediğim en keyifli derbi oluyor (rövanş tabi, diğeri 2.sırada). İki maç arasındaki günlerde yapılan makaradan giderler, bomba yorumlar bambaşka bir olay. Yine eğleniyoruz, tüm sıkıntıları unutuyoruz, sadece futbol sayesinde..

Bunlar gibi daha bir sürü örnek. Fenerbahçe'nin çeyrek final yürüyüşündeki her maç veya ligin kızıştığıanlardaki heyecan. Veya iştimalarda terör estiren bölük komutanını herzaman esas duruşta bekleyen bölüğün, çöpten çıkan patlak bir topla zıvanadan çıkışı... Bu sayede bütün dertleri, sıkıntıları unutuşumuz. Futbolun gücü mü denir buna ne denir bilmiyorum. Ama hayatımın çeşitli dönemlerinde beni sıkıntılardan kurtaran, hayatıma yön veren futbol, askerde de rahatlatıyor beni ve benim gibi birçok kişiyi. Bitmez denilen günler o esnada biter gibi gözüküyor, memleket yıldızlardan daha yakın geliyor. O nedenle askerden sonraki ilk yazımı bir teşekkür yazısı gibi yazıyorum. Ve ortaya şu gerçek çıkıyor, anca benim gibi bir manyak futbola teşekkür yazısı yazar.. Yine de bile bile lades: Teşekkürler futbol...

Hiç yorum yok: