Şampiyon olmamız için Fenerbahçe'nin takılması, Eskişehirspor'un kazanması lazım. Belki de Eskişehirspor camiası bile bu maça aynı konsantrasyonla hazırlanmadı. Fenerbahçe'nin sahaya çıktığı andan itibaren benim için neredeyse derbi havasına girmişti bile. Böyle bir maça şahit olunca; atmosferi yerinde yaşayınca mantıklı tepkiler kayboluyor.
Televizyonda izleseydim aynı hisleri beslemez, aynı heyecanı duymazdım. Ama stada girince işler değişiyor. O nedenle maçın ilk yarısının ilk bölümü geçmeden, çok sevdiğim Ertuğrul Sağlam'ı eleştirecek, çıkardığı kadroyu yerden yere vuracak noktaya gelmiştim bile. İnsan böyle bir maçta, kazanmasını istediği takımının sağlı sollu ataklar yapıp rakip kaleyi bunaltmasını bekliyor. Belki de içimize yerleşen büyük takım taraftarı refleksi... Bildiğimiz, daha doğrusu alıştığımız, doğru olduğunu ezberlediğimiz tüm futbol doğrularının tersi bir anyışla Fenerbahçe karşısına çıkan Eskişehirspor'u görünce, maçtan umudum kalmadı. Ve tam o anda Bienvenu gol attı...
Futbol bizim düşlediğimiz gibi, veya eskiden bize miras kalan alışkanlıklarla oynanmıyor. Oynanıyor da sadece o yok. Güç farkını ortadan kaldırmanın en önemli faktörlerinden biri, sabırla topa sahip olmak ve o topu da gezdirmek, rakibe fiziksel olarak güç kurmak (bu da maçın sonuna ortaya çıkacak). Maç boyunca sadece 3-4 atak fırsatı bulmayı göze almak... Tribünden izleyen biri için kolay değil ama kenardakiler için zorunluluk. Böyle anlatınca da Eskişehirspor'un topa çok sahip olduğunu söylüyor gibi olduk. Alakası yok. Sanırım Ertuğrul Sağlam'ın da istediği futbol tam olarak bu değildi. Ama anlayışına uygundu.
Çok klişe olacak ama "tanrı-havadan-çimler-gökyüzü" vecizesini söylemek için uygun bir maç. Eskişehirspor, rakip ceza sahasına doğru doldur boşaltlar yapmadı belki ama 21.yüzyıl futbolunun sembolü haline gelen "kısa üçgenler"i havadan oynamak için inat edince orta sahadaki hakimiyeti bir türlü kuramadı. Üstelik Ersun Yanal, inanılmaz bir hata ile riskli bir deneme arasındaki ince çizgi üzerinde giderek Baroni'yi ilk 18 dışında bırakmışken.... Holmen,Topal,Meireles üçlüsü, belki de Fenerbahçe'nin eldeki oyuncularından ortaya çıkabilecek, top yapmaktan en uzak orta üçlüsüydü. Eskişehir gibi zor bir deplasmanda böyle çıkmak, büyük sıkıntıydı. Fenerbahçe bu sıkıntıyı yaşadı (oyuna da Emre girdi) ama Eskişehirspor bu sıkıntıyı kendi avantajına çeviremedi.
Bienvenu'nun sürpriz golünden sonra bir sürpriz gol de Fenerbahçe'den geldi. (gerçi golden önce kaçanların golün habercisiydi) Sürpriz diyoruz ama artık bu sezon sürpriz olmaktan çıktı. Mesela Eskişehirsporlular da bizimle aynı tepkilere sahip mi? Bu sene ne kadar Fenerbahçe maçı izlediler? Kafalarında nasıl bir Fenerbahçe algısı var? Ben bütün maçı "90'da yine atarlar" korkusyla izlerken, Eskişehir tarafı aynı kaygıyı yaşamış mıdır? Bence yaşamamıştır, Onların zihinlerine giren böyle bir bilgi yoktu. O yüzden Sağlam'ın rahat ve kaleye gitmeyen (sadece Bienvenu ve Erman'a bağlı ki ikisi de kötüydü) futbolu beni oldukça tedirgin ediyordu. 60.dakikadan sonra yapılan oyuncu değişiklikleriyle maçın dönmesine, hoca faktörü mü hoca şansı mı demek lazım? Necati de Kamara da eski güçlerinde değillerdi. Ama Bienvenu ve Erman'dan daha etkili olduklarını söyleyebiliriz.
Skor 1-1'ken oyuna iki hücumcu sokmanın karşı tarafın hamlesi, sadece iki orta saha sokabilmek olabildi. Bu da Eskişehirspor savunmasının biraz daha öne çıkmasına, orta sahada üstünlük kurmasına neden oldu. Fenerbahçe oyundan düştü. Son yarım saat Eskişehirspor'un tüm hatları oyuna ağırlığını koydu. En başta da taraftar. Yine de golün gelmesini beklemiyordum. 1-1'e duacıydım. Erkan Zengin beklenmedik bir gol attı.
Maçın hakkı beraberlikti belki de. Ama Fenerbahçe bu sene öyle maçlarda puan almayı başardı ki, buradaki 1 puanın onların nazar boncuğu veya diyeti olarak görebilir. En azından çok eleştirilen Baroni'nin ne kadar elzem olduğu, ligin başındaki Sivas maçında açlıkla ağızlara bal çalan Holmen'in çok başka tarzda olduğu, Emenike'nin önemi Eskişehir deplasmanında ortaya çıkmış oldu. Webo'nun kaybı ise belki de sezonu etkileyecek.
Fenerbahçe bu kadar etkisiz oynadığı bir maçı kazanamadığı için üzülmemeli, ama kötü oynayan bir rakibe yenildiği için üzülebilir. Eskişehirspor, bana göre son yarım saatte tribünü sayesine golü atarak maçı kazandı, aksi halde gol atamazdı.
Şimdi de, Eskişehirspor tribünü hakkında uzun uzun yazmak lazım. Artıların ve eksilerin oldukça fazla olduğu bir maçtı.
Öncelikle şunu söylemek lazım; İstanbul tribünleri etki olarak olmasa da, potansiyel olarak her zaman Anadolu'nun önünde olacaktır. Bunun nedenleri vardır. Sayının çokluğu bile önemli etken. Bunu ne zaman Anadolu'da maç izlesem çok rahat hissedebiliyorum. Anadolu tribünlerinin İstanbul'a karşı koruyabileceği, koruması gereken tek artısı; takımla birlikte yaşama geleneğidir. Bu sayede tutkuları daha fazla oluyor. Biz tribünü iki haftada bir, ya da diğer şubelerin yardımıyla biraz daha fazla yaşarken, Anadolu'da iletişim daha sıcak ve devamlı oluyor. Bu kulüple kurulan bağları dea şekillediriyor. Anadolu kulüpleri "büyük takım" olma sevdasına girdiği anda tribün gücünü de kaybeder diye tahmin ediyorum.
Dün Eskişehirspor tribünleri, bizim eski Ali Sami Yen günleri gibiydi. Cumartesi günü kazanılması gereken ama biraz da önemsenmeyen bir lig maçı havası olurdu ya, işte ona benzer. Benim için sorun değil. Gerçekten keyif almama yetti. En azından tribün içinde özgürce dolaşmayı özlemişim. Bir orada bir burada. Ne merdiven boşluğu var, ne koltukta durma zorunluluğu. Bu sayede maça konsnatra olmam kolaylaştı. Fakat herkes benim kadar full konsantre değildi. Sanırım şehirde yaşayan Fenerbahçeliler araya karışmıştı. Tribünün gücünü zayıflattı. Bir de ilk 5 dakika protesto olunca...
Tribünün maça girmesi 70'i buldu. Son 20 dakikada golü attırdılar. Aslında baktığımız zaman, gücünü efektif kullanan bilinçli bir tribün var. Ben Açık tribündeydim. Kapalı'dakiler gayet iyi bağırıyordu, susmuyordu ama sesleri Açık'a gelecek gibi değil. Çünkü tribün çok dar, içeride az kişi var. Açık tribün ise münferit taraftarlarla dolu. Onların 90 dakika bağırmasını beklemek mümkün değil. İlk 1 saati boş viteste geçirip, son 20 dakika yüklenmek ve burada maçı kazandıracak işi yapmak, eğer bilinçliyse müthiş strateji. Tam bir Ertuğrul Sağlam takımına göre yapılacak iş. Necati ile Kamara'yı kenarda gören tribün, hocadan işareti aldı. Tabi bir de 6222'den ceza alan taraftarların stadyum dışından yaktıkları meşaleler vardı.
Ben ise yeni bir takıma transfer olmuş yabancı topçu gibiydim. Aklım almadı tribünde olan işleri. Maç 1-1, Fenerbahçe bastırıyor, tribün Espana yapıyor. Zaten Es-Es Bando sevdası, Eskişehirspor'un yaratıcı tezahüratlarının önüne geçiyor. Tribüne fren yaptırıyor. Ama bugün sağ salim kafayla düşününce, o ilk 1 saatlik geçiş döneminde maçın kopmasını da engelliyor. Ahkam kesmek zor, her tribünün kendi içinde yaşadıkları var, gelenkeleri var. Bir maçla analizini yapabileceğimniz işler değil
Sonuç olarak, tribün golü attırdı mı attırdı. Kazanan takım ne kadar haklıysa, kazandıran tribün de o kadar haklıdır. Ama şu da bir gerçek bu stadyum o futbol ve tribün kültürüne hatta o şehire yakışmıyor.
Tribünde ve yolda yaşadığım anları ise paylaşmayacağım. Bazı özel anlar hafızada kalsın, içeride kalsın.