Bu sefer mahallede değilim. Ortaokul yılları. Orta 1 hatta. Bugünün deyimiyle 6.sınıf. Bahar mevsimi ve ergenlik birleşmiş akranlar kız peşine düşüyor yavaştan. Ama biz hala top peşindeyiz. Okulda çok önemli bir turnuva var. Zaten lise sona kadar her turnuva büyük önem arz etti.
Okuldaki ikinci yılımız. İlk seneki turnuvaya, hazırlık sınıfı ve orta 1 sınıflarının katılıdığı turnuvaya, üst sınıflardan çekindiğimiz için katılmamıştık. Bu sene büyük olan bizdik.
3 tane orta1 sınıfı toplam 5 takım çıkarmıştı. Bir tane de canavar gibi gençlerden kurulu hazırlık sınıfı katıldı aramıza. Toplam 6 takım kupa için mücadele edıyordu. O zamanlarda bahis bilinci yerleşmemişti. Eğer yerleşmiş olsaydı en az şans bize verilirdi. Bizim sınıfın diğer takımı ezeli rakip yan sınıfın 2 takımı bizden daha güçlüydü. Avrupa'dan gelen Türk öğrencilerin oluşturduğu sınıf futbol stiliyle hepimizden bir adım daha önde olmasına rağmen disiplinsizlik ve takım olmada yaşanan sıkıntılar onların bır adım geride olmasına neden oluyordu. Ama bizim takımı en kötü hallerinde bile yenerler diye düşünülüyordu.Turnuva lig usulüydü herkes 1 kez karşılacaktı birbiriyle.
Takım turnuvaya sınıfın diğer takımının yıldız oyuncusu, Roberto Baggio formasıyla okulda ün salan Onur'u transfer ederek girdi. Bu transfer ve takımdaki kolej havası sayesinde turnuvaya iyi başladık. Yan sınıfın 2. takımını 4-2, hazırlık sınıfını 3-1, gurbetçileri 4-1 yenerek büyük süprize imza atmıştık. Ama en keyif vereni sınıfın diğer takımını 5-1 gibi bir skorla bozguna uğratan maç olmuştu. Sonuçta 4 maçta 12 puanla lider girdik son haftaya. Kimsenin tahmin etmediği bir şeydi. Şu anda Hoffenheim'in yaptığını, Anorthosis'in yaptığını 2000de Galatasaray'ın yaptığını 2004te Yunanistan'ın yaptığını biz yapmıştık. Son maç fikstürün azizliği sayesinde yan sınıfın ve turnuvanın en güçlü takımı ile yapılacaktı. Onlar da 10 puanla 2.sıradaydı. Kazanan şampiyon olacaktı berberlik bize yarayacaktı. 1950 Brezilya-Uruguay veya 92-93 yılındaki GS-BJK maçını andırıyor.
1998 senesinin bahar mevsiminde güneşli bir cuma günü okul bahçesi tarihi anlarından birini yaşıyordu. Öğle tenefüsünde oynanacak maça büyük ilgi gösterilmişti, ama bizim sonraki 3 dersimizin boş olması sınıfın çoğunun okuldan çıkmasına ve taraftar desteğinden mahrum kalmamıza neden olmuştu.
Rakip takım muhteşem bir ikiliye sahipti. Teknik kapasiteleri çok üst düzeyde olan Mehmet Ali ve Erdal sadece kendı sınıflarının değil okulun saygı duyduğu iki oyuncuydu. Keza maça da bu ikili ağırlığını koyarak başladı. Başımızı döndüren bir tempoda oynuyorlardı. Beraberliğin işimize yaraması bizi küçük düşünmeye zorladı. Planımız ikiliyi durdurup topu Baggio ile buluşturmaktı. Bu Anadolu takımı zihniyeti bize pahalıya patlamıştı. Golü yemiştik. Toparlanmamız da mümkün değilmiş gibi gözüküyordu. Yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmiştik oysa.
Maçın bitmesine dakikalar kala bu sefer geriye yaslanan onlar olmuştu. Artık tüm hatlarıyla yüklenen bizdik. Sağ tarafta topla buluşan Onur topu yerden bana uzattı. Kaleyi tam cepheden görüyordum ama top sağ ayağıma doğru geliyordu. Oysa ben solak bir topçuydum. O esnada topu soluma alacak vakit yoktu. Sağ ayağımla topu kaleye yolladım. Kalede bu blogun en sıkı takipçisi Velociraptor vardı. Okulun kendi kuşağındaki en iyi kalecilerdendi. Gelecek vaadediyordu. Ama o şutun devamı onun Fevzi Tuncay günlerinin başlangıcı oldu. Topu ayağıyla kurtarmak istemesi çok pahalıya mal olmuştu. Ayağının altından geçen top file olmadığı için filelerle buluşmadı ama gol hazzı aynı şekilde hissedildi. Kalan dakikaları hatırlamak mümkün değil. Başka gol olmaması bizim için yeterliydi. Turnuvada attığım 3. gol en anlamlı gol oluyordu ve henüz ilk defa katıldığımız turnuvada şampiyonluk yaşıyorduk. Otoriteler bize 2000 yılının takımı diyorlardı ama sonumuz Dinamo Kiev'den farklı olmadı. Uzun yıllar, kazandığımız tek kupayla bir çırpıda sona erdi.
Bu blogdaki takım arkadaşım, o maçtaki rakip stoper Peralta'nın bu maç hakkındaki yorumlarını bizlerle paylaşamasını çok isteriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder