Perşembe, Şubat 11

Galatasaray 3-2 Antalyaspor


Galatasaray'ın en az önem verdiği turnuva. Rakip, ezeli rakip statüsüne girmeyen bize uzak bir takım. Peki bu maç niye bu kadar önemliydi?

Galatasaray için, üstelik bu seneki Galatasaray için her maç önemliydi.Çünkü alınacak her kötü sonuç, çalkantıya dönüşecekti. Dün Antalyaspor'a elenince TV kanallarına çıkan eski futbolcularımız bunun örneği. Dış mihraklar umrumda değil, asıl sıkıntı yıllardır olduğu gibi içeride. Ve işte Adnan Polat'ın benim için her zaman soru işareti kalmasına neden olacak durumu. Her sene dışardan bir düşman yaratıyoruz. Üstelik bu FB veya BJK olsa sorun olmaz ( zaten onlar da oluyor), ezeli rekabetin doğası der geçeriz.

Ama geçen sene Sivasspor'la, Sivasspor maçı sonrası hakem ve federasyonla, bu sene ise Kayserispor'la, Antalyaspor'la ve bu maçlardan sonra yine hakem ve federasyonla uğraşmak, kendimize fazladan düşman yaratmamıza neden oluyor. Gel de hatırlama 2006'yı. Bir şehir efsanesi olarak Fenerbahçe'nin 2006'da şampiyonluğu fazla antipati toplamsı olarak gösterilmişti. Aynı noktaya ilerlemek üzereyiz sanki.

Tekrar 2006'ya döneceğiz şimdi. Bu maçı gergin hale getirmek bir yönetim başarısıdır. Tribünde bunu gördük. Fakat hakkını da vermek lazım tribün iyi sayılırdı. Takımı bir müddet baya itti. Fakat bazı dallamalar moral bozmaya devam ediyor. Neyse geçelim, bu maçın asıl önemine geçelim.

Antalyaspor takımını sevmemek için 3 nedenim vardı. Orhan, Yalçın ve Necati. Bu 3 futbolcunun karakteri değildi mesele. Eski futbolcularımız olduğu için sevmemiz mi lazım bilmiyorum. Belki 3 tanesi ayrı ayrı takımlarda olsa sorun olmaz. Ama 2003-2007 yılları arasındaki günleri hatırlatacak 3 "kült" futbolcuyu aynı takım formasıyla Sami Yen'de görmek bilinçaltımızı değiştiriyor. Galatasaray'ın yenileşmeye çalışan, farklılaşmaya çalışan 2010 takımı, kafamızdaki saçları döken, 1996 takımından her anlamda güç alan 2006 takımıyla karşılaştı.

Elanolar, Keitalar, Neiller; Yalçınlar'a, Orhanlar'a karşı. Bu maç aslında Galatasaray'ın maçıydı. Eski Galatasaray ile yeni Galatasaray. Sahada iyi oynayan ve hatta 3-2 kazanan yeni Galatasaray. Ama kaybeden de yeni Galatasaray. Eski Galatasaray'ın sahada vücut bulmuş hali turu haketti veya haketmedi bilemeyiz, tartışırız, tebrik ederiz, ama saha dışına taşan hali hiçbir şeyi haketmemeye devam ediyor.

Orhan Ak da, Necati Ateş de apayrı yazı konuları, hatta kitap olur. Yalçın blog da yazılacak kadar bile oynamadı. Bir de Cihan vardır. Herkesin her zaman taştığı ama herkesin şu anda saygı duyduğu garip insan. 2006 şampiyonluğu ayrı bir olaydı ama çok garip yıllardı. En büyük korkumuz o yıllara geri dönmekken, o takıma yenilmek çok farklı duygulara sebep oluyor.

Geçen seneki Hamburg maçından sonra ilk defa bir maçın sabahı bu kadar sancılı oldu. Hamburg maçının 100'de 1i değil belki ama olsun. Bugün işe bile gitmedim.(Aslında izin günü ama mahalledekiler, "elendik işe gitmiyeceğim" diye biliyor).

Peki bu telaşın kaynağı ne? Hep en üstten kaynaklanıyor. Evet güzel şeyler var, oluyor ama takım içi idaremiz yok, yok, yok. Hakan Şükür oynarken Ramazan sendromu yaşardık, Polat zamanı Şubat sendromu yaşıyoruz. Çünkü Polat ani kararlar alabilir. Korkuyorum. Dün ilk kale düştü. Sezonun ilk kaybı. Haftaya Calderon. 2 haftada 2 kulvarda elenmek, hele 1 ay sonra seçim dönemi. Galatasaray taraftarı Polat'tan memnun, o nedenle sanıyor ki Polat açık ara seçilir. Fakat hiç öyle rahat olmadığını biliyorum. Bu rahatsızlığı ani ve telaşlı (haliyle yanlış) kararlar almasına neden olabilir. Daha önce çok gördük bunu. Mesela geçen sene.

İşin en kötü tarafı, yukarıda yazılan karamsar yazıların hepsi, iyi oynadığımız bir maçtan sonra yazılıyor. Hatta kazandığımız bir maçtan sonra. Oradaki maçta kötü oynamıştık ve onun cezasını çektik. Bu maçta 3-2 kazandık, 2 topumuz direkten döndü, daha fazlasını da kaçırdık. Bu maç bir lig maçı olsa, şampiyonluğun ayak sesleri diye yazılırdı, şimdi ise bazılarının eski dostları Necati'ye övgüleri var.

Sahada olan bitenden bahsedelim biraz. Aykut Erçetin dün yapılan törenle sezonu kapadı. Kariyerindeki maçların yarsını kupada, ligdeki maçların yarısını ise sezonun son iki haftasında oynayan Aykut, yine bir klasikle kaleye gelen ilk topu yedi. Bu arada "Galatasaray De Sanctis gibi kaleciyi gönderdi, nasıl bir hata yaptı, bak adam şimdi İtalya'da kahraman" diyenlerin büyük kısmı geçen sene "De Santis kaleci mi, Aykut ondan daha iyi?" dediklerini hatırlatalım.

Uğur Uçar eskisi gibi değil, iyi değil fakat son haftalardan daha iyi olduğunu söylemek lazım.

Emre-Neill güzel, sol bek Hakan Balta diye bağırıyor. Çünkü Caner önde oynamalı.

Mustafa Sarp geldiğinden beri en kötü maçını oynadı. Gol kaçırdı, gol yedirdi. Bir kere kötü oynama hakkı var Mustafa'nın, hatta daha fazla hakkı var.

Mehmet Topal adını Orhan Ak-Yalçın Ayhan klasmanına yazdırmak istiyor galiba. O bölgede Barış olmalı. Barış-Sarp-Elano mevcut kadrodan kurulacak en iyi orta 3lü bence.

Mevcut kadronun en iyisi belki de Elano bu arada. Çok farklı bir havası var sahada. Futbol olarak demiyorum. Futbolu zaten iyi. Beğenmeyenler utansın, onlara Alioum Saiddoolar müstahak. Fakat Elano'nun farklı bir havası var. Liderlik istiyor (ki yapabilir de belki) fakat liderlik bir yana yalnızları oynuyor. O da bencilliğe kaçıyor. Bencilliği, Arda bencilliği sanmayın. Topu alıp 5 kişinin arasına girip kahraman olarak çıkmaya çalışmak Arda'nın işi. Onu rol modeli olarak görenler topu kaptırıp gol yedirince de o 91li çocuğa kızamıyoruz, Mustafa Sarp'a atıyoruz suçu. Mustafa böyle bir adam. Her şeye yetişiyor. Sahada da, saha dışında da. Ona tribünden "orospu çocuğu" diyenler umarım bir gün yolda Mustafa ile karşılaşır ve ona orospu çocugu derler. Desinler ki Mustafa ağzını burnunu kırsın o dallamaların.

Dönelim Elano'ya. Elano ne Iliç kadar sakin ne Lincoln kadar pısırık. Çok enteresan bir karakter. Bize yar olmayacağını hissetmek için kahin olmaya gerek yok. Brezilya dünya kupasında final oynasın da yüksek paraya satalım en azından.

Sertlikten şikayet eden Gio'nun maçı A.Madrid olacak. Bildiği sahada bildiği ekole karşı olacak. Galatasaray'da ve hatta Avrupa'daki geleceğini Vicento Calderon belirleyecek. Onu şimdilik Erhan Güven'le değerlendirmemek lazım.

Arda'yı şu anda herkes eleştiriyor olabilir. Ben fazla yazmıyım. Keita Afrika'dan dönsün artık.

Biraz da iki adam, Ömer ve Bünyamin Gezer. ömer için şaşırmamak lazım. Anadolu'da top oynayan bazı futbolcular böyle. Rakibi ve tribünü çıldırtır, küfür yer ve gider. Türkiye'de futbol izleyen insanların yüzde 90'ı ondan nefret eder. Çok şaşırmamak lazım. Yolda yaralı görsem yardım etmem. Dün bir arkadaşıma "Ömer'i sevmiyorum" dedim, o da "abi onu anası-babası bile sevmiyordur, boşver" dedi. Olay bu. Ömer işte, gelir küfür yer gider. Biz rahatlarız, o mutlu olur. Alan razı, veren razı.

Gelelim Bünyamin Gezer. Galatasaray düşmanı hakemler demeyi sevmiyorum. Öyle bir şey olduğuna inanmıyorum. Sevmedikeleri Galatasaraylılar vardır belkdi. Adnan Polat'ı falan sevmiyorlardır, sonu böyle oluyordur. Veya başka şeyler düşünerek böyle yapıyorlardır.

Türkiye'de iki türlü hakem var. Birincisi kötü ama iyi niyetli hakemler. Mesela Tolga Özkalfa böyle bir hakemdir. Kötü hakemdir. İkincisi ise kötü ve art niyetli hakemler. Art niyetli hakemler, GS-FB-BJK düşünmez, sadece kendini düşünür. Kendini ön plana çıkarır, kendisine söven kişilere ve kitleye ceza verir. Bünyamin Gezer böyledir.

Dünkü maç 3-2. Skorundan çekişmesi belli. Sert maç olduğu belli. Antalyaspor sert oynadı yenildik bahanesi değil. Sert, faullü maçtı. İki takım da kazanmak istedi. Çıkan 4 sarı kart var. Bir tanesi Elano'ya. Zaman geçiren Antalyasporlu futbolcuyu hakeme gösteriyor diye sarı kart yiyor. Bir tanesi sanırım Korhan'dı, düdükten sonra topa vurdu diye, bir tanesi ise 90 artı 5'te Ömer'e zaman geçirdi diye. Bu arada Ömer'in zaman geçirmeye 1.dakikadan başladığını hatırlatalım. Diğer kartı hatırlayamadım şu an. Yani çıkan 4 sarı karttan sadece 1 tanesi faulden. İnandırıcı mı? Herhalde Bünyamin Gezer "sarı kart çıkarırsam tribündeki 50 Antalyasporlu sahaya iner" diye korktu. Sonuç olarak, Bünyamin Gezer FB maçından sonra çok eleştirdik diye karşımızda durmuştur. Fenerbahçe cephesi eleştirse bir maçta da onların canını yakar. Hesap kesti aklınca. Kendi maçını oynadı.

Bu kadar hakem yazmak bile can sıkıyor. Ama Bünyamin Gezer hakem değil, polis. O nedenle hakem eleştirisi değil, polis eleştirisi olarak algılayın. Elindeki gücü kullanıp hesap kesmek.

Son olarak 2006'ya dönelim tekrar. Fenerbahçe ile çeyrek final mücadelesi. Deplasmanda ilk maç 2-1 yeniliyoruz. Sami Yen'de 3-2 kazanıp eleniyoruz. Necati ile Orhan Ak o seneki Galatasaray'ın durmunu gösteren bir pozisyon yaşatır bizlere. Korner kazanırız. Orhan ceza sahasına koşu yapar, Necati ile çarpışır. İkisi de sakatlanır. Derbide iki futbolcumuz bir duran topta birbirine çarparak yerde kalarak sakatlanır. Böyle bir takımdık. Ve daha da dramatiği. Omuzu çıkan Orhan Ak oyundan çıkarken tribünde herkes rahatlar, şimdi alırız maçı der herkes. Espiri olsun diye ciddi ciddi.

O Fener maçında Tuncay'a küfürler edildi. 10 dakika sonra Tuncay idmanda atmayacağı golü attı. İtraf etmeyiz, kapak oldu. Dün Ömer'e taşarken yediğimiz gol gibi.

O Fener maçında da, bu Antalya maçında da Necati gol attı.

Bu kadar tesadüften sonra sezon sonu şampiyonluk gelsin.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Bünyamin GEZER in bu maçta GS ye hesap kestiğini zannetmiyorum. O penaltı pozisyonunda penaltıyı vermeyecek bir çok hakem var Türkiyede. Antalya nın sert oynaması dediğin noktada ise evet sertlik vardı ama kesinlikle kasti sertlikler değildi. İkili eleme maçlarının 2. maçında olabilecek kadar sertlik vardı sahada. FB-GS-BJK ikili maçlarında da aynı futbol anlayışı herzaman vardır, olacaktır da. Yani kısacası eğer GS eksik forvet hattını M.Sarp ile destekleyerek dolduracaksa bu iş olmaz.

metak dedi ki...

Sarp ın Barış oynadıgı orta sahada Topal 10 kez oynar. Aynı Aykutun yerine kızılan Franco nun oynayacağı gibi.