Cuma, Haziran 20

Türkiye-Hırvatistan


Bundan 12 sene önce. Türk milli takımı kabuğunu kırmış, inanılması güç bir başarıya imza atmış İsviçre, İsveç, Macaristan,İzlanda 4lüsünün yer aldığı gruba 5.kategori takımı olarak katılmış, buna rağmen grubu 15 puanla 2.sırada tamamlayıp tarihinde ilk defa Avrupa Şampiyonası'na katılmıştı. Daha uzun yıllar göremeyiz oraları dediğimiz yıllar, San Marino tarihinin ilk golünü yiyen takım olma unvanını kazanmamız daha tazeyken kendimizi bir anda dünya devlerinin arasında bulduk.
Hırvatlar da bizim gibi. İlk defa katılıyorlar turnuvaya, bağımsızlıklarını yeni kazanmışlar. İlk Avrupa Şampiyonası maçları. Ama oyuncuları gerçek birer yıldız. Alen Boksiç, gol makinası Davor Suker, milli kahraman Zwonomir Boban, en çirkin topçulardan Robert Prosinecki, solbek Robert Jarni, şimdiki hocaları Slaven Biliç ve ortasahanın kimine göre yıldızı kimine göre düz topçusu Aljosa Asanoviç.. Daha önce Yugoslav milli takımı ve kulüplerinde, Avrupa takımlarında defalarca üst düzey maça çıkmalarına rağmen onlar için de bir ilk ve onlar da kazanmak istiyor. Aslında maçın favorisi onlardı. Biz kimiz zaten? Tesadüfen geldik buraya, tarihimizin 3-1'lik Macar zaferinden sonraki en büyük başarısı, bize o bile yeter.
11 Haziran 2006 günü ben Bodrum'da bir tatil köyünde bu maçı bu duygularla izliyordum. Çünkü çevremdeki herkes bunu söylüyordu. "Biz kazanamayız."
Herkes bunu söylüyor, ama herkes. Çünkü herkes maç izliyor. Evlerde televizyon olmadığı için civardaki bir cafede toplanmış herkes. Sokakta kimse yok. Hayatımda ilk defa "sokaklar şu an bomboş , tüm ülke maça kiltlendi" tabirinin doğruluğu yaşanıyor.
O zamanlar Fatih Terim'i yeni yeni tanıyorum. Daha imparator adını almamış. Turnuva bitince Galatasaray'a, yuvaya dönecek. Galatasaraylı ailem ikiye bölünmüş. Kimi başarılı olur diyor, kimi "uğursuz,14 sene şampiyon olamadık onla diyor".
Kadromuz belli. İngiltere'de futbolun beşiğinde, gittiğimizde 5 yiyip 8 yiyip döndüğümüz ülkede yeni bir macera yaşamak için sahaya çıkan oyuncularımız Nottingham'da yerini almış. Kalede şampiyon takımın file bekçisi Rüştü Rençber, geride 2.lig topçusu, Terim'in prensi Vedat İnceefe, Beşiktaş'ta yolları kesişen Alpay Özalan-Rahim Zafer, şampiyonluğu kaybedip gelen Trabzonspor'un 2 yıldızı Ogün Temizkanoğlu-Abdullah Ercan, ortasahada Galatasaray tribünlerinin yarısının taptığı yarısının nefret ettiği Tugay Kerimoğlu, "kendini verirse dünya yıldızı olur"un en büyük temsilcisi Sergen Yalçın , şimdilerin teknik direktörü şair topçu Tolunay Kafkas, ileri ikilide kariyerlerini beraber geçiren Hakan Şükür-Arif Erdem.
Maçın hakemi İsviçreli Serge Muhmenthaler. Maça başlarken herkesin düşüncesi aynı. "Ulan olur mu be, olur lan" bakışları herkesin gözünden okunuyor. Ama umutlanıp utanmak istemeyen, özellikle 80lerin sonunda 90ların başında bunu çokça yaşayan insanlar, topçularımızın en ufak bir hatasında " bu oyunla nah alırız biz, rezil olacaz yine" naralarını atıyor istemeye istemeye. Ama zaman geçtikçe yapılan hatalar azalıyor, ve Hırvat kalesi yoklanmaya başlıyor. Artık maçı ahlarla vahlarla izlemeye başlıyoruz. İlk yarı bitip ikinci yarı başladığında değişen hiç birşey olmuyor. Vedat geçit vermiyor, "bu nasıl 2.lig topçusu böyle" dedirtiriyor, Sergen "oynuyor" bu sefer ve herkese kendini aşık ediyor, Hakan bitmez enerjisiyle presini yapıyor, Apo soldan rüzgar gibi esiyor. Rüştü ise hayatının en kolay Avrupa Şampiyonası maçını oynuyor belki de..
Tam bu esnada izlediğimiz yerde elektrikler kesiliyor. Radyo aranıyor, bulunuyor, ama Yunan radyosu çekiyor sadece. Yıllarca bu tip maçlarda yaşanılan buna benzer aralardan sonra ekran yine açıldığında milli takım 1 gol daha yemiş olurdu. Ama bu sefer herkes "golümüzü göremeyeceğiz" diye üzülmeye başlıyor. O esanada elektrikler geri geliyor. Maçın 70.dakikası civarı. İlk defa bir milli maçta gol atamadığımızı gördüğümüz için üzülüyoruz.

Ve maçın 85. dakikası. Yine rakip sahadayız, kurmuşuz baskıyı ama bir anlık gaflet, Vedat'ın oyundan çıkarttığı Boksiç'in yerine dahil olan Goran Vlaoviç topla kalemize doğru ilerliyor, peşine Alpay Özalan'ı takarak.
Düşürmesi gerekirdi gerekmezdi. Defalarca tartışılan, benzer pozisyonlarda her zaman akla gelen Türk futbolunun en önemli pozisyonlarından biri. Bizim bir daha tartışmamız yersiz 12 sene önceki olayı. Vlaoviç o sahneyi yaşatıyor, topu kalemize yolluyor. Maçın bitimine 5 dakika kalıyor. O dakikadan sonra o maç dönmüyor. Türkiye o zamanlar bu kadar şanslı değildi 5 dakikada maç çevirsin, boş kaleye vurulan topların direkten döndüğü yıllardı. Ama anladık ki o yılların sonuncusuymuş.
Daha sonraki 2 maçı da gol atamadan tamamladık, elendik. Kimine göre büyük başarıydı orada olmak, kimine göre rezil olup döndük. Ama yenilsek bile Avrupa'nın gözü önünde oynanan o futbol milli takıma bakışları değiştirdi, hedefleri yükseltti, hayalleri gerçek yaptı..
Ve bugünkü maç. Kesinlikle o maçın bir rövanşı değil. Dönüp geriye bakma maçı hatta. 12 senede nereden nereye geldiğimizi düşünme vakti, anıları tazeleme maçı. Sonuçta bugün yensek bile o günkü yenilgiden kazandıklarımızın daha fazlasını kazandırmaz...

Hiç yorum yok: